Otobüsün camından dışarı baktım. İçimdeki hiç azalmayan o burukluğu bir daha hissettim. Bu caddeler hep çok kalabalık. Eskiden de böyleydi. Yolcu almak için durakta durdu. Öğrenci oldukları her hallerinden belli ışıl ışıl yolcular vardı. Buradan bazen aceleyle bir yerlere yetiştiğim, bazen yavaşça dolaştığım zamanlar canlandı gözümde. Tam karşımda, kestane tezgahının önünde sohbet eden orta yaşlı iki insan gördüm. Gezmemiş olduğum zamanlara olan hasretle izledim etrafı. Bir buraları biliyordum. Burası yarım kalmış bir yer benim için. Kalan ömrüm boyunca hep öyle kalacağını adım gibi biliyordum. Yıllarca yaşasam burda yine de o yıllardaki boşluğu doldurmayacaktı. İlk gençlik zamanları yerine koyulamazdı. Bir hiç uğruna kayıp gitmişti ellerimden. Özenle süslenmiş kızları görünce yurtta kaldığım zamanları hatırladım. Bir kız bindi otobüse uzun boylu, ince belli, temiz yüzlü. Yurdun içindeki aynalarda hazırlanışlarım, sonra hiç tadını çıkaramadan hızlı adımlarla ve gerginlikle yurda döndüğüm zamanlar oturuyordu belki içime. Yine suçlamaktan alamadım kendimi. Geçmişin yüklerini sırtımdan attığıma inansam da bunu aşamamışım belli ki. İstasyona yaklaştığımızda indim otobüsten, köşedeki pastanenin yumuşacık biberlilerinin tadını anımsadım. İstasyondan yurda dönüşlerde alırdım. Hazan'la akşam otururken yerdik. O da bazen tatlı bir şeyler getirirdi. Çok soğuk havalarda bile aklımızı kaçırmış gibi kat kat giyinip kahve içmeye, kantinin arkasındaki bahçeye giderdik. O sohbetlerin tadını hiç birşey vermiyor. Hazan'ın paketli küp şekerleri hep aynı açma şekli canlandı gözümde hoşuma giderdi bu durum. Trene bindiğimde fark ettim yorulduğumu. Ne çabuk bitmişti gün. Ders dönüşlerindeki tatlı uyku gibi bir uyku bastırdı. Öyle güzel gelirdi ki çok haz duyardım.