Her şey nasıl da biçimsiz. Ağzımın yüzümdeki konumunu düşünüyorum bazen. Dişlerimin ağzımdaki konumunu. Burnumun ortasız duruşunu. Gözlerimin çöküntüsünü. Kendimi parça parça inceleyince garipleşiyorum. Sence bir şeyi parça parça, detaylı incelemek gariplik doğurur mu?


Ay, pencerenin açıklığından görünmektedir. Işığı iki kez meraklarını çelmiştir. Odada iki pencere vardır. Aslında üç de koltuk vardır ama koltukların hikayede yeri yoktur. Aynı duvara açılmış pencerelere, aya dönük iki ayrı pencereye yaklaşırlar ve ay sarısına büyüye bakar gibi bakarlar. Şaşırırlar rengin koyuluğuna ve hızlıca sigara yakarlar. Son yarım saattir sarılmalarını gerektiren hiçbir şey olmamıştır. Bu yüzden hiç sarılmamışlardır. Yukarıdaki soru bir süre havada asılı kalmıştır.


Soruyu soran saçlarını bozmuştur omzundan. Omzu beyaz, bembeyaz bir avlu gibi açılmıştır.


Diğerinin algısı başka geziniyordur. Buraya sığdıramadığı yanlarındadır aklı. Bir azalmayı sezmekle meşguldür. Bir şekilde aklından kurtulur, ana döner.


Cevabı toparlamaya çalışıyorum... Tamam... Bence bir şeye çok uzun süre bakmak, bakılanı olmasa bile bakma eylemini kıymetsizleştirebilir ya. Bir şeyi görmek. Çok görmek, çok anlamak merakı azaltabilir. Merak yoksa büyü azalır. Büyü yoksa bakmanın anlamı var mı? Ne diyorsun?


Cümlesine ara veren elindeki büyüyü küllüğe bırakmıştır. Sonra tekrar küllüğe uzanmıştır, bir duman daha almıştır üç saniye önce küllüğe bıraktığı büyüden. Koladan yudumlamıştır, tamamen ana dönmüştür. Dışarıda kalmamıştır hiç. Hiç bir şeyi...


Sen etrafının samimiyetine inanıyor musun ya? Mesela soruna verdiğim cevabı samimi buldun mu? Bilmiyorum... kendimi bazen samimiyetsiz yakalıyorum. Sinirimi bozuyor bu.


Konuşan sözünü bitirdiğinde dinleyenin gözleri kapalıdır. Kendini müziğin uzunlu kısalı, rengarenk, yumuşaksüregelen zerrelerine bırakmıştır. Alnı geniştir. Mavi, turuncu bir geçitte, notaların peşindedir aklı. Gülümsüyordur. Ayaklarını sallıyordur. Gülümsemesi biten önce ayaklarını durdurur, sonra tekrar, uygun şekilde canlandırır ve ayağa kalkar.


Cips getiriyorum ben. Bir şey istiyor musun?


Soru soran başını kaşıyordur. Bedeni gevşeyen veya genleşen bir şeye benziyordur. Bakışları ve yüzünün müziği de. Bazı yüzlerin müziği vardır. Bazı yüzlerdeki bazı müzikler bazen gevşeyebilir. İşte bu, oluyordur. Mavi kanepede yarı dağınık oturanın aklı telefona kaymıştır. Bir iki bildirimi yanlış algılar, heyecanlanır. Gerçeği görünce sıradanlaşır. Basitleşir ve konuşur. Gözü telefondadır.


Ben de kola ve buz istiyorum.


Mutfağa yönelen neredeyse dolaba varmıştır. Odada kalan duyulacağından umutsuzdur ama yine de seslenir.


Kırmızı kupaya koyabilirsin. İçine biraz da buz alayım lütfen.


Lütfen diyen gülümsüyordur. Niye, bilmiyordur. Telefonu bırakır, mavi kanepeye uzanır. Şarkıyı değiştirir, sigara yakar. Mutfaktan odaya henüz girenin elleri dolu, yüzü boştur. Aylardır hiçbir düşüncenin sinsiliği yer etmemiştir sanki yüzüne. Bir yokuşta gırtlağı hiç kurumamıştır. Sanki bu sabah saçlarına bakıp ağlamamıştır. Yüzü bomboştur şimdi. Buzlu bardağı lütfen diyene uzatır. Yakınlaşma ikisi için de uzun sürmüştür, ama çok geçmez, bardağın bir noktasında elleri birleşir. Parmak uçlarını beyaz tende gezdirir lütfen diyen. Bardağı diğer elden kurtarır. Bir yudum alır ve ayağa kalkar. O kalkınca oturan için bir yükseklik dengesizliği oluşmuştur. Bir süre buna alışmaya çalışır. Sonra ayağa kalkar. Lütfen diyeni belinden kuvvetle kavramıştır.


Müziğin sesi yüksektir, lütfen diyen umursamaz hiç bunu. Az önce ayağa kalkan, komşuları düşünmektedir.

Komşuları düşünen, lütfen diyenin gözlerine bakar ve parmaklarını omuzlarında gezdirir. Bu sıra lütfen diyen, küllüğe irkilir.


A a, büyümüz bitmemiş bizim.


Aceleyle büyüyü ateşler. Solur. Aradığı yükseklikte değildir, oraya yetişmek ister, gibi başını yukarı kaldırır. İki eli bedenine bağımsızdır ama beli, kalçası, bacakları ve ayakları müziğe ahenklidir. Kıvrılır eti, salınır, sarı sarı parlar. Algısını telefondan çekip, biraz önce düşündüklerinden çekip müziğe dahil olmaya çalışırken etrafında döner. Gülümser, büyüden dumanlar, gözlerini kapatır, kapatır. Büyü sırası az önce ayağa kalkana geçtiğinde büyüyü yeterli kibarlıkla ona teslim eder ve uzaklaşır. Eti kıvrımlıdır, bu halde şortunu indirir. Halıya az öncenin izini bırakır. Biraz izinin şekline bakar, sonra ayak parmakları yardımıyla halıdan uzağa itikler. Bu eylem evi daha toplu göstermemiştir, halıdaki yaşam izini, belki zaman izini bozmuştur yalnızca. Şorttan sıyrılınca ferahlamıştır eti kıvrımlı olan. Üzerindeki uzun gömleğin düğmelerini açmıştır. Boynu ışığa dökülmüştür apaçık. Hareket ettikçe oda loşluğuna açılan meme uçları odayı biraz daha pembeleştirmiştir. -On üzerinden yedi nokta sekizdir oda pembeliğinin oranı. Meme uçları odaya görünmeden önce ise sadece on üzerinden beş nokta altıdır.-


Zamanı pembeleştiren müziğe iyice dalmıştır. Bacakları, beli ve kalçası her şeyden kurtulmuş gibi salınıyordur. Saçları belinden aşağı dökülüyordur. Sanki bir şeyle taşıyordur. Bir şeyleri işaret ediyordur saçları salına salına.


Bacakları, beli ve kalçası her şeyden kurtulmuş gibi salınan, hala müziğin sesini düşünenin yüzüne bakar. Yaklaşır. Yaklaşır. İki durgun çene birbirinin görüntüsüne yavaşça kasılmaya başlar. Gözler birbirine donmuştur. Evren ikidir. İki kişiliktir. Bunu veya buna benzer hiçbir şeyi düşünmeden birbirine iyice yakınlaşır iki baygın göz, iki arzular dudak. Sonra komşuları düşünen, ezberden okur gibi, birkaç adım uzaklaşır. Bu mesafeyi ilk dokunuşu uzatmak için yaratmıştır.


Büyü etkisini iyice göstermektedir. Komşuları düşünen dansını bozmamaya çalışarak ağırca üzerindekilerden kurtulur. Halıya bıraktığı izi umursamaz. Dansının nasıl göründüğünü düşünüyordur. Adımları zamanı pembeleştirene yaklaşır, uzaklaşır. Parmak uçları çok canlıdır. Önce pembeleştirenin saçlarında gezdirir onları. Sonra boynunda, omuzlarında, belinde, kalçasında... Sonra tekrar, tekrar. Gülümsüyorlardır ve bir dansa benziyordur bu. Veya dans ediyorlardır ve bu bir gülümsemeye benziyordur. Bunu hiç düşünmezler. Kasılan dişlerini, ıslanan, katılaşan parçalarının dilini önemserler. Dudakları iyice yaklaşır birbirine, kuru birkaç öpücük dudağın bittiği yerde başlar, yanağa doğru hafifçe devrilir. Devrilir ve sürer. Önce boyun, ardından ense, sonra köprücük kemiği... En son iki pembe ucun kenarlarında gezinir. Hiç dokunmaz ona. Ve geri çekilir. Yarattığı uzaklığa bakıp gülümser komşuları düşünen.


Pembeleştiren oyunu ezbere biliyordur. Uzaklığı artırır. Bir masaya koyar ellerini, etini gerdirir, pürüzsüzleştirir. Sırtını komşuları düşünene döner. Kıvrımları apaçıktır. Gizi yoktur hiç. Gizsiz salınır. Sonra döner, elinde bitmek üzere olan bir büyüyle kıvrım seyredenin gölgesine adımlar. Gölgesiyle oynar onun. Gölgesiyle dans eder. Sonra mesafe yine daralır, iki dudak, iki soluk yine birleşir. Dişler yine kilitlenir. Cümleler içinde inlemeler barındırıyordur. Kaslar geriliyordur. Katılık ve sıcaklık büyüyordur. Bir çoğalmanın sonuna gelip "büyülü ilk"e dokunurlar. Eski bir yenidir bu dokunuşlar. Öyle iç içe geçerler ki, yatağa ancak devrilebilmişlerdir. Büyülü bir ısı yayılıyordur yataktan evrene. Enerji doluyordur loş oda, arzu doluyordur. Islaklık ve katılık doluyordur. Komşuları düşünen komşuları düşünmeyi bırakmıştır. Yumuşak sıcağı özlüyordur sadece. Yumuşak sıcağı iki ince bacağın birleştiği yerde bulur. Gözler yine kilitlidir. Dişler kasıldıkça dudaklar ovalleşmiştir. Zaman zaman beliren küçük diyaloglar oyuna benziyordur. Sıralıdır. Davetkar ve cüretkardır. Pembeleştiren eller çok düşünen ellere tutunur, düşünen gözler unutan gözlere bakar. Biri bir ses savurur o an. Hem söz hem göz bayıktır.


Abi biz iki senedir neden görüşmüyoruz ya?