Yaşarken hissetmediğimiz ne çok şey var. Çocukken düşlediğimiz ve sanki hiç gelmeyecekmiş gibi düşündüğümüz yaşlara geldiğimizi bile fark etmiyoruz. Ne garip bir sancı oysa büyümek. Çocukluk yaşlarımızda düşünü kurduğumuz ve oraya gelince huzur bulacağımızı hissettiğimiz yaşların tamamen huzursuzluk üzerine kurulu olduğunu bilsek bu kadar heyecanlı bekler miyiz sahi o yaşları bilmiyorum. Bu aralar ölmek ve yaşamak arasındaki o ince çizgide gidip geliyor aklım. Ah benim aklım!

Geçtiğimiz günlerde yeni bir yıla girerken herkes coşkuyla -ki heves ve umut dolu bekleyişlerle girerdim yeni yıllara- ben yaşamımda değişen sayıların normalliğine alışmış olarak girdim. Yeni yıla girdikten bir kaç gün sonra tamamen eğlenceli olduğunu düşündüğüm bir anda dehşet veren bir gerçek okkalı bir şamar patlattı suratıma. Bir yaş daha almıştım bu dünyada. Doğduğum günü milat olarak kabul edersek ki bence herkesin miladı doğduğu gündür teknik olarak, ben doğduğumdan beri dünya bir kere daha tamamlayacaktı birkaç ay sonra turunu güneş etrafında ve ben bir yaş daha büyümüş olacaktım. Bu, o an çok korkunç göründü gözüme. Bakınca şöyle geçmiş yaşantıma, elde ettiğim tek şey olmamıştı. Çocukken düşünü kurduğum o yaşı bile geçmiştim çoktan. Okullar bitirmiş, sınavlara girmiş çıkmış, aşık olmuş, ölümle tanışmış, kayıplar yaşamıştım ama tek bir kârım bile yoktu. Ben doğduğum sene dedemin diktiği ceviz ağaçları çoktan kurumuş ve hatta dedem bundan on beş yıl önce ölmüştü.

Dönüp şöyle bir baktım etrafıma, yapayalnız kalmıştım. Bunca ömrümde çok kişi birikmişti etrafıma ama ben yapayalnız kalmıştım. "Kaygılarım başka benim." dediğim yılların kaygıları değişmiş Ahmet Hamdi'nin romanlarına sıkışmıştım sanki. Kendime verdiğim hangi sözü tuttum inanın hatırlamıyorum. Yanıma kalan bu katlanılmaz huzursuzluğun içerisinde her gün boğuluyorum. Çağın meşhur ruh hastalıklarından birinden muzdarip biri olmuş, defalarca intihar mektupları yazmıştım. O yaşlarda, yani intihar etmeyi düşlediğim o yaşlarda, bu düşünceden kurtulmak için kendimle bir pazarlığa oturdum bir gün "Evet öleceksin, bunu tanrının eliyle de yapabilirsin." dedi içimdeki inançlı o kişi ve hemen yapıştırdım cevabı "Peki o güne kadar azap çekerek yaşamak ne kadar mantıklı?" Bu cevabın ardından o arabulucu kişiliğim devreye girdi. Söyledikleri gayet mantıklı gelmişti. Huzur bulmak için kendime bir yaş belirledim ve o yaşa kadar yapılması gerekenler listesi hazırdı. O yaşa geldiğimde o liste en azından yarıya kadar bitmiş olmalıydı ki tanrıya kendimi gönül rahatlığı ile teslim edebileyim. O yaş gelinceye kadar intiharı denemeyi kesecektim. O listedeki şeyler gerçekleşirse ölümüm tanrının istediği vakitte gerçekleşecekti. Diğer ihtimalin ne olduğunu anladığınızı düşünerek sayın okuyucu burada uzun uzun anlatmayacağım. Lakin o yaşa gelmeme iki yıl kalmış ve ben bunca yıldır belirlediğim hiçbir hedefe ulaşamadım, evet tek bir tanesine bile. Bırakın huzuru bulmayı tam aksi yönde bir çukurun içinde kıvranıp duruyorum.

Buraya kadar size anlattığım kişisel huzursuzluktan dolayı üzgünüm. Kaldığımız yerden devam edelim.

Derin bir yalnızlığa gömüledursun hemen o yalnızlıktan kurtulmak için yollar aramaya başlar insan. Kendini özleştireceği birileri, yalnız olmadığının kanıtı benzerlikler hatta ortak acılar... Şairler, yazarlar veyahut ressamlar... Bilirsiniz işte yüreğine dokunacak şeyler. Hadi kurtuldu o yalnızlıktan buldu kendi gibi bir huzursuz, ya sonra? Bir küçük böcek gibi içini kemirip bitiren o acınası duyguyla nasıl baş edeceğini nerden öğrenecek? Hangi okul öğretiyor bunu, hangi düşünür kaleme almış, hangi resme gizlenmiş, nereye gömülmüş bunun sırrı? İşte burada tıkanıyorum sayın okuyucu. Üzgünüm, yıllarca bir o psikiyatr bir bu psikolog koltuğunda bu sorunun cevabını bulmak için çabaladım ama asla bulamadım. İçinde bulunduğunuz bu huzursuzluğu giderecek tek bir şey yok. Üniversite yıllarında bir hocam şu sözleri zikretmişti: "Huzursuzluğu göze alıyorsanız bir şeyler başarırsınız. Huzurunuz kaçmadan bu iş olmaz. Uykularınız kaçmalı, huzurlu olma arzusu uykularınızı kaçırmalı." Kıymetli hocam bu satırları okuyorsanız şayet size sesleniyorum onca yıldır huzursuzluğun koynunda, uyuyabilmek için kutu kutu hapa sarılırken, tek bir şey başaramadım, bırakın o işi hiçbir iş olmadı.

Sayın okuyucu üzgünüm size sunulan bu dünya koca bir yalan ve üzgünüm vadettiğim gibi bir yazı kaleme alamadım.

Kalabalıklar içerisinde yapayalnızım

İçimdeki bu boşluk ne ile dolar

Kavrulur ruhum huzursuzluk pençesinde

Söyleyin bana bir ben mi kusurluyum