Şüpheye dönüşmedin, ortada şüphe duyacağın bir şey dahi göremedin. Buz dolu bardak, dedin, ne çok benzeştik.


Bir vitrinde yansımanı yakalamak, o yansımanın seni yakandan tutup içine çekmesi. Camdan, boyutsuz bir heykel gibi, mimiksiz, duygusuz bir resimsin. Yabancı bakışlar için sergilendiğinde vücudunu ele geçiren ikinci bir hareket. Sanki beynini biriyle bölüşüyor ve komutlarına uymakta direniyor olduğunda seğiren gözün. Seyreden ama dahil olamayan gözün, hep uzak ihtimallerin, hep uzak kapılarında bir adım atamazken renkten renge bürünen gözün. Vitrinlerin elleri yok, bilinçleri, hatıraları da. Ama buradan geçtiysen, bu ikinci yansımayı daha önce yarattıysan istemeden. Ona ikizim diyebilmenin rahatlığı içinde. Kendin gibi bir kamburu biçtiysen yalnız. Unutmalısın. Başka kimse yokken, belki de yeni, hiç aldanmamış bir beden, ilk kez doğmuş ve bir daha hiç doğmayacak o soğuk ten. Bilirsin, bilirler. Kim sustuysa en güzel cevabı taşıyarak. Yüz kere tekrarladığı cümleyi unutup yarım halde. Unutup yanında durmuşları ve söz vermişleri. Yalnızca susup yansımak dünyaya. Keşke bir vitrin camında sıkışıp kalsam dediğinde her sabah.



Uyandın. Tuşlara basıp birinin sesine ulaşabildin. Tek ben miyim acı çeken zamandan. Akış ve durağanlık arasında sıkıştığını hissedercesine, kuşkulu. Sorular sordun. Kekeleyen, bir halt etmeyen cümlecikleri dinlemeden ellerin siper oldu yüzüne. Yine tuşlara dokunup içini dökmeyi denedin, kimseye ulaşmayacak bir iletinin, bir mektubun ilk satırını yazdın. Yerini yadırgayan. Dedin. Zincirlere sarılan. Dedin. Henüz doğmamıştın, yanılmak adının yanına iliştirildiğinde. Eskiyi bugüne taşırmayı denedin, ellerin ufalandı. Böyle soyut anlamıyla değil hem de, birden kurumuş çamurlar, topraklar oldu ellerin. Çorak dedin kendine, acı, içilmez bir suydun.




Ekranı ordan oraya taşırken bir akarsuyun yanında durmayı hiç düşünmedin. Seni durulayacak olan oydu. En arka sıralarda bozduğun gözlerinden manzaraları kaçırdın. Sakındın ve saklanır gibi gülüşlere büründün anlamsızca. Ara sıra denk geldin insan yüzlerine. Varla yok arası, silik insan yüzlerine. Gözlerin ardındaki boşluk seni daha da itti ekrana, orada yaşamaya başladın. Okuyacağın, hep ertelediğin birkaç sayfa vardı. Kapağında bir güvercin resmi, yarım bir boynuzun gölgesi. Ama okumadın. İlk cümleyi yarım yamalak hatırlıyor gibisin ama yok, okumadın. Kendini tepelere çıkarmadın, aşılması zor bir tepeciği seyrettin durdun. Buz dolu bakış, dedin, ne çok benzeştik.



Koridoru yılan gibi kıvrılan bir evdeydin, sanki günbegün daha da yapışan. Daha çok kıvrılan ve daha çok zehirleyen. Duvarlarına bir şey asmadın, yaşadığını gizlemek istedin. Arada bir kahven soğudu, sigaran düştü. Ekran hep oradaydı. Parmaklarının ucunda, birkaç harekete bağlıydı her şey. Kendini onların yerine koyacağın bir sürü hayat içinde. Merak etmediğin ama baktığın. Baktıkça seni bir duvara çeviren o hayatları, o gerçek olmayan gerçekliği izledin, izledin, izledin. Aşağıdan ve yukarıdan. Soğuk bir hisle, dokunsalar kırılacak olan donuk bir yüzle. Bazen ses eşlik ederdi, bazen zonklayan bir şakak haricinde ses yoktu. Ekran oradaydı, senin güvenli limanındı bembeyaz ışığıyla. Arada bir gözlerini kısardın, gözlerini yorardın. Uyku sana ancak böyle ulaşırdı. Mırıltı ve fısıltı gibi. İzlemek seni uyuşturduğunda, herkese uzak bir odacıkta izlemek suçuna düştüğünde, yani kendi zihninin sanrısında. Beyaz her şey. Buz her şey.



Ekran. Elinde, cebinde, masanda, baktığın her yerde, gözlerin neredeyse işte. Bazen uykunda bile. Yürürken, bir bilinmeze koşarken. Harfleri oraya kazıdığında ve bir harf... Bir işarete eklendiğinde, yaşamı bir tuşa bağlı olduğunda, bir dokunuşa. Muhtaçken. Bütün bu ekran yalanı seni yutmadan önce nasıldın, nasıldı tat almak hayattan? Yudumların nasıldı? Yine böyle kesik kesik ve aceleyle miydi yoksa. Nasıldı resimden ve yazıdan ibaret olmayan bir şeye hayretle bakakalmak? Veya gerçek bir çığlık atmak nasıldı? Nasıldı gülmenin karşılığı? Odan yine çok boyutlu bir geceden artakalan enkaz mıydı?



Unutmalısın bunları. Daha büyük, daha büyük bir ekran lazım sana. Beynine yeni bir hareketlilik gerek. Daha sık kurmalısın kimseye ulaşmayacak cümlecikleri. Buz dolu bardakları, buz dolu küpleri başından aşağı boşaltacak yeni bir kırgınlığa hazırsan eğer. Arada bir paran bitti, arada bir elektrik kesildi ve faturan devleşti. Ekransız hayat camdan bakmak kadardı. Birini sevmek gibi kısacık, yıldırımlı bir andı. Bu yüzden unutmalısın. Yığınlaştı önce yatak üstü eşyaları, sonra masaya taşındı. Sonra çöp kovası, seni kolayca tanımlayacak her şeyi içinde günlerce hapsetti. Sonra taştı. Artık dile gelip yeter! dedi. Duymadın. İğrenir bir bakış attın ona doğru ama hayır, duymadın. Tek sen misin acı çeken zamandan?


"Yazgımı buldum, o son olaydan sonra, artık ne yapmam gerektiğini kesinlikle biliyorum. Bu zamana kadar ise, yalnızca bunu geciktirecek şeyler yapıyormuşum. Beni bir tek sen anlarsın. Hani o son olaydan sonra..."


Gerçekten dinliyor musun? Yazgısı gitmekle ilgili bir şeymiş sanırım, dinliyor musun? Silik bir insan yüzü, seni hiç bilmeden, seni hiç sormadan bir şeyler anlattığında saatlerce, mecburen susuyorsun. Ekran seni yutmasaydı, ekran seni bir şeylere inandırmasaydı belki sen de giderdin. Yazgını tutardın, ve belki kendini bir akarsuyun yanına taşırdın. Kıpkırmızı bir atkı boynuna dolanırdı, arada bir eserdi, arada bir yüzüne sıçrayan suya kızardın. Ama üşümek öyle olağan bir şey gibi gelmezdi. Yaşardın sen de gitseydin. Belki affetseydin senden önce gitmişleri. Ve görülmek isteseydin şu siyahlardan kurtulup.


"Biliyor musun, sen ve ben, bir karmaşanın içinde belirgin duran tek gerçeğiz. Diğerleri renkten renge büründükçe, onları her yere kolayca uyumlanan deriler içinde gördükçe seni hatırlıyorum. Hiç değişmedin, zaman durmuş gibi senin için. Ayrı bir yerdesin, sanki görünmez bir tepede. Beni bir tek sen anlarsın, dedim ya, o olaydan sonra iyice karıştım..."


O olayla, aslında herhangi bir olayla hiç ilgin yok. Artık üzülemiyorsun, artık şaşıramıyorsun. Cümle kurmamak için daha sönmeden yenisini yaktığın sigaraların var, dilin öyle işlevsiz öyle fazlalık ki her şeyi aceleyle tüketip kaçıyorsun. Ekran hep orada, sırtını yüzlere döndüğün anda başlıyor. Tanımadığın isimler, sahte birkaç bildirim arasında, eskimiş fotoğrafları hatırlatan yanlış dokunuşlar da hep orada.



Nasıldın, neye güldün, nereden döndün eve? Ya ait olmak, ya emin olmak nasıldı? Buğulu bir camdan yansıyan yüz seni gerçeğe, geçmişe götürdüğünde, yine vitrin ikizinin duruşuna üzüldüğünde. Evet kambur, evet dahil olamayan gözün. Tarihi tekrar tekrar yaşadın, artık kayıtsız, dirençsiz bir karahindiba olmanın anlamını kavrıyorsun. Arada bir isyan etmek de seni var kılmıyor. Beynini biriyle bölüşüyorsun ve ölüyorsun onun için.



Ekran neredeyse orada kıyas vardır. Sen neredeysen orada bir şüphe. Kimsenin sevgisi böyle sonsuza giden bir tren, hiç düşmeyen bir uçurtma değildir. Kimden ne kadar gençtin ve kimin kışı daha beyazdı seninkinden? Ne fark eder. Bitecek, derdin, durmayacak, gelip geçecek ve bir harf... solacak. Senin yüzünde niçin bozuk bir oran vardı? Dağlar gibi, dağlar gibi bozuk bir oran niye senin yüzündeydi hep? Aynan biraz eskiydi, çaban biraz dağınık. Arada bir şansın dönerdi, kendini bulduğunu sanıp kuyulara inerdin. Kuyular da geçecek, dediğinde etrafını yine zincirler sarardı. Arada bir dibe çakılırdın ve hayatındaki yüzleri silerdin. Yarım yüzleri. Sayfasız bir deftere dönerdin. Çünkü fazlaydı, fazlalıktı ve yeterince yıldırım vardı. Değişmeyen bir sendin. Herkes atlarken eşikleri, tepecikleri, sen bir dağ gibi bozuk orantınla onlara üstten bakardın. Bunca çaba seni biraz kırardı. Korkardın ama. Camdan, boyutsuz bir heykele dönüşmekten aşına aşına.



Zamanla çoğalırsın, yığılır düşünceler. Dev planlar yapıp inanırsın, günler günlere eklenir, mümkün görünür her şey. İnanırsın. Kendine bir patika yaratıp aynı çemberi koşarsın. Ve sonra kendinle büyük bir dalaş, o tepecikleri hiç aşmak istemeyen kendinle yumruk yumruğa bir dalaş. Arada bir bitersin, ekran ışığınla aynı çizgide, aynı oranda. Bitmek öyle olağan gelir ki vitrinde bir yansımanı bulamazsın.



Tek seni mi aşındırdı zaman, tek senin mi köşelerin kaldı. Korkardın. Yeni bir sabahtan, bitiverecek korkusuyla yeni bir histen. Silik insan yüzlerinden, yıldırımlı anlardan. Ama en çok dökülmekten. Böyle kelime kelime, anlayış dilenmekten. Çıkmaz bir sokağı koşmak, koşmak, koşmak... Korkardın faydasız emeklemekten. Üst üste maskelerden ve artık iç içe geçmiş hislerden. Kime duyulduğu belli olmayan o yüceler yücesi aşktan, sarmaşan sarmaşıklardan. Kendi zihninin sanrısında, odanın enkazında sen gibi bir duvarı bulamamalarından. Ya kimse gelmezse korkusu işte bu, ya ben de yoksam. Bir vitrin yansımasına sıkışıp kaldıysam. Onun sırtı buz, bunun elleri yaklaşmıyor bana. Dedin. Bu yüzden unutmalısın.



Uyandın. Tuşlara basıp birinin sesine ulaşamadın.