Bir şehri, semti gezerken oranın popüler rotasının dışında, şehir belleğinin gizli olduğu metruk yerleri, arka sokakları, izbe yerleri, köhneleşmiş yapılarını ve yanınızdan geçip giden insanların keşmekeşini yani görünenin ardını keşfetmek gerekir. Bir yeri tanımak için sokak sokak gezmelisiniz, bu geziler özellikle gece vakitleri anlam kazanır. Geceler, karanlık ve savunmasız hissettirir fakat aynı zamanda şehrin gerçek yüzünü de aydınlatır. Beyoğlu'nun Arka Yakasında da usta yönetmen Şerif Gören bize görünenin ötesini, büyük ötekileri gösterir. Beyoğlu'nun gösterenler ağının, imgesel strüktürünü deneyimlememize fırsat verir. Filmdeki sahneler Beyoğlu'nun tarihi bir belgeselini sunarken diğer bir yandan da semtin yeraltı örgütlenmesini göstererek dualist bir anlatı sunar izleyiciye. Filme geçmeden önce Beyoğlu'nun Osmanlı dönemindeki kültürel belleğine değinmekte fayda var çünkü bir semti tasvir ederken oranın belleğinde yatan topofili/topofobiye bakarak mekanın insan üzerinde bıraktığı kalıtsal mirası çözümlemek elzemdir. Galata, Pera ve Haliç kıyıları, Osmanlı'nın sosyo-kültürel ve iktisadi hayatına imparatorluğun son dönemlerinde bütünüyle girmeye başlamıştır. 2. Mehmet'in İstanbul'u aldığı dönemden beri Galata bölgesi gayrimüslim nüfusun çoğunluğunda kalmıştır. Galata'dan, Galatasaray Meydanına kadar uzanan kısım da, karşı, öte yaka anlamına gelen Pera olarak bilinmektedir. Bu bölge bu karmaşık isim terminolojisinden cumhuriyet ile birlikte sıyrılır ve ismi Beyoğlu olur. İstanbul Osmanlı'nın önemli bir ticari merkezi olduğu için Avrupa'dan ve birçok yerden gelen topluluklar, öte yakada yani Pera'da öbeklenir. İngiltere, Fransa, Hollanda ve İtalya gibi ülkelerden buraya gelen tacir ve seyyahlar Levanten diye adlandırılan grubu oluşturmuşlardır. Batıdan buraya gelen Avrupalılar bölgenin demografik yapısını doğrudan etkilemiş ve inşa etmiştir desek yanlış olmaz. Bununla ilgili Peyami Safa’nın Mahşer eserinde şöyle bir bölüm yer alır:

...Beyoğlu'nun birçok sokakları gibi, burada da aykırı bir yabancılık, ecnebi memleketlerin sokaklarına mahsus, bir Türk'e mülâyim gelmeyen sahte ve başka bir seciye vardı.


Beyoğlu'nda süslenip püslenip arabayla piyasaya çıkan genç erkek ve kadınlar, alt takımın sıklıkla gittiği kafeşantanlar ve balozlar, büyük perhiz sonrası ibadet ve eğlencenin birlikte yaşandığı paskalya, karnavallar vs. semtin sosyal yaşantısının panoramasını sunar bizlere. Özellikle 19. yy sonlarında açılan modern oteller, Pera Palas ve ondan sonra açılan Tokatlıyan Otelinde düzenlenen balolar ve eğlenceler Beyoğlu'nun kent belleğinde önemli bir külliyattır. Filmin çekildiği Beyoğlu 70-80 lerin siyasi hareketliliğinin yoğun olduğu bölgelerden biridir. Darbe sonrası Özal döneminde bu alan hem trafiği rahatlatmak hem de Beyoğlu'ndaki uyuşturucu ve fuhuşu minimalize etmek için kentsel yapılanmada düzenlemeye gitmiş, bundan ötürü birçok tarihi yapı içi yıkım kararı verilmiştir. Bu çalışmaların ardından doksanlarda birçok barlar, türkü barlar ve pavyonlar yeniden baş göstermeye başlamıştır. Filmin geçtiği dönemde, darbe sonrası ve 90'ların yeni yüz tuttuğu geçiş dönemine tekabül etmektedir. 


Şerif Gören’in filmografisi lineer bir flowdan daha ziyade farklı konular işleyen, bütünlük içermeyen, filmlerini izlediğimizde, evet bu bir Şerif Gören filmi diyemediğimiz yapımlardır. Auteur yönetmen felsefesinden uzak olan Gören’in bu filmi kıyıda köşede kalmış, tıpkı filmindeki ‘Arka Yaka’ gibi gizli bir hazine niteliğindedir.


Film, işinde, evliliğinde mutlu olmayan, tekdüzelikten bunalmış memur Haydar’ın (Tarık Akan) mesai dönüşünde eşiyle yaşadığı şiddetli tartışma sonrası kapıyı çekerek, Beyoğlu sokaklarının yolunu tutmasıyla başlar. Evden çıkarken kafasında bir plan olmayan Haydar, avare şekilde pek de aşina olmadığı sokakların nabzını tutar. Memur olduğundan dolayı rutin hayatından kaçan Haydar belki de hiç gitmediği sokaklara yönelerek, bilmediği bir maceraya sürüklenir. Haydar bara oturur, bira ve kokoreç söyler, piyango bileti alır ardından etrafı seyre dalar. Artık rutinden çıkmış ve belki de hiçbir zaman yapmadığı-yapamadığı şeylerin keyfini çıkarmaya başlamıştır. Oturduğu sırada yanına yaklaşan çocuk ona Beyoğlu Gecelerinin şifresini fısıldayıverir, ‘Çarli abimi bul’. Çarli (Erdal Özyağcılar) pezevenktir, meyhanelerin, barların, pavyonların simsarı olmuş, taksisiyle bu beldenin zevk navigatörü konumundadır. Haydar’ı randevu evine götürür fakat polisin buraya baskın yapmasıyla her şey sarpa sarar. Ancak Çarli de çareler tükenmez başka bir alternatif olarak birlikte çalıştığı konsomatris Zümrüt’e (Oya Aydoğan) götürür Haydar’ı. Zümrüt’ün eline düşen toy Haydar, yolunmak için biçilmez kaftandır; meyhanelere, birahanelere gidilir ve son durak olarak asıl vurgunun yapılacağı otele varır ikili. Otelde sızıp kalan Haydar, Zümrüt tarafından soyulur, aldığı bütün maaş bir gecede kül olur. Uyanınca çılgına dönen Haydar paranın peşine düşer ve Beyoğlu’nun bilmediği, karanlık yüzüyle nihayet tamamıyla tanışır.

Haydar bu maceraları yaşarken bir yandan da Beyoğlu'nda kültür-tarihi belgeseli çeken film ekibiyle denk gelir ara ara. Özellikle ilk tanık olduğu an çarpıcıdır, Galata kulesinin önünden kendisine doğru koşan beyaz elbiseli, melek formunda bir kadın ona doğru koşar, Haydar’ın gözleri parlar, büyülenir izlerken. İşte Beyoğlu’nun bu gösterilen formuna(beyoğlu'nun gösterileni bu kadındır fakat personası zümrüt ve onun gibilerdir) aşık olan Haydar, semtin bu çekiciliğinin peşinden sürüklenir durur. Film bize Beyoğlu’nun ikircikli panoramasını sunar, bir yanda semtin kültürel tarihinin büyüleyici atmosferi yer alırken diğer yanda konsomatrislerin, pezevenklerin, kuirlerin ve nicelerinin olduğu ‘arka yakaları’ yer alır. Burada bir parantez açmak gerekir, Beyoğlu’nun Arka Yakası aynı zamanda yeraltı filmlerinin oluşumunda öncül teşkil etmektedir. Filmin bu dualist anlatısı, bize madalyonun iki farklı yüzünü gösterir, Haydar da bu iki farklı yüz arasında kafa karışıklığı yaşar, o Galata Kulesinden ona doğru koşan melek formundaki kadını arzularken, Beyoğlu’nun gerçekliği (Zümrüt) suratına tokat gibi çarpar. Belgeselcilerle farklı bir çekimde denk gelen Haydar bu sefer melek görünümünde olan kızı hafifmeşrep bir rolde görür ve ‘’bu rolde oynama, orospuluk sana yakışmamış, sen venüsü oyna’’ diyerek hayalindeki Beyoğlu’nun en azından filmde yaşamaya devam etmesini ister. Düş kırıklığına uğrayan Haydar Çarli ve Zümrüt’ü bulur, kavga eder ve ardından karakola düşerler. Karakola gelen eşi ve çocuklarıyla yeniden rutinine, kavgasına ve bunalımına geri döner, belki de böylesi Haydar için daha yararlı olur, bilemeyiz. Kapanışı Ahmet Ümit’in Beyoğlu Rapsodisi yaparak noktalayalım o zaman: 


“Kiliseleri, camileri, sinagogları, hanları, hamamları, bankaları, giyim mağazaları, kitabevleri, meyhaneleri, birahaneleri, şaraphaneleri, kafeleri, kültürevleri, randevuevleri, sinemaları, tiyatroları, galerileri, vakitleri çoktan dolduğu halde ömür sürmeye çalışan bilmem kaç yüzyıllık inatçı binaları, dar sokakları, kör çıkmazlarıyla Grande Rue de Pera, Cadde-i Kebir, İstiklal caddesi ya da Beyoğlu nasıl adlandırılırsa adlandırılsın burası her gün, her an değişen yeryüzünün en büyük tiyatro sahnesi gibiydi.”