Buzdokuz Şiir Teori ve Eleştiri Dergisi 3. sayısıyla okurunu selamlıyor. Genel yayın yönetmenliğini Hayriye Ünal’ın üstlendiği derginin editörleri arasında Hakan Şarkdemir, Murat Üstübal ve Atakan Yavuz’u; yayın kurulunda ise Burak Ş. Çelik, Hasan Bozdaş, Serkan Işın ve Zeynep Arkan’ın yer aldığını görüyoruz.


Derginin ön iç kapağında Mert Özden şikayetvar.com’un parodosini yapmış. Arka iç kapakta ise Muhammed Yusuf Aktekin Albinn Planninc ile Srdjan Marangunic arasındaki bir satranç maçını şiire çevirmiş: “e4 d6: hamlemi yapıyorum çekiyorum bütün akrepleri mürekkebin kutsa yanılgısından, d4 f6: pedagojik bir geri çekilmeyle gururunu kırmadan okşuyorum, c3 g6: yıkılmadan devrimleşen, sevimsizleşen duvarları, f3g7: para sayıyorum oysa kitle imhalı gül saymalıydım ve terfi etmeliydim acemiliğe…”


Buzdokuz, adından da anlaşılacağı üzere şiiri merkeze alan bir dergi. İçeriğinde bolca şiir olması doğal bir durum ancak uzun zamandır bu kadar iyi şiiri bir arada görmediğimi belirtmek isterim. Özellikle Hasan Bozdaş’ın Yanlış Çizilmiş Bir Gökkuşağı, Burak Ş. Çelik’in Akrilik ve Madalyon Adam ve Süleyman Geleri’nin Bütün Ismarlama Korkuların Kara Gölgesinde başlıklı şiirlerinden birkaç alıntı yapmak yerinde olacaktır.


“çürüme görüyorsan çürüme vardır

.

.

.

herkesin sevdiği bir kanun koyucu var

kolu kendisinden ayrı gömülen

ısrarla ayrı gömülen

merhaba kolumu sergileyelim” (Hasan Bozdaş)



 

“ürüyoruz. ne güzel

her saat başı ürüyoruz ne güzel

yine de paçalarında karbon fabrika

madalyon | adam. madalyon adam

bir kızı öpüyor palet başında

bir kız bir madalyonu

üretim. çark. dönüyor dünya

ne güzel” (Burak Ş. Çelik)



 

“Çin’den Amerika’ya kol kola mesafesiz

Kendini görünmez sayan bir el habire uzayor

Laboratuvar bacaları bilim kokuyor,

Son sürat yayılıyor her neyse o şey ve fakat

Durmadan sızlıyor bütün direkler” (Süleyman Geleri)





Dergiye katkı veren diğer şairler ise şöyle: Zeynep Arkan, Zeynep Tuğçe Karadağ, Süleyman Berç Hacil, Yunus Emre Altuntaş, Özgür Ballı, Süreyya Evren, Onur Ocak, Ümit Erdem, Mehmet Mümtaz Tuzcu, Osman Özbahçe.


Derginin söyleşi bölümünde ise Murat Üstübal’ın Güven Turan ile 60’lı ve 70’li yıllar şiiri ve dergiciliği üzerine yaptığı söyleşi yer alıyor.

 

Bu sayının dosya konusu “Mitten Yana Mite Karşı” şeklinde belirlenmiş ve şiir-mit ilişkisi farklı açılardan irdelenmiş. Hayriye Ünal "Büyük Şair Miti" başlıklı yazısında erkeğin nasıl büyük şaire dönüştürüldüğünü tartışmış. Ünal’a göre erkek “her ne kadar ona görünüşte meşru olarak intikal etse de cinsinin esasen bir gasp olan mirasını yoluna döşeyerek imajını inşa etmiştir.” Bununla birlikte Ünal miti sömürü ve tahakkümün temel argümanı olarak konumlandırır. Erkeğin iktidar ilişkileri, ideolojik eylemler, kalabalıklar ve insan topluluklarının” onayıyla büyük şair oluşuna dikkat çektikten sonra büyük şair mitini pekiştiren 12 simgeyi tartışmıştır: Tarih, sanat, roman, folklor, dil, mimari, meydan, onanma, giysi, alet, ses, iffet ve arzu.


Atakan Yavuz derginin çeviri editörü. Bu sayıda Sven Lütticken’in çeşitli mit kuramlarını tartıştığı “Kartaldan Tüy Çalmak” başlıklı yazısını Türkçeye çevirmiş. Çeviri bir bakıma derginin “teori” kısmının altını dolduran bir yazı ancak burada yapılan doğrudan bilgilendirici yazı dışında mitle ilgili ansiklopedik ve vikipedik bilgi de es geçilmemiş. Kaldı ki dergide yer alan diğer teorik yazılara da nispeten “akademik” bir dil hâkim ve Aristoteles’ten Roland Barthes’e, Levi Strauss’a, İbn-i Sina’dan Yunus Emre’ye geniş bir yelpazede alıntılarla karşılaşıyorsunuz. Yer yer kendinizi ciddi bir felsefi tartışmanın ortasında hissettiğiniz oluyor. Bu durum sadece konunun “mit” oluşundan kaynaklanan bir tesadüf değil, genel olarak derginin önceki sayılarında da bu eğilimi görmek mümkün.


Musa Günerigök’ün "Mit ve Mitogelem" başlıklı yazısı ayrıca incelenmeye değer bir nitelikte. Günerigök, İbn-i Sina ve Aristoteles’in mit hakkındaki görüşlerini ele aldıktan sonra sözü mitogeleme getirir. “Mitogelem en basit anlamıyla mitin yeniden yorumlanmasıdır/kurgulanmasıdır.” Antropolojik çalışmaların başında mitlerin tekil ve ilkel topluluklara özgü olduğu varsayımına karşın, ilerleyen süreçte mitin zaman ve mekandan bağımsız olarak “kendini yenileyen, farklı mekanlarda farklı şekillerde tezahür eden bir fenomen olduğu gerçeği baskın fikir olmuştur.” Günerigök'ün söz konusu yazıda ayrıca mit, psikoloji, nefs, mimesis, imge-hayal ilişkisini tartıştığını belirterek gerisini meraklı okuyucuya bırakalım.


Derginin teori bölümünün bir diğer yazarı ise “Yoksa Siz Hala İlhamla mı Yazıyorsunuz?” başlıklı yazısıyla Ertuğrul Rast. “Mit kelimesini gerçeğin(hakikatin) karşıtı ya da yanlış hatta genellikle bile bile yanlış olan bir inanç ya da açıklama anlamı ile ele alırsak günümüz (modern) şairinin ilhamla şiir yazdığı iddiasına ‘mit’ diyebilir miyiz?” sorusuyla başlayan yazı; şiir/şuur ve ilham; poesis ve ilham; gaybet ve ilham; ilham ve vahiy; keşf ve ilham; doğaçlama ve ilham; otomatik yazı ve ilham ile modern şiir ve ilham alt başlıkları çerçevesinde “analitik aklın devrede olduğu bir şiir yazma sürecinde” modern şairin ilhamla şiir yazma çelişkisini ele almış. Rast’ın yazısı her ne kadar soruyla başlıyor gibi görünse de aslında bir varsayımla yani analitik aklın ve bilimselliğin tekniğiyle ve bir miti ötekileştirirken yerine başka bir mit ikame ederek başlıyor. Doğrusu bu varsayımla konuyu birkaç yüz yıl tartışsak Ertuğrul Rast yine haklı çıkacaktır. Çünkü yazıya başlarken varsayımını-mitini ortaya koymuş ve tartışmanın çerçevesini belirlemiştir. Dolayısıyla kendisine güvenli bir "mitolojik" alan oluşturmuştur. Ancak biz varsayımı yani miti fark ettiğimize göre miti zorlamaya çalışabiliriz. Detaya girmeden ilham ve vahiy ikilisine değinmek yeterli olacaktır. Rast’ın “İlhamı Tanrı’dan insanlara gelen bilgi, vahyi ise Tanrı’dan peygamberlere gelen bilgi” şeklinde tanımladığını görüyoruz. Her iki bilgi türünde de insan ya da peygamberlerin iradesi olmadığından bir tür pasiflikten bahseder ve ekler: “Etimolojik köken itibariyle şuurdan gelen şiirde ise irade çok net bir biçimde” ortadadır. TDK’ye göre ilhamın Türkçe karşılığı “esin.” Esin ise, “Etkilenme, çağrışım veya içe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu, düşünce, ilham[i]” olarak tanımlanmış. Bununla birlikte vehbi şair-kesbi şair ayrımında değindiği pasif şair-aktif şair (bu tanımlamalar bana ait ve buradaki ayrım şiirin bir tür doğaçlama yahut aşkınlık haliyle ya da aktif olarak şiire müdahale etme, şiir üzerinde çalışma tekniğiyle yazılıp-söylenmesi üzerinedir) olarak nitelendirebileceğimiz ayrımda da ilhamla şiir yazmanın ikileminden bahsederken şiir üzerinde aktif bir söz sahibi olmayı öncelediğini görüyoruz. Rast’ın bir tasavvuf terimi olarak ele aldığı ilhamın örneğin; bir dervişe gelmezden evvel o ilhama maruz kalan dervişin çektiği “çile”ye ve “seyri sülük”üne bakılması gerektiği gerçeğini göz ardı ettiği-kaçırdığı kanaatindeyim. Gerçekten hiçbir şey yapmadan durduk yere mi “ilham” dervişe isabet etti, yoksa ilham isabet etmeden evvel derviş ilhamı kesb mi etti? Kaldı ki peygamber dahi vahiy almadan önce Hira’ya çekilmiştir. Çilesi yahut seyri sülükü olmadan durduk yere ilham ya da vahiy almak ya büyük bir tesadüf veyahut büyük bir haksızlık olurdu. Her iki ihtimal de ne akla ne de dini retoriğe uygun.



Bir başka poetik yazıda Hakan Şarkdemir "Mit: Batıl Hakikat" başlıklı yazısında mit’in neyin üstünü örttüğünü sorgulamış. Şarkdemir’e göre “Mitin bizden çaldığı şey hakikattir.” Buna göre mitin temel amacı hakikati gölgelemektir. Mit hakikati ortadan kaldıramaz ancak onu tahrif eder, olduğu şey olmaktan çıkarır ve başka bir şeymiş gibi tekrar bize sunar. “Mitsel düşünce hakikati bağlamından koparır; anlamı, gerçeklik algımızı bozacak tarzda ideolojik bir bağlama hapseder.” Bu tahrifatla başa çıkmanın yolu da miti bağlamından koparıp başka bir bağlama dönüştürmektir. Bunu başarabilecek tek unsur ise “…tahakküm zincirini kırabilecek tek insani yapı, temelini çıkarsızlıkta bulan bir sanat ya da karşı kültür yapıtı olarak şiir”dir.

Şarkdemir; “‘Hesapçı düşünme mercii’ olan akıl ile ‘insanların özgürce birlikte yaşayabileceği ideası’na yönelen aklı ayırt edebilmek için ölüme ve saadete düşman olan Odysseus ile ölüme ve sevgiye kucak açmayı öğrenen Deli Dumrul’u” karşılaştırır. “Odysseus örneğinde aldatmak hüner göstermek, adeta alt etmenin, kontrol altına almanın bir bahanesi olarak toplumsal bir norma dönüşür.” Buna karşın Deli Dumrul’un yolculuğu “mitlerin yıkılışı, zorbaların ölümü ve benlikten sıyrılış" şeklinde gerçekleşir. Odysseus yolculuğu sırasında yoldaşlarını geride bırakan, tanrılara kurban sunan, varlığını korumak adında bencilce kararlar alan bir karakterken Deli Dumrul “kul” olma bilinciyle benliğini feda ederek iflah olur. “Canana candan vazgeçerek varılır.” Devamında ise mit-bilim ilişkisi bağlamında, aydınlanmanın mitleri def etmek gayesiyle yola çıkarak sonunda aydınlanmanın kendisinin mite dönüştüğünden bahseder. “…aydınlanma, mite gerilemiş; mit ise, aydınlanmanın bakmaya tahammül edemeyeceği bir aynaya dönüşmüştür.”


Hakan Şarkdemir’in yazısı bir dergi için nispeten uzun ve gittikçe dallanıp budaklanan bir yapıda. Buna rağmen okuyucuda bir dağınıklık hissine sebep olmuyor. Yazar özgürlükten, Odysseus’tan, Deli Dumrul’dan, tahakkümden, göstergebilimden, delilikten, akıldışından, hesapçı akıldan, çıkarsızlıktan bahsederken kelimelerin havada uçuşmasına sebep olmuyor, aksine söylemek istediği asıl fikre yaklaşmak için bu durakları birer uğrak olarak kullanıyor. Bu nedenle yazıdan alıntılar yapıp uzun uzadıya tartışmak yerine özelde Şarkdemir’in yazısı genelde ise Buzdokuz dergisine aşağıdaki eleştirileri dile getirmek mümkündür:


Buzdokuz’un mitleri yıkmaya çalışırken aslında yıktığı mitlerin yerine yeni mitler ikame etme çabasında olmadığını söylemek mümkün müdür? Bu durum sadece Buzdokuz'un değil bu amaçla yola çıkan herkesin karşı karşıya kalacağı bir paradoks. Hiçbir sistematik düşünce, hele ki belirli bir grup ya da topluluk tarafından paylaşılıyorsa, ideolojik ya da mitolojik olmadığını iddia edemez. Bugüne kadar birçok şair ideolojiyi küçümsedi, ideolojinin şiiri sınırlandırdığından dem vurdu. Ancak bu iddialar genelde sahiplerine geri döndü. Bunun en tipik örneği İsmet Özel’dir. İsmet Özel ideolojiye ettiği onca laftan sonra (kendi köşesine çekildi dersek doğru olmaz, aktif bir yazı hayatı hala devam ediyor) kendi “kliğine" çekilip bir ideoloji kurdu. Bana kalırsa büyük bir ideolog ve birçok konuda kendisiyle hemfikirim. Ancak son tahlilde dışardan bakınca kendi sistematiğini kurmuş, neredeyse belirli yasaları olan bir ideoloji oluşturdu. Yani Allah sözün sahibini de iddiasından vurmuş oldu. (bkz: Allah insanı iddiasından vurur.[ii])


Kanımca ideolojilerin devingen oldukları sürece, bir tehlike ya da sığlık arz etmekten çok üretime, fikirlerin çeşitlenmesine ve derinleşmesine katkı sağladığını söylemek mümkündür. İdeoloji bir bid’at ve hurafeler bütününe dönüştüğünde, hareket kabiliyetini kaybettiğinde, donduğunda, kalıplara ve sloganlara mahkûm edildiğinde ise evet, burada bir kısır döngüden, sığlaşmadan bahsetmeye başlayabiliriz.


Hakan Şarkdemir'in imgeden bahsederken hezeyanlara değindiğini görüyoruz. Ben de şahsen serbest çağrışımlardan mülhem olarak bu tip şiirleri serbest hezeyanlar olarak adlandırıyorum. Şiirin çoğu zaman irrasyonel olduğu doğrudur ancak bu akıldışılığın bir dengeye ihtiyacı vardır. Her türlü tenkitten, sorgulamadan azade sınırsız bir serbestlik ortamında ortaya çıkan imge başıbozuk taylar gibidir. İmgenin, çağrışımın ve “deliliğin” ehlileşmesi gerekir.


Bununla birlikte Buzdokuz bir teori dergisi aynı zamanda. Şarkdemir’in de bilim-mit ilişkisi üzerine söylediklerini yukarıda yazmıştım. Burada bilimin temelde “teoriler”den oluştuğunu hatırlatarak mite dönüşen bilimin aracı olan teoriyi kullanarak egemen miti desteklemeden yahut yeni-karşı bir mit üretmeden teorik tartışmalara girmek ne kadar mümkün sorusunu tekrar sormak gerekir.


Mitlerin genel anlamda hakikati perdelediği konusunda Şarkdemir ile hemfikir olmakla beraber, neyin mit neyin hakikat olduğunu bir de hakikatin ürettiği “olumlu” mitler olup olamayacağını göz önünde bulundurarak tartışmak gerekebilir. Her mit bir hakikatten doğar. Sonunda ise hakikat görünmeyecek kadar uzakta kalmış, onun yerini kurgular ve fantaziler almıştır. Yani mitin günümüzdeki esas görünümü hakikati mit, miti hakikat olarak gösteriyor oluşundan kaynaklanıyor gibidir.


Hakikatten bahis açılmışken, hakikat biricik olsa da hiç kimse hakikat şudur, temsilcisi de benim demeye muktedir değildir. Hakikate ulaştıran birçok yol vardır ve her birimiz bu yolların bir kıvrımında hakikati kovalar dururuz. Yanılgı hakikate giden kıvrımlarda karşılaştığımız işaretleri hakikatin kendisi sanıyor oluşumuzdan kaynaklanıyor. Nitekim şair bir hakikat kovalayıcısıdır. Çünkü hakikatin kendisi; yaklaştıkça uzaklaşan, yakaladım dediğimiz an elimizden kaçıveren ürkek bir ceylandır. Hakikat "Kovaladıkça kaçan ateş böceği"dir.


Herhangi birimiz hakikat bu değildir dediğimizde, yerine ya başka bir hakikat ikame eder ya da ortada bir boşluk oluşmasına sebep oluruz. Teklifsizliğin yahut teklif sunmanın zor olduğu zamanlarda o boşluk büyük bir sığınaktır hakikat kovalayıcıları için. Ancak boşluk kalıcı olmamalı ve bir teklifi en kısa zamanda doğurmalıdır. Aksi takdirde boşluğu dolduran yine hurafeler olacaktır. Yani bir şeyin hakikat olmadığını iddia etmek herhangi bir şeyin hakikat olduğunu iddia etmekten daha ciddi bir iştir. Bu bir anlamda bir şeyin yokluğunu ispatlamaya çalışmak gibidir. Teklif ise her zaman başka bir mit inşa etmenin ilk adımı olmaya teşnedir. Yine de şairin dediği gibi: “Herkes kendi masalını yıkmalıdır.[iii]”



Sonuç olarak Buzdokuz’un 3. sayısı kaliteli şiir ve ufuk açıcı yazılarıyla dikkat çekiyor. Özellikle şiirin yanında esaslı bir poetik tartışmanın varlığı, karşımızda ne yaptığını bilen bir ekibi işaret ediyor. Şiir ve poetika meraklıları için zevkle okunacak bir sayı.





[i] https://sozluk.gov.tr/

[ii] Özel, İ. (2010). Evlenseydik Boşanacaktık, İstanbul, Şule Yayınları.

[iii] Özel, İ. (2014). Waldo, Sen Neden Burada değilsin?, İstanbul, TİYO





Yazar: Rıdvan Temiz