Kadın uyandı. İçine çekildiği, hatırlamadığı o rüyalardan birini mi görmüştü? En son canı bir şeye mi sıkkındı da böyle huzursuzdu? Açıklayamadığı bu gerginliği üzerinden atmak için biraz daha uyumaya çalıştı. Günlerden cumartesiydi. Çok işi vardı. Gözlerini açtı ve gece uyuduğu yerde olmadığını anladı. Korkuyla etrafına baktı. Her şey tanıdıktı. Daha önce burada uyandığı çok olmuştu. Komodinin üzerinde ne olduğunu bakmadan sayabilirdi. Çalar saat ötmeye başladı. Hızla kapattı. Tanıdık duygu kapladı içini. Ayağa kalktı. Üzerinde eski pijamaları vardı. Aynaya baktı. Korkuya kapıldı. Elleri titremeye başladı. Kendi kollarına, ellerine baktı. Neler oluyor diye düşünürken kapısı çaldı. “Kalkmadın mı hâlâ geç kalacaksın,” dedi birisi. Telefonuna ulaştı. Tuşları zar zor bulup takvime baktı. Kapı açılıp annesi “Kalktın demek. Hadi hazırlan kızım,” dedi annesi. Zorla gülümsedi. “Tamam,” dedi. On yedi yaşına geri dönmüştü. Hiç ses etmedi. Çok çişi gelmişti. “İşemem gerek önce,” dedi. Sesinin tonuna, toyluğuna şaştı. Tuvalete gitti. Bir zamanlar yaşadığı bu evde yabancı gibi hissediyordu.

       Yüzünü özenle yıkadı. Birçok sivilce izine rahatsız halde baktı. Yüzüyle oynamayı bırakalı çok olmuştu. Bulduğu merhemi sürdü. Okul üniformalarını giyerken “Keşke hep böyle zayıf olsam,” dedi içinden. Arada kendini çimdikliyordu. Canı acıyordu ama rüya bitmiyordu. Babasının seslendiğini duyunca hemen gitme isteği duydu. Odaya kapanma ile gitme arasında kaldı. Duraksamadan sonra babasına koşup sarıldı. Babası onu yine yedi yaşındaymış gibi sevdi. İşe gitmek üzere çıktı. Kesik kesik nefes alırken kedisini gördü. Bu yaşlı bunağın minnacık halini görünce dayanamayıp sevmeye başladı. Kıyafetleri kırıştı. Saçları bozuldu. Annesi azarlayınca yerden utanarak kalktı. Masadan bir ekmek aldı. Bir yandan da annesine bakıyordu. Ekmeğe domates, peynir ve salatalık ekleyip yemeye başladı. Beyaz unu tamamen sildiğini hatırladı. Çok acıkmıştı. Hızla yemeye başladı. Bedeninin hızına yetişemiyordu. “Neyin var bu sabah? Hasta oldun herhalde,” dedi annesi. Ellerini alnına koydu. Kadın geri çekildi. “Bir şeyim yok anne. İyiyim,” dedi. Yemeğini yediğinde geç kaldığını ve okula bırakabileceğini söyledi annesi. Minnettar kaldı kadın. Yolu şaşırmaktan korkuyordu. Daha önce burada ve bunları yaşamasına karşın hiçbir şey net değildi. Okuluna ne zaman gidip ne zaman dönüyordu? Okula gitmesi ne kadar sürüyordu? Yolda birini görse tanır mıydı? Arabada giderken her şeyin tanıdık olduğunu anladı. Daha dünmüş gibiydi zaman. Yollar, dükkânlar, renkler, sesler… Anın verdiği hisler bile aynıydı. “Ne düşünüyorsun?” dedi annesi. İyi olduğuna inanmamış gibi bakıyordu. Kadın annesine bakınca ne kadar benzediklerini anladı. Yutkundu. “Uykum var anne,” dedi. Neler olduğunu ona anlatacaktı ki okula geldiler. Bacakları titreyerek okula gitti. Artık görüşmediği arkadaşını görünce sevindi. Hem tekrar gördüğü için hem de nereye gideceğini unuttuğu için. İlerledi. Sınıfının sırasına girdi. Zil çaldığında içeri girdiler. Sonra kimsenin yönlendirmesi olmadan merdivenleri çıkıp sırasına kadar gidebildi. Bir robotun içinde olduğunu sanıyordu. Çantasını açtı. Tüm kitap ve defterleri yerindeydi. O günün ders programını hatırladığını fark etti. Sevindi. Ağlama hissi ile karışık mutlulukla dersleri dinledi. Bu sefer konular daha aşinaydı.

           Gençlik ateşi adı altında hormonları çok cesurdu. Yine de arkadaşları ile tost yerken coştu, öğretmenlerinden dert yandı, yakışıklı erkekleri eskisi gibi göz ucuyla süzdü. Geçmiş günleri özlemle tekrar yaşıyordu. Durumun geçici olmasını umuyordu. Şu an ne kadar mutlu olduğu önemli değildi. O özgür bir kadın olarak yaşıyordu. Bu geri dönüşün anlamını merak ediyordu. Yapması gereken işler onu bekliyordu. O moruk kedinin tek başına neler yaptığını, görüşmesi gereken arkadaşının kendisini bulamamasının verdiği korkunç şeyler… Sabah kendi yatağında uyanmadığında sessizce ağlıyordu. Gece yatarken bu anılar için şükran duyuyor, sabahı umutla bekliyordu. Bu bir simülasyon muydu? Yıllardır yaşadığı, hayat dediği şey bir deney miydi? Korkunçtu ama öyle olmasını diliyordu. Çünkü verecek başka bir cevabı yoktu. Eve geldiğinde işlerini hallediyor, ev temizliğine yardım ediyor hatta bazen yemek bile yapıyordu. Ailesinin bu şaşkınlığına “Canım çekti denemek istiyorum,” diyerek cevap veriyordu. Sakin, olgun tavırları ailesini endişelendiriyordu. Birdenbire değiştiğinin kendisi de farkındaydı. Gel gelelim bu durumdan birine açtığında inanacaklarını sanmıyordu. Buna kim inanırdı ki? Akıl hastanesine kapatılmak istemiyordu. Yaşadıkları yetiyordu ona.

 

           Yeni hayatına değil ama bu garip duruma ayak uydurmaya başladığında geçmişi daha tadında yaşamaya karar verdi. Tarih öncesi gibi gelen bilgisayarının başına geçti ve ne olduysa yazdı. Yapılacaklar listesi de hazırladı. İleriye dönük planları yaparken büyük zevk aldı. Bittiğinde ağır bir yükü sırtlanıyor gibiydi. Dosyayı şifrelemeyi unutmadı. Şifresi de geldiği günün tarihiydi. Ardından odasını toplamaya başladı. Gereksiz ve zevksiz moda saçmalıklarını attı. Diğer kıyafetlerini özenle yerleştirdi. Bu çalışmasına annesi hayretle bakıyordu. Duş aldı. Banyodan çıkarken banyoyu temizleyip çıktı. Annesi gibi... Üzerine bir eşofman, siyah bir tişört giydi. Kafasına havludan saç bandı takmıştı. Ihlamur demledi ve ailesi ile televizyon izlemeye başladı. Babası kızının ne kadar büyüdüğünü görüp gururlandı. Televizyonda haberler vardı. Kadın anında bir şey hatırladı. Ertesi gün deprem olacaktı. Her sene aynı geceyi uykusuz geçirecek kadar korktuğu bir akşamdı. Neyse ki çok şiddetli değildi. Bu deprem, kadının yaşadığı ilk afetti. O bunları düşünürken annesi hâlâ onu süzüyordu. “Ne zamandan beri ıhlamur içer oldun kızım? Hasta olduğunda bile elinden kola düşmez oysa,” dedi. Bakışları öyle dikkatliydi ki kadın ürktü. “Bugün bir öğretmenimizle muhabbet ettik. Kolanın dişlere nasıl zarar verdiğinden bahsetti. Şeker yani. Ya da öyle bir şeyler söyledi. Çayda da kafein çok varmış,” dedi. “O öyle anlatınca bir tiksinç geldi ki midem bulandı yani,” dedi arkadaşlarının konuşmasını taklit ederek. Bir zamanlar kendi de öyle konuştuğu için içten içe utanıyordu. Annesi inanmamış gibiydi ama başka bir şey demedi. Kadın da bunun üzerine babasından Aşk-ı Memnu dizisini açmasını rica etti. Annesi diziyi izlerken uyuyakalınca rahat etti. Onun üzerine battaniye örtüp odasına çekildi. Yarın gece gerçekten de afet olacak mıydı? Gerçekleşirse kesinlikle geldiğini kanıtlamış olacaktı. Korkudan ve bilinmezlikten kafayı yemek üzereydi.

Ertesi gece saat ikide uyandı. Zaten doğru dürüst uyuyamamıştı. Mutfağa gidip pencereden dışarı baktı. Şehir ne kadar da huzurlu görünüyordu. Görüntü ile gerçeklik arasında çok fark vardı. Bunu bir kez daha düşündü. Buzdolabına uzandı. Sürahiyi alıp yere fırlattı. Korkudan çığlık attı. Ayakları dahil her yer cam kırığı olmuştu. Annesi ve babası hemen yanı başında bittiler. “Elim kaydı. Ne olduğunu anlamadım. Özür dilerim,” dedi. Çok korkmuş gibi yapmaya çalışıyordu. Aslında korkusu daha derindeydi. Uyku mahmurluğunda ne annesi ne babası fark etti bunu. “Sana bir şey olmasın da kızım. Ayaklarına dikkat et,” dedi babası. Daima nazik olan babasına bakıp gülümsedi. Annesi zaten hemen cam kırıklarını temizlemeye girişmişti. Yerler süpürülene kadar terliksiz gezilmemesi gerektiğini ikinci kez anlattı. Yatmaya giderken yer birden sarsılmaya başladı. “Deprem!” diyerek babasına atıldı. İçinde olduğu on yedilik mi korkuyordu yoksa travmanın etkisinde miydi anlamadı. Hemen dışarı koştular. Tehlikeyi atlatmışlardı. Yine de sabah olana kadar eve giremediler. Kırılan eşyalar, korkular, ağlayan çocuklar, endişeler derken insanlar bir şekilde sabahı ettiler. Güneşin doğuşunu hüzünle seyrettiler. Evlerine döndüklerinde tekrar deprem olacak diye tetikte bekleyenlere inat rahatça yatağında uykuya daldı. Geleceğe göz kırpıyordu artık.

Başına her ne gelmişse gelsin, tekrar çocuk olmak güzeldi. İyiden iyiye kabullenmişti. Şimdi yazdığı planları hayata geçirme vaktiydi. Cildini düzeltmek için annesiyle doktora gitti. İlaçları ve kremleri düzenli kullandı. Derslerine daha çok çalıştı. Öncekine kıyasla daha iyi bir üniversiteye gitmek istiyordu. Parasını biriktirdi. Göze batmayacak ama devamlı gerekecek eşyaları biriktirdi. Sanki evleniyordu da çeyiz düzüyordu. Arkadaşları arasında da tasarruf yapıyordu. Kimisini daha yakın tutuyordu kendine. Kimisini de görmezden geliyordu. Anlaşamayacağı kişileri daha iyi seçiyordu. Sonra, kimsenin işine burnunu sokmuyordu. Baharın tadını gezerek, koşarak çıkarıyordu. Gezilere mutlaka katılıyordu. Annesinden, kütüphaneden, kitapevinden aldığı kitapları çimlere uzanarak okuyordu. Sinemaya götürmesi için babasını sıkıştırıyordu. Okuduğu kitabı izlediği filmi hatırlasa da okurken ya da izlerken sanki anıları siliniyordu. Bu sayede o ilk heyecanı koruyordu. Bunun hem iyi hem kötü yanları vardı elbette. Geleceği bilmenin verdiği mutlulukla çevresindekileri şaşırtıyordu. Herkes değiştiğinin farkındaydı ama hiçbiri bundan şüphe etmedi.

Derslerine o kadar çalıştığı halde yine aynı üniversiteyi kazandı. Aynı bölüm hem de... Babasının ısrarlarına dayanamayıp yaptığı tercihin tutacağını kestiremedi. Konuştuğu, bulunduğu ortamı da değiştiremiyordu. Sınıfa ilk girdiğinde bütün arkadaşlarını çoktan tanıyordu. Bütün isimleri hatırlamasına şaşırdı. Kendini soyutlayarak devamlı bir köşede dersleri dinledi. Konuları, sınavları hatırlamıyordu ama hocaların nasıl sorduğunu hatırlıyordu. Tekrar derslere girmek işkence gibi geliyordu. Arkadaşlarının toy kafalarıyla çıkardıkları gürültüler ve öğretmenlerinin hadsiz tavırları. Hepsi onun için ses kirliliğiydi.

Lise bittiğinde tuhaf bir acı duymuştu. Ailesinden ayrıldı, arkadaşları çoktan başka yerlere dağılmıştı. Onlarla yeteri kadar vakit geçirmediği için üzülüyordu ama buna yani özgürlüğe çok ihtiyacı vardı. Uzun ısrarlarla eve çıkmayı başardı. Son zamanlarda ailesinin güven duyması güzeldi. “Arada beni görmeye gelirsiniz. Burası ikinci evimiz olur,” dedi. Ufak yerleşkesini kurup ikinci yaşamındaki ilk değişimi tattığında mutlu oldu. Birikimleri çok işe yaramıştı. Okulu için gerekli kitapları bulmaya ve okumaya başladı. Okuma alışkanlığını geç keşfetmek onun belki de en büyük pişmanlıklarındandı. Onca zaman okumadan boşa gitmişti. Okunacak çok şey vardı da zamanı yoktu. Açığı kapatmaya çalışıyordu.

Kısa zamanda derslerinden iyi geri dönüşler alıyordu. Ambargo kalkmış olmalıydı ki dersleri çok daha iyi anlıyor, sınavlarda istediği nota ulaşıyordu. Ailesi onun bu hırsına adeta bayılıyordu. Kadın ikinci dönem biterken işe girdiğinde de söz etmeye gönülleri el vermedi. “Tatilinizi bu sene burada yaparsınız, ben de bir hafta izin alırsam okullar açılmadan gelirim,” diyordu kadın. Onları memnun ettikten sonra daha özgür olabildiğini fark etmişti. Yavaş yavaş kendine geliyordu. Olgun kadın ruhunu bedenine de yansıtıyordu. Bir şey hariç... Her zaman kendine müslüman erkeklerden uzak dururdu. İnce eleyip sık dokurdu. Bunun yerine ilk sevgilisini gördüğünde pas vermedi ve daha zıpır biriyle birlikte olmaya başladı. Dövmeleri anlamsız, ne giydiğine dikkat etmeyen, dünyayı umursamayan biriydi. Her zaman doğru erkeği arayan biri için gençliğin bu tavırsız duruşu da bir hürlüktü. Ev tutma, işe girme ve zıpır sevgili ile önceki hayatını tekrar ettirmiyordu. Yine de zıpır sevgiliye tahammülü kısa sürdü. Kokuyordu.

Çok geçmeden tek gerçek aşkına yeniden, tertemiz şekilde vuruldu. Wan her zaman onun için mükemmel bir ölçü olmuştu. İkinci kez üzüleceğini bilse de âşık olmak çok güzeldi. Annesi bile bu ilişkisinden kuşku duymuştu. Yirmi yaşında kızının aşkı yaşamasını istiyordu, acı çekmeden elbette. Wan ne kadar “büyük aşk”ı olsa da sık sık üzüyordu onu. Ana yüreği aşk acısı çekmesine de kıyamıyordu. Bir hafta sonu Wan ile tanışmak için yanına bile gelmişti. Babası için için üzülüyordu. Kızının büyümesine engel olamamaktan dolayı. Kadın Wan için neden bu kadar kendini hırpaladığını düşündüğünde ilkin bir cevap bulamadı. Yavaş yavaş idrak ettiğinde ise çok âşık olduğunu anladı. Ona ikinci defa âşık oluyordu olmasına da aşkın ne nedenli dikenli olduğunu yeni öğreniyordu. Fazla özveride bulunuyordu. Wan ona göre mükemmel olsa da doyumsuzdu. Şimdiye kadar kurduğu hayatı alt üst edecek kadar ona ilgi duyuyordu. “Nasıl olsa devam etmeyecek,” diyerek onun numarasını sildi. Arasına mesafe koydu. İçinde esen yellere set kurdu. En sonunda onunla kısa bir konuşma yaptı. Ayrılmak istiyordu. Wan bundan hiç hoşlanmadı. Deli divane oldu etrafında bir süre. Sonunda usulca kabuğuna çekildiğinde kadın bittiğini o an hissetti. Her şeyi bilmenin bencilliğine aldandığını düşündü. Sonuçta Wan’ın kendisine bu kadar düşkün olacağını bilemezdi. Canı ondan ayrıldığından daha fazla acıyordu. Kimseye belli etmeden içine attığı bütün bu dertlerden kimsenin haberi yoktu. Geldiği günün ardından yazdığı notlara sığınıyordu. Anne ve babasına herhangi bir derdini açmadı. Söyleyemedi.

Üçüncü sınıfa geçtiği yaz sonunda işini de değiştirmişti. Dayalı döşeli, hiç öğrenci evine benzemeyen evi, yakın arkadaşlarını ve ailesini ağırlıyordu. Bir sabah aldığı telefon ile bütün çabalarının yok olduğunu anladı. Trafik kazasında ölmüştü ailesi. Sevdiklerini ikinciye kaybetme acısını yaşamak kalbini söküp atıyordu. Yine yalnız kalmıştı. “En azından onları ikinci kez görme, sevme fırsatım oldu. Bir sene de olsa fazla yaşadılar. Daha önemlisi benim yüzümden ölmediler,” diyordu. Önceki hayatında ikinci sınıfta iken arkadaşları ile yurttan atıldığında ailesi delirmişti. Bir türlü üçü anlaşamıyordu. Onu kontrol etmek için de sık sık yaşadığı şehre geliyorlardı. Bunun sonuncusunda da geçirdikleri kazada vefat etmişlerdi. Onlara bu sefer daha iyi elveda demek için çok çabaladı. Mutluydu. Hatasını telafi edebilmişti. Dünyanın en güzel vedalaşmasıydı. Cenazede ve cenazeden sonra yanında asla zehirli yılan gibi ortalıkta süzülen akrabalarını dinlemedi. Hatta kovdu. Evdeki atılacak ne varsa toplayıp attı. Birçok eşyayı ihtiyaç sahibine iletti. Özel eşyaları kendi evine gönderdi. Evi kilitleyip sahibini bulana kadar öylece bıraktı. Evin karşısında deprem olduğu zaman bekledikleri yerde durup gün batımını izledi. Neden bunlar başına gelmişti? İnsanın ruhu geriye nasıl dönebilirdi? Bilmiyordu. Neyi düşünse canı sıkılıyordu. Tek istediği şey Wan’a koşmaktı. Yaşadıklarını birine anlatmak, bağıra bağıra acısını anlatmak istiyordu. Dolmuştu taşamıyordu. Acıyla yaşamaktansa sade biçimde hayatını sürdürmeyi seçti. Psikiyatriste gidip yas tedavisi gördü. Uzak bir köşede Wan ile karşılaştı. Birbirlerine sadece selam verdiler. Köşenin başka yönlerine ilerlediler. Başka insanlarla tanıştı. Gezdi, eğlendi, yedi, içti... Döndüğü günün arifesine geldi. Heyecanla ertesi günü bekledi. Yeniden doğmuş mu olacaktı? Yoksa otuz yedi yaşında bir kadın mı olacaktı?

Sabah çığlık sesine uyandı. Kanepede uyuyakalmıştı. Kalkıp etrafına bakındı. Ayağa kalktığında başı döndü ve kusmaya gitti. Banyoyu zar zor buldu. Gece şarap içmişti ama on yıl içilmiş bir şaraptı. Kendine geldiğinde banyoda kırık bir şişe gördü. Evi tanımakta zorlandı çünkü eski yaşamına geri dönmüştü. Neler yaşadığını çok iyi hatırlıyordu. Her şeyi hatırlıyordu. Evde huzursuz halde gezindi. Çığlık sesini düşünüyordu.

“Eğer ben geçmişe gittiysem geçmişteki ben geleceğe mi geldi? Zavallı kız...”