Hiç "can özünüzü" aradınız mı?

Sonbahar güneşinin güne veda ettiği vakitlerde dökülüverdi soru hafızamdan gerçekliğe... Sartre'ın ussal belleğinde ruh dünyaya fırlatılmış biçare bir serseri... Sağa sola çarpa çarpa, oradan oraya savrula savrula arar durur "özünü". Özün ne olacağının kararı ruhun ne olmak istemesi, ne aradığıyla eş değerdir onun felsefesinde...

Kimi bulur özünü; kimi bulur, sonra kaybeder, kimi de sonsuza kadar arar durur... Boş ve biçare bir arayışla... Bergson'un sezgisel arayışında "hayat atılımı" olur birden bire bu zaman denilen illüzyondaki öz arayışı... Ya da Platon'un mağarasının giriş kapısındaki arafta bulursun kendini bu arayışta... İçeri girsen sahte suretler, dışarı çıksan çıldırtan hakikat...

Velhasıl-ı kelam... Bir ağacın kurumuş kabuğunda can bulup özünü yakalayan yaprağa özenirsin. En önce sana ihanet edip zamana yenilen ellerinle hayat ağacındaki özü ruhuna üflemek istersin. Binlerce olasılıklarla dolu adına hayat denilen o girdapta, kaybolan özünde buluşacağın olasılığın zaman paradoksuna kilitlenirsin... Can bedende var oldukça...