bilirsin, hafızam zayıftır benim. hayır, sana karşı değil. sana ait her şeyi zihnimin puslu sokaklarında tutuyorum. yüzünün her milimini, gülünce kısılan gözlerini, utanınca kızaran yanaklarını, sinirlenince dolan gözlerini, sesinin o güzel tınısını. yalnız büyüdüm. hayır, aslında sen hep gölgemdeydin. çocukken seni seyrederdim durmadan. sen hep evinin bi’ alt sokağındaki parkta, lacivert salıncakta sallanır, hep o sarı kaydıraktan kayardın. başkası sıranı kapınca sinirlenir, kavga ederdin. çünkü daha o zamanlardan aşıktın tuttuğun takıma. sonra oyunun biter, annenin yanına koşardın. sımsıkı sarılırdın ona, çok seversin sen onu. her şeyden ve herkesten çok. annen elini tutar, birlikte ahmet abiden pamuk şeker alırdınız. bakma sen şimdiye, o zamanlar çok severdin. hatırlar mısın, bir keresinde annene küsmüş, yanıma koşmuştun. o gün dizlerimde ağlamıştın. ilk defa o gün okşamıştım saçlarını. sonra kalkmıştın, elini uzatmıştın. ben tereddüt etmiştim önce ama sonra bakışlarına kanmıştım. ellerimi tut ve hiç bırakma der gibi bakıyordun. ellerini tuttuğum an koşmaya başladın, oturduğun evin bahçesine götürdün beni. duvarlara çizdiğin resimleri gösterdin; beni, bizi çizmiştin. ilk o gün sarıldım sana, beş yaşımda. kimseyi tanıyamıyorum, hayır sen hariç. ben seni yaralarından tanıyorum. beşinden yirmi üçüne, her anını bilirim. ilkokulun ilk günü, heyecandan gözlerin öylesine parlıyordu ki. diğer çocuklar annelerinden ayrılacağı için ağlarken sen, yeni şeyler öğreneceğin için gülüyordun. zaten sen hep öğrenmeyi seven meraklı bir çocuktun. daha ilk günlerden bir sürü arkadaş edinmiştin. öğretmenlerine de kendini öyle bir sevdirmiştin ki, adını dillerinden düşürmüyorlardı. böyle böyle derken koskoca dört sene geçti. kabullenmesi zor olsa da biraz büyümüştün. ama büyümek seni daha da yaramaz bir çocuk yaptı. ortaokulun ikinci senesindeyiz o zamanlar, bahar ayları gelmiş. kanımız ısınmış tabii. okuldan çıktık, eve yürüyoruz ama nasıl yağmur yağıyor. onca ısrarlarıma rağmen, bahar yağmurundan bir şey olmaz diyerek deli gibi ıslanmayı seçtin. sokağın ortasında dans etmeye başladık sonra. insanların bakışlarını hatırlıyor musun, herkes deli bunlar der gibi bakıyordu. bizse aldırmadan, öylece sokak ortasında dans ediyorduk. ama nasıl hastalandık sonrasında. ateşimiz düşmüyordu bir türlü. ceza vermişlerdi bize, bir hafta görüşemedik. o yedi günün her dakikasını ben satırlarıma, sen resimlerine dökmüştün. birbirimizi görünce koşarak sarılmıştık. sonra çocukluğumuzu geçirdiğimiz o parkta pamuk şeker yemiştik. sonra bir ekim sabahı bize geldin, dışarı çıktık. sıkılınca kapıları çalıp kaçmaya başladık. mahallenin en yaramaz çocukları olarak tanındığımız için herkes bizi şikayet etmişti. ama ne eğlenmiştik be. böyle böyle derken ortaokul da bitti. lise sınavına gireceğimiz gün. ben nasıl heyecanlıyım, sen yanımdasın, korkmamamı söylüyorsun. ben korkuyorum ya aynı liseyi denk getiremezsek diye. korkuların boşa çıkınca görüşürüz gibi bir şeyler fısıldadın kulağıma, yanağıma bir öpücük kondurdun. öyle gittik sınava. ikimizin de sınavı güzel geçmiş, sen kaydırmışsın birkaç tane ama onu da nazardan saydık. sonuçların açıklanacağı gün, nasıl heyecanlıyız. tutturduk diye sevinçten ağlamıştık. bana “niye ağlıyorsun be deli.” derken kendi gözyaşlarının farkında değildin oysa. derslerimiz çoğaldı, e haliyle yaramazlıklar da azaldı. büyümüşüz sonuçta. lise iki, on altılı yaşlarımızdayız. babanla ilk kavganı etmiştin. o gün, gece sabaha kadar sahilde yürüdük. sonra oturduk, hiç konuşmadan öylece denizi izledik. müzik açtım ben sonra, şarkılar fısıldadım sana. o kadar saat susan sen, birden ağlamaya başladın. tıpkı beş yaşında olduğu gibi dizlerime yattın. saçlarını okşayarak sildim gözyaşlarını. o gün sımsıkı sardım seni. kendimden bile sakınarak sardım. barıştınız sonra babanla. karşımda yine beş yaşında küçük çocuğu gördüm, öyle düşkündün sen ailene. sonra bir gün, şubat ayındayız. hava soğuk, kar yağıyor. ben bayılırım karlı havalara. sen soğuğu hiç sevmezsin. sahi, şimdi üşüyor musun oralarda? neyse, ikna ettim seni. zaten sen hiç kıramazdın ki beni. işte o gün deli gibi kar topu oynamıştık. bir türlü kardan adam yapamamıştık. ben de sana kızmıştım, o kadar güzel resim çizerken bir kardan adam yapamadın diye. saçmalamışım yine. sonra sıcak çikolata içmek için seni bize davet etmiştim. işin olduğunu söyleyerek reddetmiştin, açıkçası buna üzülmüştüm. iki saat sonra beni aramış, aşağı inmemi istemiştin. iki saat, o soğukta sırf benim için kocaman kardan adam yapmıştın. geçen her gün seni daha çok sevmeme neden oluyordu. böylece bir sene daha geçti, biz yine seninle bir sürü güzel anı biriktirdik. lise sona geçmişiz, o zamanlar ben stresliyim, eh biraz da hüzün vardı üzerimde. okuldan kaçmıştık seninle. önce hep gittiğimiz, hatta yazın yanında çalıştığımız nur ablanın kafesine gitmiştik. en sevdiğim tatlıdan yedirmiştin bana. sonra zil zurna sarhoş olup tüm gün saçmalamıştık. ama yine de güzeldik işte, çok güzeldik. bir gün oturup konuşurken aklımızı başımıza toplamamız gerektiğini anladık. o günden itibaren harıl harıl sınava çalışmaya başladık. sen iktisat istiyordun, ben hukuk. sonra o gün geldi, on iki senelik serüvenimiz son buluyordu. mezuniyet günümüzde de rahat durmadık, okulun duvarlarına resim çizip altına isimlerimizi kazımıştık. bize de böylesi yakışırdı zaten. sınava girdik, sonuçlar açıklanana kadar heyecandan geceleri gündüzlere kattık. kazanmışız. bir yanımız çok mutlu, bir yanımız buruk. farklı şehirler. aramızdaki kilometreler. on üç senenin her gününü birlikte geçiren biz. ama bizi şehirler ayıramaz dedik. her gün konuştuk, fırsat buldukça buluştuk. üniversite bitti sonra. sen yirmi üçüne gireceksin. ben de sürpriz yapacağım sana, sen yanında olamayacağımı sanıyorsun oysa ben çoktan yola çıkmışım sana gelmek için. çocuksu bir hevesle gelmişim şehrine. o an bir telefon geliyor. ve gittiğini öğreniyorum. öylece bırakıp gittiğini. sebep yok, veda yok. acı çok. yıllarca arıyorum ama tek bir haber yok. ondan sonra bir şeyler oluyor, bir şeyler bitiyor ama ben hep dışında kalıyorum dünyanın.

yirmi altı haziran iki bin yirmi, içimde devrilen putların üçüncü miladı.