Pera, kelime anlamı olarak “karşı taraf, öte taraf” anlamına gelmekte. Latince-Yunanca bir kelime olan Petra sözcüğünden türetilmiş. İstanbul’un tarihî yarımadası ve Haliç’in karşı kısmı için de kullanılan bir kelime olmuş. Bugün Türkçede de çok sevilen bir kelime Pera. Fonetiği bile harika bir kelime. II. Bayezid’in 1481 yılında Galata Sarayı'nı (Mekteb-i Sultani) inşa ettirmesiyle bir hayli büyüyen bu semtte, daha sonra 1491 yılında Galata Mevlevihanesi yaptırılmış. Bu iki önemli yapı yabancı elçiliklerin dikkatini çekmiş (Dikkat çekmeyecek bir semt de değil zaten). Ve böylece Fransız Büyükelçiliği, Pera’daki yerini almış. Bunu Hollanda, İngiltere ve İsveç izlemiş; bölge Batı’nın merkezi haline gelmiş.

Şimdi bahsedeceğim konu sizi biraz afallatabilir ama bir dönem, bağlar ve bahçelerle dolu olan bu yer, yani Pera, adeta bir Paris olmuş; keşişlerin manastırlara kapanmak için geldikleri ulvi bir semtmiş (Şimdi her ne kadar Paris de böyle bir yer olmasa da). Daha da ilginç ve merak uyandıran mevzu ise burada bulunan bu manastırların kalıntıları Galata Mevlevihanesi ve Kadirhane Tekkesi altında imiş. İşte İstanbul böyle bir şehir! Tabii günümüzün her semti, bölgesi gibi Pera da zamanla ve özellikle elçiliklerin burada bulunması sebebiyle gelişmiş(!), nüfus ve yapılaşma artmış. Zaten bugün bakıldığında da muhteşem ve göz alıcı yapıların Batı etkisiyle yapıldığını herkes anlayabilir. Yoğun nüfusu Rum olan bölgeye Ermeniler, Museviler ve Türkler de yerleşmeye başlayınca İstanbul, İstanbul olmuş.

Farklı etnik grupların yaşadıkları güzel Pera, 1870 yılında büyük bir yangın felaketi yaşayınca, o dönemki kagir yapılardan vazgeçilip bugünkü ihtişamlı binaların malzemesi olan taş ve demir-döküme geçilmiş (Bilindiği gibi, İstanbul’un tarihi yangınlarla doludur!). Ayrıca bu eşsiz binaların yapımında çalışacak usta ve işçiler İtalya’dan getirilmiş, planları İtalyan mimarlar tasarlamışlar. Önünden geçen herkesin hayretle baktığı/bakacağı bu yapıların cephe düzenine çok önem verilmiş.

Pera’dan bahsedip de Pera Müzesi ve Pera Palas Otel’den bahsetmeden olmaz. Meşrutiyet Caddesi'nde bulunan ve 2005 yılında kapılarını açan Pera Müzesi, görkemli binası ve bünyesinde bulundurduğu eserleri ile harika bir koleksiyona da ev sahipliği yapıyor. Osman Hamdi Bey’in meşhur “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosu Pera Müzesi’nde yer alıyor. İstanbul’da her geçen gün yeni mekanlar yaratılsa da eski, klasik mekanların ayrı bir çekiciliği oluyor. Pera Palas da ülkemizin ilk ve en pahalı otellerinden (1891 yılında açılıyor). Öyle ki ünlü yazar Agatha Christie ünlü Orient Express’i burada yazıyor, Avrupalıların “alışık oldukları” şatafat burada karşılanıyor. Çünkü saraydan sonra ilk defa elektrik verilen bina Pera Palas ve bugün hala kullanılan elektrikli bir asansöre de sahip. Özel misafirlerini memnun etmeyi öyle amaç edinmiş ki açıldığı ilk günden beri sıcak suyu bulunuyor. Ayrıca Atatürk de Pera Palas’ta çokça kalmış, misafirlerini burada ağırlamıştır.

Pera için söylenecek hem çok şey var hem hiçbir şey yok. Pera'yı gezenler, sanki Avrupa’da bir şehri geziyor gibi hissederler. Ki zaten Pera böyle bir yer.