Bir yamacın ucuna serip gövdesini

Bitmeyen kavgasını güneşe doğrulttu

Mustafa Ali'ydi bu, siz Mustafa Ali'yi bilmezsiniz

Şakasıyla karışık tereddütleri

Ne kadar derdi varsa alır cepleri

Ben onu hiç kimsesizliğinde tanımıştım

Elle tutulmaz varlığı ile kimseye ne zaman ne mekandı

Baştan ayağa ziyandı


Zaman eker ruhları zemheride dem bulur

Dün yeşile çalan buğdaylar bugün artık kavrulur

Mustafa Ali bir masalın hülyasında yaşı sekizdi

Her gün yeni bir dünya vardı ve yaşamak lezizdi

Bazen yanan güneşin ufkuna uzunca bakıyor Mustafa Ali

Gün oluyor sıkışan göğsünü döküyor Mustafa Ali

Zaman ekiyor ruhunu ve şişiriyor yelkenlerini

Şimdiden işitiyor uzak diyarların meltemlerini

Yel estiğinden beri bir buğudur kaldı kafasında

Halbuki böyle şeyler olmaz hiç babasında

Sonra bir gün rüyasına giren evi ararken onu görmüştü

Sobanın kordan çıtırtıları ona sarmaşıklar örmüştü

Ah Mustafa Ali sen de büyüyecek çocuk musun?

Bu ihtiyar zamanın tespihinde sade bir boncuk musun?

Onun tülbendi yok senin de kahve içmişliğin

onun sarı sarı saçları var senin kendinden geçmişliğin

Vaktin geldiyse yüreğin buğdaylar gibi kavrulur

Ve her başak gibi senin de kaderin günü geldiğinde savrulur


Hep bir başka yere doğrultarak bakışlarını

Mustafa Ali bana muğlak hikayelerini anlattı

Susup kalmışlığı kendinin, gidip gelmişliği kendinin

Bana bazen küfürlerini bazen yakarışlarını anlattı

Direndi, ayağa kalktı, ağladı, inandı ve utandı

Mustafa Ali işte böyle bir adamdı