Bölüm 1
Sabahın erken saatleri daha güneş doğmamış. İşe gitmek için kahvaltımı edip hanımın duasıyla çıkıyorum evden. Merdivenler kapkaranlık, ışıklar bozulmuş. Zar zor iniyorum. Binanın demir kapısından sokağa çıkıyorum. Bir ben varım, bir de sokak kedileri. Dükkanını yeni açan bakkalın zincir şıngırtılarından başka çıt yok. Soğuk içime işliyor. Nefesimi verince nefesim havada beliriyor. Mantomu kulaklarıma kadar çekip ellerimi ceplerime sokuyorum. Az da olsa ısınıyorum. Sabahın körü, niye sokaktayım. İşimin belli bir zamanı yok. Müşterilerim ne zaman derse. Tek amaç görünmemek, kalabalıklar arasında bile fark edilmemek. Ana caddeye iniyorum hızlı hızlı. Bisikletim kilitlediğim yerde duruyor. Cebimden anahtarı çıkarıp kilidi çözüyorum. Erken olduğu için neredeyse hiç araba yok. Rahatça gidiyorum yolda. Adres dün akşamdan ezberimde. Tüm şehri biliyorum zaten. Kolayca varıyorum. Her zaman yaptığım gibi bisikletin zilini üç kez art arda çalıyorum. Sonra belirlenen yere gidip bekliyorum. Biraz sonra birileri geliyor gözlerimi bağlıyorlar.
Hiçbir şey görmüyorum, sonra bir araba sesi duyuluyor. Beni kollarımdan tutup arabaya bindiriyorlar. Gözlerim bağlı uzun bir yolculuktan sonra varacağımız yere gelince yine kollarımdan tutup beni arabadan indiriyorlar. Bir iki adım gidip duruyoruz. Bir kapı açılıyor, karşılıklı konuşmalardan sonra tekrar yürümeye başlıyorlar. Ben de gözlerim bağlı da olsa onlara ayak uydurmaya çalışıyorum. Bir yere giriyoruz. Yukarı çıktığımızı fark edince bunun bir asansör olduğunu anlıyorum. Asansörle tahminimce 10 kat yukarı çıkıyoruz. Asansör duruyor. Yine kollarımdan tutup sürüklermişçesine uzun bir yol gidiyoruz. Sonunda bir yerde duruyoruz. Önce kalınca bir el gözlerimi çözüyor. Sonra arkamdan bir kapı kapanma sesi duyuyorum. İlk başta karanlığa alışmış gözlerimin aniden gelen ışığa alışmasını bekliyorum. Yavaş yavaş ışıkla beraber nerede olduğumu görüyorum. Gri boş duvarlar, büyük bir odadayım. Karşımda tam ortada duran geniş bir masa. Masaya karşılıklı konulmuş iki sandalye duruyor. Önümdeki oturmam için boş bırakılmış. Karşısındakinde lacivert marka bir takım elbise giymiş orta yaşlarda bir adam oturuyor. Yüzüme bakıp oturmam için eliyle sandalyeyi gösteriyor. Hemen oturuyorum. İşimi hızlı ve en kısa sürede bitirmem gerektiğini biliyorum. Çünkü karşımdaki ülkenin en zengin iş adamlarından birisi ve zenginlerin zamanı değerlidir. Biliyorum. Adamın yeni tıraş olmuş yüzünden tıraş kokusu burnuma geliyor. Oturduğum gibi
-Nerede? diye soruyor.
Burada deyip, cebimden ölü bedenlerden topladığım yarım kalmış kurulu hayalleri koyuyorum masaya.
Taze ceylan etinin önüne serilişini izleyen bir aslan gibi aç bir şekilde:
- Hepsi bu kadar mı? diye soruyor.
- Evet anlaştığımız kadar. Bir süre hayatında ilk kez hayal görmüş zengin bir insan gibi masadaki her biri renk renk olan hayallere bakıyor. Sonra verdiklerimin karşılığı olan beyaz zarfı masaya, hayallerin yanına uzatıyor. Ben ihtiyacım olan parayı o da ihtiyacı olan hayalleri alıyor. Önce o çıkıyor odadan. Kapıda adamlarına bir şeyler deyip gidiyor. Ardından adamlar içeri girip gözlerimi bağlıyorlar. Yine karanlığa düşüyor her yer. Nasıl geldiysek öyle iniyoruz aşağı. Beni arabayla aldıkları yere bırakıyorlar. Arabadan inince gözlerimi açıp gidiyorlar. Bisikletim aynı yerinde ama yanıma almıyorum. Eskimişti zaten, bugün kazandığım parayla yenisini alırım diye düşünüyorum. Zaman kaybetmeden ilk bulduğum taksiye binip çarşıda iniyorum. Eve gitmeden bir şeyler almak için önce bir giysi mağazasına girip kendime kalın pamuklu bir kazak, siyah uzun bir palto alıyorum. Oradan çıkıp başka bir dükkana girip eşime güzel bir çift ayakkabı ve hoşlanacağını bildiğim bir de parfüm alıyorum. Orada da işimi bitirip markete giriyorum. Akşam için sepetime et ve sebze, bolca da meyve, ıvır zıvır dolduruyorum.
Elimde artık taşımakta zorluk çektiğim poşetlerle sokağa çıkıyorum. Yine bir taksi çevirip durduruyorum. O kadar çok poşet var ki arabanın koltuklarına taşıyorlar. Taksi tam evimin önünde bırakıyor. Öğlen olmuş. Poşetlerle ağır ağır yukarı çıkıyorum. Yoruldum tabi. Eve gelince eşim karşılıyor. Elimdeki poşetleri alıyor. Ben de duşa girip çıkıyorum. Oturma odasına geçiyorum. Öğlen güneşi odaya vurmuş. Güneşliği çekiyorum biraz. Sonra yorgun bedenimi koltuğa bırakıyorum. Hanıma bir kahve yap da içelim diyorum. Yaparım şimdi diye cevap veriyor. Koltukta iyice yorgunluktan mayışıyorum. Saatin tik tak sesi kulağımda yankılanıyor. Hanım kahveyi yapmış getiriyor. Kahvenin kokusu odayı sarıyor. Karşıma oturuyor. Sohbet ediyoruz.
- Maaş bugün mü yatıyordu? diye soruyor. Kahvemden bir yudum alıp
- Bir arkadaşın bana borcu vardı, onunla aldım diyorum.
- Kötü güne sakladık, ne çok şey almışsın. diyor
- Ama sana da hediye aldım. Bak şurada beyaz poşet, getir bak hediyene diyorum.
Kahvesini sehpaya bırakıp tam kalktığı anda korkunç bir patlama sesi duyuluyor. Sesle içeri bir sürü takım elbiseli adamlar doluşuyor.