Cuma, cumartesi, pazar, pazartesi, salı ve çarşamba. Bana kimse niye çarşamba gününü seviyorsun diye sormadı. Gerçi hangi günü seversin diyen de olmadı. Ben onlara sordum neler seversiniz diye onlar da herhalde ayıp olmasın diye benim sorduklarımı bana sordu. Ben hemen hemen etrafımda herkesin ne sevdiğini ne sevmediğini bilirim. Hatta kedilerin, köpeklerin bile. Tarçın ton balıklı yaş mama sevmez, illa onunki tavuklu olacak. İş yerinde baktığım prenses var, bazen beni karşılar, bazen beni savuşturur. Onun da ne sevdiğini biliyorum. O en çok çene altından sevilmeyi sever mesela. Hatta ben mahalledeki bakkalın bile en sevdiği rengi bilirim. Oysa onlar beni hiç bilmez. Herkesin ne sevip ne sevmediğini bildiğim yerde düşünüyorum, kaç kişi benimkileri biliyor? Sanırsam hiç. En sevdiğim çorbayı, en sevdiğim kitabı. Mesela geçenlerde en sevdiğim kitabımı satılığa koydum, kimse bu senin en sevdiğin kitap demedi. Ben olsam derdim. Bir kişi sordu fiyatını, söyledim, pahalı geldi herhalde, cevap dahi vermedi. Bu kadar umursamazlık arasında ne yapabilirdim? Kaç yarın daha yaşayabilirdim böyle? Çarşamba günü hep masum gelmiştir bana. Ha, bu arada doğduğum gün de bir çarşamba günüymüş. Belki bu yüzdendir, sevmem çarşambayı.

Kaç yarın daha yaşayacağımızı bilmeden niye kötülük yaparız ki birbirimize? İnsan herkesten çok en çok da kendine düşman.