‘‘TANRI BENİM!’’ diye bağırdı bir evsiz. Donsuz tanrı mı olur canım? Bunların da ayrı bir felsefesi var. ‘Ev ile Alakası Olmayanlar Felsefesi’. Gerçi şöyle bir düşününce onunla benim aramda pek de bir fark yok. Bana ait olmayan bir yerdeyim, o da öyle. Karnım aç, onun da. En büyük fark onun tanrı olması. Pazarlığa girişip cenneti almaya çalışma fikri kafamı kurcalıyor şu anda. Gün batımının kızılını tanrıdan çok sevmesem belki gidebilirdim. Üzgünüm, manzaranın tadını çıkarıyorum. Pazarlık başka zamana.
Böyle bir binayı neden bırakmışlar ki diye düşünüyorum. Muhteşem bir deniz manzarası. Hem de güneş deniz tarafında batıyor. Hiç saymadım kaç katlı olduğunu ama en az on iki. Şu an çatısındayım. Yanımda üç paket sigara var. Kahvaltı, öğle ve akşam yemeklerim yani.
Sol tarafta bir koy var. Bu insanlar da utanmasa denizin içine ev yapacak. Kimsede estetik kaygı diye bir şey kalmamış. Üç oda, bir salon. Nasıl olursa olsun önemli değil. İki odayı bölüp üç oda yapsalar bu bando takımı bir ton para bayılır yine. Balkonu da mutfağa katarız. Ne güzel bir işkence aleti. Dörde bölünmüş bir kutu. Ama önünde deniz var. OHAAAAA! ÖNÜNDE DENİZ VAAAR! Sahile çadır kurduğumda da önünde deniz var. Çadırın kalitesi arttı o zaman. Aptallar ordusu. Hem çadırla daha yakınım denize. Nicelikten çok niteliğe değer vereceğimiz bir dönem gelecek mi ? Sanmam.
Ve güneşin son kısmı da ufukta kayboldu. Böyle anlar için yaşamak lazım diye düşünüyorum. Her gün olan ama insanların fazlasıyla meşgul olup göremediği. Yaşamak lazım, hayatta kalmak değil. Kendime bir bakıyorum. Aşağıdaki tanrıdan iyi, saatliği elli liraya çalışandan kötü durumdayım. Son kağıtlarla sigaralar alındı. Yakası da tıpkı defterleri gibi beyaz olan elemanlar, bu güneşi her gün görüyorlar. Değil mi? Hayır. Güneşe bakmıyorlar bile. Nerden mi biliyorum? Üç günde bir caddenin en ucundaki bankta otururum. Haftanın haberlerini öyle öğrenirim. Mesela dün Ayşe Abla’nın kaşları çatıktı. Büyük ihtimal kocasıyla kavga etmiştir diye aklımdan geçiriyordum. Ünal Abi çırağı yaka paça dışarı atınca bu düşünce tasdiklendi. Sosyete takımında bu sıralar hareket var. Üst Perde Rüstem’in kızı evleniyor. Ellerinden gelse kuyumcuyu taciz edecekler. Bu beyaz renkli tayfa da o caddeden geçiyor işe giderken. Tavuk gibi hepsi. Yerde solucan arıyorlar. En son ne zaman çiçek kokladıklarını hatta gördüklerini sorsam aralarından taş çatlasın biri söyleyebilir. Oysaki her gün geçtikleri caddede üç tane çiçekçi var.
Benim için Rüstem Abi bir tanedir. En eski çiçekçilerden. Diğerleri buranın yabancısı. Dilleri biraz sivri. Halbuki o kadar çiçek insanı yumuşatır biraz olsun. Demek ki çözüm gözünün dibinde de olsa bazen insan göremiyor. Rüstem Abi öyle değil. Yağmur yağdığında gidersem yanına, bir tane çiçek almama izin verir. Papatyaları severim ben. Her gittiğimde papatya alırdım. Son gittiğimde değişik isimli bir tane aldım. Çok güzeldi. Neydi ki adı? Neydi acaba?.. Hatırladım! Petunya. Evet evet. Siyah renkli petunya… Neden petunya aldım peki?
Tanrının sesleri yaklaşıyor. Umarım yanıma gelip beni peygamber seçmez. Merdivenleri çıkarken düştü. Dini tarafım ağır bassaydı kaldırmaya giderdim, üzgünüm. Anlık olarak yarın ne yapacağım düşüncesi geçti aklımdan. Hiçbir şey. Yarın mahkeme günü. Haftalık olarak kurulan bu mahkemelerde bir haftalık hal, tavır, söz, davranış, hareket, mimiklerin içimdeki ahlak kısmına uygun olup olmadığı tartışılıyor. Uygunsa ödül olarak kendime fazladan bir gün batımı daha görmek için buraya çıkarıyorum. Değilse bir gün batımı buradan izlenmez. Gün batımlarını tanrıdan çok sevdiğimi söylediğime göre ödül ve cezalar anlaşılmıştır.
Yatağıma ulaşmam lazım. Bugün fazla yorucuydu. Gün batımı, sahil, yürüyüş derken asıl yorucu olan şeylerin güzel olanlar olduğunu unutmuşum. Neden petunya aldığımı hatırladım. Artık papatyaları sevmiyorum.