Bir gün güneşin koynuna evladıymışım gibi sokulup yüreğimi ısıtırken kar beyaz bir sayfa ulaştı ellerime. Açıp bakınca büyüklerimin ağzından duyduğum askerliğin gerektirdiği saygı duruşuyla kağıda baktım. İlk cümlelerini okurken komut vermeye başlamıştım bile. Bir tören sırasındaymışım gibi kelimeler dizildi ağzıma. Deniz Er. Eğitim Alayı...

Kafamda beliren birkaç düşünce beni kendisine köle edip sürükleyiverdi çamur ve çay rengi duvarlara. Ve vaktin geldiğini o duvarların içindeki bir erden öğreneli henüz dakikalar olmuştu. İçerideki memur, askerliğin ciddiyetine bürünmüş gibi duruyordu. Asık suratlı, ciddi ve bir çatışmanın ortasındaymış gibi hızlı hızlı konuşuyordu. Kelimeler etrafa sıçrayarak mevzi alıyorlardı sanki. Ağzımdan iki cılız kelime çıkmıştı.

-merhaba, nasılsınız?

Sanki konuşmak için sorduğum birkaç kelimeydi bunlar.

Memurun saçları, çektiği ciddiyetten dolayı olsa gerek, saygı duruşuna geçe geçe yorulup solmuşlardı. Saçlarımı, dökülen saçlarının zeminine bakarak düzelttim ve bunu yaparak hala ciddiyet gerektiren bir ortamda ciddiyetsizdim.

Bana bakmaya başlayınca beyaz bir suratın belirdiğini hissettim.

-Buyurun sizin neydi?

Bu soru karşısında afalladım kaldım. Aklımda yine ciddiyetsiz bir düşüncenin zihnimi tetiklediğini hissetmem saliseler sürdü.

-Merhaba. Benim asal yoklama ile ilgiliydi. Askere gideceğim de. Bakın bu yazı sizden gelmiş, yani sizden herhalde.

-Adınızı öğrenebilir miyim?

-Adım Tahsin. Evet Tahsin Fikriince. İki tane i olacak.

Sonrasında bir suskunluk oldu. Sanki ben buraya neden geldiğimi, onun ise az önce söylediğim adımın ne olduğunu unutmuş gibi. 

Bir yıl gibi geçen aradan sonra bir anda yaşadığım düzeni bozan bir cümle ile karşılaştım.

-Tahsin Bey aralıkta askersiniz.