Elime bir belge tutuşturulup işleminiz bitti denildiğinde ayaklarım yabanı oynar gibi yapıp, iki adım atıp çıktım dışarı. Sonuçta vatan görevine gidecektim, yabanı oynamasına ne gerek vardı ki?


Evime geldiğimde evladım olan sarı duvarı karşıma alıp hemen de gidecekmişim gibi, ben olmayınca neler yapması gerektiğini kelime kelime kekeleyerek dile getirmiştim. Ben olmayınca hep soğuk durmamasını, arada bir güneşe bakmasını, bir de kendisine asılı duran yarimin portresine iyi bakmasını güzelce tembihledim. Günler soğuğu dövmeye başlayınca hava daha da üşümeye başlamıştı. Aralığın karnı beyaz taneciklere gebeydi artık ve tane tane doğurmaya başlamıştı bile. Şakaklarıma bir beyaz hikaye daha düşmüştü. Valizlerim midesine kadar tıka basa doluydu. Tıraş bıçağım, tıraş köpüğüm, diş fırçam ve olmayan macunu, çoraplar, iç çamaşırlarım... En önemlisi, kendisine bakınca yüzümdeki yol haritasını gösteren aynam. Gece yastığımla efkarımı dertleşirken artık onun da benden biraz uzak durması gerektiğini anlamış gibiydim. Çünkü her of çekişimde boynumu biraz daha ısırır gibi oluyordu. Oflar arasında uyku gözlerime nihayet etmiş, kirpiklerim ayakta durmaktan bunalarak karanlığın inine inmişti. Sabah olduğunu çalar saatimin uykumu dövmesiyle anlamıştım. Uyandığımda bir çift valizin beni selamladığını gördüm ve yol sözcüğü valizlerin fermuarında asılı kalmıştı sanki.


Yola koyulmuştum artık. Yaşı geçmiş bir otobüsün camından dışarı bakınca içimde hasretini biriktirdiğim tüm duygularımı telefon tellerine asılı bırakıp uzaklaşıyordum geçmişimden. Bir gündüz bir gece devirmiştim ki bizim hemen otobüsten uzaklaşmamız için muavinin ağzından üç kelime dökülmüştü:

-Herkese geçmiş olsun.


Görev yerime gelene kadar aklımda yeşeren düşünceleri sulamaktan başka hiçbir şey yapmamıştım.


Nizamiyenin kapısına ulaştığımda gölgelik bir yer aramaya başladım. Valizleri yanıma koyduktan sonra baba yadigarı tütün kabımı çıkarıp sarma kağıdı elime serdim. Aklımda yeşeren tüm düşüncelerimi toplayıp içine koyduktan sonra, bir de o düşüncelerden yanan dilimle sigaramı ıslatıp ateşe verdim. Sigarayı ikinci çekişimdi ki bir ses yükseldi kapıdan:

-Tahsin Fikrince! Tahsin Fikrince!


İçimden avazım çıktığı kadar bağırarak "Dünyaya okumayı bilmeden gelmiş cahil, iki tane 'i' olacak!" diye diye kapıya yöneldim.