uzun yıllara tanıklık edecek tebessümler yerleştirmiştim yüzüme,

sular çekildiğinde etimden,

inancım kalmamıştı tepeden tırnağa.

boğazıma kadar dünyaya batmış,

dibime kadar mağlup görünüyordum.

yalan olan her şey gerçeğe sırt çevirdiğinde,

yarasından koparılan bir kabuk gibi kemirdim içimi.

bunu kimse bilmez, ben de yeni öğrendim.

rengi kurumuş iki çiçek kendi hayatlarını sorguluyorlardı yerleşik bir saksıda,

ölümü anlatıyordu biri bir diğerine.

allah sizi inandırsın oturdum dinlemedim ve hiç gülmedim.

dünyayı üç kez dolaşmış gibiydi gözlerim ve insan vücudunun yüzde sekseni gitmekle ilgiliydi.

cehenneme kadar yolum var.

burada benimle eksik olan, nerede ve kiminle tamamlanıyordu?

sorular tabiatın hassas dengeleri ile oynuyordu ve ben kendi ölümüme benzeyen biriyle karşılaştım akşamüstü...

sağlıklı bir ölü gibiydim düpedüz.

çiçeği burnunda bir günde iki kişi ile kalabalıklaşan odalarla tanıştım,

yalnızlık ikinize de iyi gelecek dedi şair bir şiirinde.


dışarı çıktım, lunaparktan emekliye ayrılmış atlı bir karınca değişime ayak uydurmaya çalışıyordu dört nala.

eşitlik diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu balerin kız.

oturdum kendimi toprakla kıyasladım,

eşit değiliz dedim, senin acın ile benim acım bir mi?