gökten üç hançer düştü o sabaha karşı 

biri alnıma, biri göğsüme, öteki de sırtıma 

o esnada İki jilet koştu damarlarımda adının ardından

ayak izlerim çizdi resimlerini ve mürekkepler dolu nefes nefese ciğerlerim

gözlerimin içinde iki kan denizi, onlarca köpek balığı ve onların dişlerinde tenin

bir günaydını vurduk şimdi, kahvehane dolusu adamla gelir ambulans

gelir, tüm sevilenlerin yerine seçilmiş o yalnız kahramanı madara eden mahalle dolusu bir infaz

gelir dedim uzatma ve konuşmuştuk bunları hatırla, yarı biyolojik bir intihardır uyumak 

ve tastamam bir faciadır rüyalarda bir duvarın arkasından sana ulaşamamak

baktım

görmenin ötesinde susmak olduğunu yutkunup

ve aynı boşluktan kanat sesleri geliyordu

bakmanın sadece konuşmaya sancılandığı bir ziyarete büküldü dizlerim

kanepelere bayraklar astım

salon halılarında soykırımlar

pencerelerde tanrı motifleri güfteledi azgın atlar gibi gri bulutlar

bir kışa baktım bir de tanrıya

diplerinde otobanlar çürüttüm sakallarımın

avuçlarımda nasırlı otogar refakatlerine uslu partizanlıklar

tavaya düştü mavi camdan bardaklar 

ve bıçkın bir ürpertiyi hıçkırdı alabildiğine o kurak bozkır

tabanı delik bir uçurtma sızdırdı gökten yıldızları

bir lanet süt kustu

bir melek upuzun bir mızrak

ve ne yazık ki şu uzay boşluğu denilen kapkaranlık tarlada

benziyorduk hepimiz de

tanrının kendinden çokça uzağa fırlattığı taşlara


ayak parmaklarımızı ezen postallar ve kulaklarımızı çeken ezanlar

şahittir sabahlar itildim toprağa ve şahittir geceler çekildim dünyadan