''Ya dışındasındır çemberin
Ya da içinde yer alacaksın
Kendin içindeyken kafan dışındaysa
Çaresi yok kardeşim''
Derdimiz içeriye dahil olamamak mı? Yoksa durgun bir noktaya eşit uzaklıkta bulunan diğer noktalarla birlikte aynı safta yer almamak mı?
Seçimi çoğu zaman biz yapmıyoruz belki de.
Tutunamadığımız saflardan düşüp, orta boşlukta savrulup bir girdaba sürüklenirken buluyoruz kendimizi.
Ait olamadığımız iki bölgenin yanı sıra, Tanpınar'ın bahsettiği yekpare geniş bir anda, çemberin üstünde dik durmaya çalışırken fikirlerimizle bedenimizin savrulmasına engel olmaya çalışıyoruz.
Ama atılan bir iki ürkek adım sonrasında ardına sindiğimiz duvarlara gene ihtiyaç duyuyoruz.
Çizilen ilk çemberin ardından verdiği yalancı güvenle birlikte dağarcığına ilk boğumu atarken buluyoruz kendimizi.
Sana ait tüm kelimelerin, sırasını beklemeden rastgele bir şekilde uç uca eklenip kaosu başlatıyor orta yerde.
İlk çemberin ardından diğerlerini de boynuna geçirmeye başlıyorsun.
Dünya dönüyor ve sen kasırganın tam ortasında yüzleşiyorsun gerçekle.
Kendin içindeyken kafan dışındaysa artık çaresinin olmadığını anlıyorsun.
Çemberin üstünde kendine sığınacağın bir köşe ararken ya başladığın noktaya geliyorsun ya da bu sefer seni daha sıkı saran bir çember buluyorsun etrafında.
Çemberin dışında kalabileceğin bir düzen yoktur çünkü.
Dünyanın kendi ekseni, tüm ruhları duvarları arasında hapsetmiştir en baştan beri.