eski oymalı kanepeler üzerinde
yatan bembeyaz bir beden
hayatında hiç içmediği
şarap kadehleri var masasının üzerinde
elbisesi açık renk ve parlak
gözlerinde yok o parlaklık ne yazık ki
çok yazık, hiç yaşamadan ölmüş
asla bulamamış gerçek aşkı
bir an bile kaygısız hissetmemiş
mutlu uyanmamış hiçbir günün sabahı
yapayalnız
yapayalnız bir dört duvar arasını
kendine ev bellemeye çalışmış
mektuplarında onu beklediğini yazmış
dominic, adı bile siyah
teni fazlasıyla beyaz
kendi beynindeki silah
öldürmüş merhumeyi
elbisesi çiçekli, bedeninde yara izleri
kim bilir kalbinde ne kadar iz vardı...
ne kadar yara taşıdı
hangileri iyileşti, hangileri kanadı
bilmiyorum
onu eski bir mezarlığa gömdük
kimse gelmedi
yağmurlar yağdı, yağmurlar yağdı
o bereketli toprağı bir gün bile çiçek açmadı
bedeni çürüyüp gitti
şiirleri dünyada kaldı...