Edvard Munch iç dünyası; dışa yansıttığı tabloları ve teknikleriyle yıllardır benim için fazlasıyla zeki ve etkileyici bir sanatçı olmuştur. Eserlerinde sıkça rastlanan ölüm temasını oldukça başarılı bir şekilde işler. Gerek iç dünyası gerekse ortaya çıkardığı eserlerle beni büyülemiş ve benim için özel olmayı başarmıştır. Zaman zaman ruhsal bunalımlarım, melankolim nüks edince açar, Çığlık tablosunu incelerim. Munch öyle bir gizem yaratmış ki eserde, esere baktıkça daha fazla anlam çıkıyor. Ayrıca eser; yalnızca sanat kaygısından ibaret olmayıp, oldukça anlamlı bir hikâyeye sahiptir. Sanatı mantığa yatırmak; anlamlandırmak, metafor kullanmak her zaman destekçisi olduğum bir eylemdir. Ekspresyonizm; insanın iç dünyasını ve duygularını dışa yansıtma akımı olduğu için ve Munch da bunun en önemli temsilcilerinden biri olduğu için; aynı zamanda baktıkça bende birçok güzel ve gizemli duygu uyandırdığı için Çığlık tablosunu seçmem benim için oldukça olağan bir şeydi. Kullanılan renkler, hikâyesi ve ressamın duygu durumu, hayat felsefesi beni derinden etkilemiş, benzerliklerimizi incelemek için bu tabloyu seçmemde oldukça yardımcı olmuştur. 


Öncelikle eseri sosyolojik olarak ele alırsak Munch’un günlüğünde yer alan; “Arkadaşlarım yola devam etti; ben ise büyük bir endişeyle öylece duruyor ve doğada sonsuz bir çığlığı hissediyordum sanki.” ifadesi, bireyin fazlasıyla yalnızlaştığı bir toplumu sembolize eder. İletişim eksikliğinin olduğu, kişiyi yalnızlığa iten bir toplumun var olduğunu gösterir. Aynı zamanda eser; doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımının, politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya'da pozitivizm; natüralizm ve empresyonizm akımlarına karşı olarak ortaya çıkan ekspresyonizm akımıyla yapılmış bir eserdir. 19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizmine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir. Yani bu demek oluyor ki; kabullenilmiş bir toplumun içinde asi bir eserdir.


Eseri, psikolojik olarak incelersek; birçok önemli nokta vardır. Munch’un verem hastalığı yüzünden ilk önce annesini, daha sonra da kız kardeşini kaybetmesi, ruhunda onarılamaz derin acılara sebep oldu. Bu yüzden tablolarında acı; hüzün ve ölümü anlattı. Sarı; turuncu, kırmızıya bürünmüş gökyüzünün altında, köprünün ortasında durmuş, hem kadına hem erkeğe benzeyen bir insan figürü, iki elini kafatasına benzeyen kafasının iki yanına kaldırmış bir vaziyette duruyor. Gözleri fal taşı gibi açılmış, kan donduran bir çığlık patlatıyor. Arkadaki iki kişinin sakinliği, uzakta görünen tekneler, Dracula'nın Ölüm Teknesi'ni sembolize ediyor ve zaten Munch'un çoğu resimde ölüm temasını işlediği görülmektedir. Elleri kulaklarında olan figürün de Peru'da bulunan bir mumyadan esinlenildiğine dair söylentiler mevcut. Melankolik ve bunalım temalarını fazlasıyla gösteren Munch, acı çektiğini ve modern insanın varoluşsal ızdıraplarını oldukça iyi yansıtmıştır. Ölüme yakınlık; yaşamı sorgulamak ve ölüm isteğini köprüyle intihar arasında bağlantı kurarak yansıtmıştır. Boğucu bir hava; iç ve dış çığlıklar, sorunlar, yok olma isteği, bolca gözlemlenmiştir. Teknikler; boya renkleri ve öndeki figürün korkunç yüz ifadesi, yaşama olan dayanılmaz ruh halini hem fiziki hem de mentâl açıdan yansıtıyor.


Eseri felsefik olarak ele alırsak, arkadaşlarının Munch’un bu halini fark etmemesi ve yürümeye devam etmeleri burada bir yalnızlık vurgusu olduğunu gösterir. "Munch, bunu özellikle böyle yaptı," diyenlerin sayısı hiç de az değildir. Yalnızlık; melankoli ve ölüm temaları bana ünlü filozof Emil Cioran ve Edvard Munch’un benzerliklerinin ne kadar çok olduğunu göstermiştir. Varoluşsal sancıların çekilmesi; ölüme duyulan nefret ve kabullenilmişliği, depresyon ve bunca şeyden ötürü yine de intihar etmemek ikisinin en büyük ortak noktalarıdır. Daha pesimist bir felsefe ve iç dünyaya dönük olan, bireyselleşme ihtiyacı duyan bireyler varoluşçuluk felsefesini de bir bakıma benimsemiş olur. Edvard Munch’un bireysellik ögesi üzerinde sık sık durup, eserleriyle bunu vurgulaması büyük bir yalnızlık felsefesi benimsediğini gösterir. Aynı zamanda Munch’un idealist olduğunu düşünüyorum. İnsanoğlunun düşünmesi; ölümün yapılanları yok edişine karşı duyulan hüzün ve fazla düşünmekten gelen aşırı duyarlılık yani Munch’un idealist kimliği onu büyük bir melankoliye, yalnızlığa ve ölüm üzerinde sık düşünmeye itmiştir. Bu tablo; bende, her yönden inanılmaz büyük etkiler bırakmıştır. Her ne kadar popüler kültür ticaretine alet olmasını desteklemesem de ben de üzerinde Çığlık tablosu baskılı bir çantasını almış bulunmaktayım. Munch’un sadece bu eserine değil, çoğu eserine hayranlık duyduğumu belirtmek isterim. Munch’un, iç dünyasını da tablolarının konusu ve tarzını da kendime oldukça yakın buluyorum. Birçok ressam tanıyıp sevsem de incelemek için bir seçim yapmam gerektiğinde, bu mutlaka Munch ve eserleri olur. Çünkü; anlam derinliği fazlasıyla ön plana çıkmıştır. Aslında Munch’ta; kendimi görüyorum desem abartmış olmam. Bir tabloda, kendi ruh halinizi; karakterinizden bir parça görebiliyorsanız, bu sizin de hayatınızın bir kısmının tabloya yansıtılması demektir. Hayatıma dair bir bütünlük sağlama nedeni çığlık tablosundaki, önde çığlık atan figürde kendi yüzümü görebilmemdir. Yani hepimiz çığlık atıyoruz aslında. Bunu bazen yazıya döküyoruz bazen resme bazen heykele… Tabloda kendime ait birçok şey görebilmem tabloyla bütünleştiğim anlamına gelmektedir bence. Benim de bazen gökyüzüne baktığım zaman, derin çığlıklar görüyor oluşum; melankolik oluşum ve ölüm teması üzerine sık sık düşünüşüm, sık sık hissettiğim derin yalnızlık duygusu; özellikle bu tabloyla aramda farklı bir bağ yarattı diyebilirim. Hayatımız; içimizde bastırdığımız çığlıklardan ibaret aslında. Munch bunu resme dökerek, birçoğumuzun iç dünyasına monitörlük yapmıştır. Baktığım zaman çok farklı duygular içinde bulunduğum; çok fazla kendi hayatımmış gibi hissettiğim, bu eserin bende bıraktığı etkileri ve izlenimleri burada anlatmam, saatler sürer ancak; ben kısa bir şekilde özetlemeye çalıştım...