Postmodernizm; kuralları, normları, kalıpları neredeyse tamamıyla yıkan, aklın önderliğinde ve himayesinde yeşeren "modernizme" tepki olarak karşımızda beliren bir akım. Kültürdeki meyvelerini ise elbette söz gelimi sanattaki kadar hızlı veremeyecekti zira aydın sınıfın veya görece okumuş yazmış kesimin elinde filizlenen sanat, kültüre kıyasla değişime elbette daha açık bir konumda olacaktır.


Nietzsche'nin kaleminden ve dilinden çıkanlarla görkemli, şairane üslûbu fark ettiği ve önümüze bırakıp hiçbir şeyi umursamadan yoluna devam ettiği detaylarla kültürün adeta şaşkına döndüğünü söylesek sanırım abartmış olmayız, öyle ki bu keskin dilli filozof var olmamış olsaydı kültürün bu denli bir dönüşme hızını yakalayabileceğine şüpheliyim açıkçası. Son derece çarpıcı bir romantik olmasıyla birlikte belki bugünlerin ihtimalini sezmişti, belki de öngörmemişti, bilemiyorum. Ancak tüm postmodernizm sempatizanlarının kendisine çok şey borçlu olduğu açık.


Dachau'da, Auschwitz'de, Hiroşima'da, Nagazaki'de sistematik öldürmeler şeklinde tezahürleri de görünen modernizmin, Odyssea'daki gibi içimizde olana, insanî olana dönüşe açık kapı bırakabilmesi yine duygularımızla barışmamız, hükmetme arzusuyla yanan kibrimizden arınma çabalarımızla mümkün olabildi.


Yerleşik tabuları kırmak, doğruluklarını ölçmekten başka çaremiz kalmadığını yüzümüze vurmak konusunda da postmodernistlerin Freud ve Darwin'den, "Herkesin 'zaman'ı (duygusu, düşüncesi) kendine bence" hususunda Einstein'dan epeyce fayda gördüklerini iddia etsek yine çok ileri gitmiş olacağımıza zor ikna olurdum. "Akıl"larıyla nam salmış bu isimlerin, içimizdeki gerçek kimliklere, duygularımıza, hislerimize ayna tutma şansını da bizlere tanıdığını kim inkar edebilir? Bilim insanı, sanatçı ya da felsefeci... Kimliğiniz ne ya da neler olursa olsun, müesses nizama karşı arayışlar içinde ya da onunla hesaplaşma girişiminde olmanız; tarihin her döneminde olduğu gibi bu dönemde de son derece etkili işler yapma imkanını, yani taraftarı olunacak normları, kuralları, değerleri elde tutmayı adet edinmiş kitlelerin elinden bunları düşürmelerine sebep olmaya dahi gitme ve bu sayede yepyeni bir sayfa açma imkanını veriyor size. Bir bakıma bu fırsatı verenler; modernizmin "eril prensi", "akıl" ve belki "bir kadın olarak susturulan 'duygular' " da olabilir, kim bilir... Ne hoş değil mi? Bakın, doğa bizi bu kendi kendine yaptığı paradoksal hamlesiyle, akılla, duygularla uğraşmayı adet edindiğimizde cinsiyetçilikten uzak tutuyor...


Söylediklerim bir postmodernizm seviciliği tasası taşımamakla birlikte, bize kalan şey ise yine postmodernizmle doğan, amaçsızlık, hiçbir şeyin önemi olmaması gibi taşlarla döşeli olan yollardan sıyrılarak yeni bir yol arama gayesi belki de...