Klasisizm bağlamında sanat, ideal ölçülü ve dengeli olanı gösterme görevini üstlenir. Çağının en provokatif sanatçılarından biri olarak görülmeye aday olan Amerikan fotoğrafçı Joel-Peter Witkin ise bir varlığın güzel yahut çirkin olarak değerlendirilme durumu anlamına gelen estetik kelimesine, sanatında kullandığı olağanüstü materyaller ve figürler ile adeta yeni bir anlam kazandırıyor.


Sanatçı fotoğraflarında gözlerden uzak tutulan, uyarıcı, deforme birçok materyali ve figürü kullanarak ölüm ve yaşam arasındaki silik çizgiyi epey karanlık yönleriyle ve çoğu zaman sembolik bir biçimde fotoğraflarına taşıyor. 


1939 Brooklyn, New York doğumlu olan Witkin ilk kamerasını 1950'lerin ortasında almış ve kamera kullanmanın temellerini kendi kendine öğrenmiştir. İlk fotoğrafı ise Tanrı'yla konuştuğunu iddia eden bir tavşanı gösterir. 1961 yılında askere çağırıldığında üç yıl boyunca savaş fotoğrafçılığı yapmıştır. Bu yıllarda intihar etmiş veya eğitimlerde hayatını kaybetmiş askerlerin fotoğraflarını çekmiştir. Etkisinde kaldığı Henry Peach Robinson ve Oscar Gustave Rejlander gibi, kendi deyimiyle, "oldukça geleneksel teknikler" kullanıyor. Photoshop'u sevmediğini ve asla yapmayı düşünmediğini söyleyen Witkin, kolaj tekniğini kullanmayı zaman zaman tercih ettiğini de ekliyor.


Sıra dışı sanatçı din, ölüm ve mitler gibi temaları işlediği fotoğraflarında klasik estetik anlayışı ile oluşturulmuş tabloları referans alarak ve formu değiştirerek yeniden canlandırmıştır. Bunlardan birkaçı olarak, romantik dönemde Théodore Géricault adlı sanatçının "The Raft of Medusa" (Medusa'nın Salı) veya rönesans döneminde Sandro Botticelli'ye ait olan "The Birth of Venus" (Venüs'ün Doğuşu) eserlerine benzer kompozisyonlar oluşturarak çektiği fotoğrafları örnek gösterilebilir. Form ile sürekli olarak bir çatışma içerisinde olan fotoğraflarında vizyonunu nesnel estetik düşüncesinden uzak bırakılmış figürleri kullanarak gerçekleştirmiştir. Fotoğraflarında vücudu deforme halde olan figürlerin yanı sıra kadavraları ve insan uzuvlarını kullanan Witkin; onu karanlık ve ürkütücü bulan eleştirelere karşı sanatını "Sanatım karanlık temalar (kötülük) hakkında değil, sevgi hakkında. Çeşitliliğin varolduğu bir dünyada yaşıyoruz, tüm insanlar farklı ve herkes sevilmeyi hakediyor." şeklinde açıklıyor.


Witkin, sanatındaki alışılagelmişin dışındaki vizyonunu çocukluğundan gelen birçok deneyime bağlıyor. Bunlardan birinden, kendisi henüz altı yaşında tanık olduğu bir trafik kazasında hayatını kaybeden küçük bir kızı görmesi olarak bahseden sanatçı bu travmalarından yola çıkarak fotoğraflarında benzer temalar kullanmakta. Doğumdan önce kaybettiği üçüzü hakkında olan deneyimini ise "An Objective Eye" adlı kişisel belgeselinde şu şekilde anlatıyor: "New York'da olduğum bir dönemde "primal theraphy" (çocukluk travmalarıyla ilgilenen bir psikoterapi yöntemi) seansındaydım, bu terapilerde deneyimlediğiniz şeylerden biri ise kendi doğum deneyiminizdir. Kendi doğum deneyimimde bana bağlı olarak duran erkek kardeşimin yanı sıra görebildiğim mesafeden gittikçe uzaklaşan başka bir varlık gördüm." Kaybettiği kardeşini sembolize eden birçok bebek figürü ise fotoğraflarında bulunmaktadır. Fotoğraflarında kullandığı kadavralar ve uzuvlar çoğu ülkede etik birçok probleme yol açabildiğinden işlerini daha rahat bir şekilde gerçekleştirdiği Meksika'da en çok ses getiren eserlerinden biri olan "Still Life" adlı fotoğrafı çekmiştir. Bu fotoğraf tren kazasında ayağını kaybetmiş ama hala hayatta olan bir kadın ile ilgilidir. 


Witkin'in çağdaş ve oldukça postmodern sanat anlayışının tartışmaya yol açan nitelikte olduğu aşikar fakat sanatçı idealize estetik algısını yıkan bakışını ve provokatif tavrını "Ben fotoğraflarımı sevimliliği göstermek için ya da renkleri duvarlarla uyumlu olsun diye çekmiyorum." sözleriyle ortaya koyuyor. 


"Fotoğraflarımın bir insanın ölümden önce gördüğü yahut hatırladığı bir şey kadar güçlü olmasını istedim." 



Kaynak: Joel-Peter Witkin: An Objective Eye - 2013 (Thomas A. Marino)

Fotoğraf: Self Portre - 1995



Yazar: Ebrar Şeyma Kaymak