Oturdum yer kürenin renk ahengini bozuyorum…

Tüm dengeleri yerle bir ediyorum.

İnsanları seyrediyorum.

İrili ufaklı, heyecanlı, telaşlı, çocukları ve kimsenin dönüp bakmadığı sokak hayvanlarını.

Bir müzik geziniyor sokaklarımda, sokaklarım ihanet dolu, sokaklarım çürümeye beş kala kusuyor insanlarını.

Yürüdükçe eziliyor ayağımın altında sonbahar artıkları.

Yürüdükçe eksiliyor vicdanım.

Henüz yürümeyi yeni bırakmışken, yaşım yirmilere gülümsüyorken, hayat akıyor ve arsızken kaldırdım kafamı dünya denen bu illetten.

Akan suyu kestim.

Kimliğimi dibine gömdüğüm fidenin köklerini ateşe verdim.

Yoruldum insanlığımın köle pazarlarına düşüşünden.

Saçlarımı yoluyorum, parmaklarımın arası güz sabahları gibi.

Her tonu var sarının, her tonu var aldanmışlığın.

Milyon kez düşecek olsam bir uçurumdan, milyon kez AH işitirim annemden.

Annemin kaygıları arasında ölü bir beden olarak kalırım sonrasında.

Belki tam naftalinleyecekken fark eder, ağıtlarıyla ağır yorganların arasına gömer beni.

Kim bilir,

belki acısına aldırmadan ahlardan yeniden doğurur,

Kaderime yaldızlı kumaşlar işler.

Annem hep ne kadar çirkin olduğumu söylerdi, çirkin ördekten bile çirkinmişim. Küçükken anlamasam da ,şimdilerde özdeştirebiliyorum çirkinliğimi.

Arkaik dönem çirkinliği taşıyorum üzerimde, kaba saba , alelacele, sıkıştırılmış bir zaman diliminden öte değilim.

Annem haklıydı , ördekten bile eskiydi tarihim ve dillere destan çirkinliğim.

Köle pazarlarındaki ruhumu evlat edinilmiş Çingene küçük bir kıza armağan edeceğim.

Kitaplara çok inandığım zamanlarda , Çingenelerin mutluluğundan dönüyordu başım. Renkli eteklerinden, kurumayan çiçeklerinden, ellerinin kemanla sevişmesinden, sonsuz ezgilerin zenginliğinden.

Oysa kimse, annem bile bahsetmemişti Çingene hüzünlerinden.

Dökülen binaların içinden gülümseyen yüzleri değildi, gülümsemek bir ustalık işidir.

Çingeneler çıraklıktan öteye geçememiştir yüzyıllardır.

Kitapların dünyasında insanların yüzeysellikten ne kadar uzak olduğunu düşünürken, dönüp etrafıma baktığımda bu derinlikten zerre bir şey göremiyordum.

 İlk hayal kırıklığı böylece düşmüştü cevherime.

Çingenelere inanıyordum ve pervasızlığın dehşet biçimde yatağımın demirlerinde sallandırdığı o kırmızı beze.

Anneme hiçbir zaman inanmadım, hak verdim , hakkımı verdim, ellerimi ve yüzümü ve tarih öncesi , ördeklerden bile eski olan çirkinliğimi.

Anneme hiçbir zaman inanmadım.

Çingeneler zamanında bir kırmızı bezden ve döşek demirlerinin pasından başka hiçbir şey kalmadı anılarımda.