“Çocuk Edebiyatı Nedir?” serisinde çocuk ve çocukluk kavramından başlayarak çocuk edebiyatının tarihsel gelişimini ve çeşitli perspektiflerden nasıl ele alındığını kaleme alacağım. Serinin ilk yazısında çocuk edebiyatını daha iyi anlayabilmek adına çocuk ve çocukluk kavramına bakış açısının tarihsel süreçte nasıl değiştiğini ele alacağım.

 

Çocukluk toplumsal bir kavramdır. Çocukluğa verilen değer ve anlam her toplumda, her devirde hatta aynı toplumun farklı kesimlerinde bile değişiklik gösterir.

 

Çocukluk ve çocuk tarihi hakkında tarih gibi alanlardan da bilgi toplanabilmektedir. Geleneksel tarihçiler tarihin seçkinlerin öyküsünü anlatmak olduğunu düşünüp güçsüz, edilgen ve sessiz toplum kesimlerine ilgi göstermemişlerdir. Bu kesim kadın ve çocuklardır. Ancak yeni sosyal tarihçiler hiçbir ayrım yapmadan tüm insan kümelerini kapsayan bir tarih yazmaya çalışmışlardır. Bu noktada çocukların sanıldığı kadar güçsüz ve etkisiz bir kategori olmadığı görülmüştür. Nüfus bilimcilerin çocukların bir ülkede fazla olup olmamasının farklı etkiler oluşturduğunu saptaması gibi. Tarihin özel uzmanlık alanlarındaki araştırmalar da çocuklukla ilgili bilgiler sunabilir. Mesela eğitim tarihi araştırmaları çocukluğun tarihi konusunda önemli bilgiler vermiştir. Tarih dışındaki disiplinlerde yapılan araştırmalar da çocuk tarihi araştırmalarına katkı sağlar.

 

Çocuk ve çocukluk hakkında önemli bilgiler sunan isimlerden biri Aries’tir. Aries, “Eski Devirlerde Çocuk ve Aile Yaşamı” adlı kitabında çocukluk kavramının on beşinci ve on altıncı yüzyıllardan önce var olmadığını iddia etmiştir. Çocukları tanımlayacak ayrı sözcüklerin bile olmadığını belirten Aries, oğlan ve küçük gibi kelimelerin emir altındaki uşakları, erleri tanımlayan kelimeler olduğunu da söyler. Mine Tan da “Bir anlamda çocuklar, geçici uşaklar sınıfı olarak görülüyordu, çocukluk da onları yetişkinliğe hazırlayan bir çıraklık evresiydi.” diye ekler. 

 

Aries, 1600’lerde çocuk oyun ve eğlencelerinin üç-dört yaşından itibaren azalarak bittiğini yazmıştır. On yedinci yüzyılın sonlarında çocukların kâğıt ve talih oyunları oynamasının hoş karşılandığını da belirtir.

 

Çocuklukla ilgili ilk gelişmeler yavaş da olsa on dördüncü yüzyıldan sonra burjuvazinin ve deneysel bilimlerin gelişmesine bağlı olarak gelişmiştir. Çocukları ve çocukluğu tanımlayıcı bir dil geliştirilmiştir. Aries, soylu ailelerde on yedinci yüzyıldan itibaren çocuk sözcüğünün bugünkü anlamında kullanılmaya başlandığını söyler.

 

Çocuk merkezli burjuva ailelerde çocuk gözetilmeye başlanır; on yedinci yüzyılda bazı din insanları, ahlakçı ve hukukçular çocuğu Tanrı’nın korunması ve düzeltilmesi gereken bir yaratığı olarak imgelemeye başlamışlardır; son olarak on sekizinci yüzyılda çocuğun bedensel sağlığı ve temizliği önem kazanmaya başladı.

 

Aries’in üzerinde durduğu önemli bir argüman çocukluk kavramı ile çocuk sevgisinin karıştırılmaması gerektiğidir. Ortaçağ toplumunda çocukluk kavramının var olmaması çocukların sevilmediği anlamına gelmemelidir. Çocuğun yetişkinlerden farklı olduğu ve kendine özgü özelliklerinin olduğu bilinci yoktu.

 

Shulamith Firestone, çağdaş ailenin gelişmesini bütünleşmiş toplumun küçük birimlere bölünmesi olarak yorumlar. Firestone, çocukluk çağının yaratıldığını, çocukların yetişkinlerden ayrı bir tür olarak görülmeye başlandığını ve bunu kanıtlamak için çocukların saflığı üzerine bir ideoloji oluşturulduğunu da belirtir. Çocukların aileye olan kısa süreli bağlılığının uzadığını ve bu bağlılık süresi uzadıkça kadınların da anneliğe mahkumiyetinin son haddine ulaştığını da söyler.

 

Aile merkezli yaşamdan önce insanlar belli başlı iki ikametgâh türünde yaşıyorlardı. Ya şato tarzı büyük evlerde ya da ahır, ağıl, kulübe gibi yerlerde. Büyük evler seçkinler içindi ve çocuk kalabalık ev halkından biriydi. Yoksulların yaşadığı yerler -ki bu nüfusun %80’i demek- çok küçük olduğu için çocuklar yetişkin ortamından uzak tutulamıyordu. İş hacmi fazla olduğu için de çocuğun erken yaşta yardım etmeye başlaması beklenirdi.

 

Annelik de bugünkü anlayıştan farklıydı. Çocuklar biyolojik anneleri tarafından yetiştirilmiyordu. Annesinden başka biri süt veriyor sonra yedi yaşlarında başka bir eve gönderiliyordu.

 

Rönesansla birlikte kültürel ve toplumsal ortamda öncülüğünü kentli seçkinlerin yaptığı değişim başlamıştır. Gelis’e göre bu dönemde çocukla ilgili en büyük değişim çocuğun yaşamını koruma konusunda görülen kararlı tutumdu.

 

Modern çağda giderek bağımsızlaşan birey kendi yaşamını dilediğince yaşamaya yönelmiştir. Bireyin bağımsızlığının artması bedenin bağımsızlığı arttığı içindir. Ana-baba çocuğu artık sadece kendisi olduğu için, kendilerine ait yaşamın parçası olarak görüp seviyorlar.

 

Çocuk ve çocukluk hakkında araştırma yapan isimler eğitim konusuna da değinmişlerdir. Aries ve ondan esinlenen isimlere göre çağımızdaki okul kurumu çocukluk kavramının uygulamaya geçirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Çağdaş eğitimin ne geleneksel Ortaçağ öğrenimiyle ne de Rönesans’ta liberal sanatların gelişmesiyle bir ilgisi yoktur. Çünkü bu iki dönemde verilen eğitimde çocuğa veya gence özel bir vurgu yapılmadan eğitimi insan yaşamının tümüne yayacak şekilde el alıyorlardı. Yani çocukluk bilinci yoktu. 

 

On yedinci yüzyılda ahlakçılar yeni bir eğitim modeli geliştirilmiştir. Bu modelde çocuklar Tanrı’dan korkan kültürlü bir kişiye dönüştürülme amacıyla eğitiliyordu.

 

Yeni okullarda okulun tanımı değişmiştir. “Okul artık insanları çocukluktan erkekliğe doğru ilerlerken topluma hazırlamakta kullanılan bir araç olmuştur.” Kızlar yüzyıllar boyunca okula gidememiştir. Çünkü kızlara gerçek yetişkinlik hiçbir zaman yakıştırılmamıştır. “Kızlar on yaşına geldiklerinde küçük kadın sayılıyorlardı; normalde on iki-on beş yaşları arasında da evlendirilirlerdi.” bilgisi okula neden gidemediklerini açıklıyor.


Çocuk ve çocukluğa bakış açısının, çocuklara verilen eğitimin yüzyıllar içindeki değişimi bu şekildedir. Yazıyı iki tane çocuk kitabı önererek sonlandırıyorum.

Öneri çocuk kitapları:

Hepi Topu Bir Tekir/Brendan Wenzel

Kutu Değil/Antoinette Portis

 

Kaynakça

Tan, Mine. Çağlar Boyunca Çocukluk. Ankara University Journal of Faculty of Educational Sciences (JFES) 22 / 1 (Ağustos 2019): 71-88.