Bu öykü @Morpheus ile beraber gerçek olmayan bir yerde ve zamanda yazılmıştır.
Gökyüzünden düşen ışıklar misaliydi, sanki çorak topraklardan gelmiş hacı edasıyla ve daha bilinmez birçok şeyin görünüşüyle çıkageldi çocuk adam, elinde incir ağacından bir asa, üstüne giydiği tunik yırtık pırtık ve eskimiş, ancak gururlu yüzünden anlaşılan bir sertlik vardı, çocuk boyuyla birçok şeyi gördüm dercesine, saygı talep eden bakışları vardı, sizden zorla alınacak olan. Tuniğinin yakasından içeri dalmış küçük zavallı bir yaratık vardı, öyle narindi ki onu göstermekten duyduğu korku içinde kök salmış ama kendine bile itiraf etmediği bir korkuydu, ıssız çöllerden gelmişti, ayakları nasır tutmuştu, her adımında asası da onunla sert vuruşlar yapardı toprağa, ıssız çöllere mi gidecekti, yolu nerede bitiyordu bilmiyordu. Yürüyüşü pek fazla zaman içermeyen anda kesildi, patikanın ortasında dikili veren bir adam, tekerleği kırık, atsız arabasının yanı başında oturmuş ağlıyordu, yanına gitti sert yüzü ile, asası peşinden geliyordu bir canlı gibi, adam kafasını kaldırıp baktığında ses etmedi, yardım istedi, karnında kırmızı renklerin birleştiği ölüm kokusu yayıyordu, eşkıyalar musallat olmuş tacirin mallarını çalıp ölüm öpücüğünü hediye etmişlerdi, çocuk adam bir şey yapamazdı, koruması, dış dünyaya karşı saklaması gereken sırrı vardı, yardım edemezdi, yürümeye devam etti, adam ardından bağırdı, yalvardı ve sessizleşti, güneş hala tepesinde, kayıtsız olmak dışında yapacak işi yoktu, çocuk adam da yürümeye devam etmeliydi küçük sırrıyla. Sırrı şimdi sırtına çıkmıştı, güneş alevden kollarını yüzünden bir yansıtma aracı olarak kullanırken çocuk ter ve acı içindeydi, pençesini ensesinden aşağı indirip tuttuğu gibi söküp atmak istiyordu, tuttuğu her ne olacaksa kendinden kopup gitmeliydi, ama o zavallı şey titrek nefesi ve yapışkan kıvrak bedeni ile hınzırca yer değiştiriyor, hiçbir zaman yakalanmayacak kendi yolunu çocuğun güçlü ve kaskatı teninde çizip onu gittiği yolda her anında ve her gizli rüyasında takip edecekti, sırrıyla yürümeye devam etmeliydi. Attığı adımların boş birer yansıma, içinde kavrulmuş sessizlik vardı, sırrı neydi, üstüne yapışan bir leke mi yoksa bir onur mu, o da bilmiyordu, tek bildiği yürümek ve dışarıda olup biten yaşamdan uzak, gözlerini olağanca sadelikten ve ıssızlıktan yarattığı rüyalarını yaşamaktı, işte koynunda olan şey, kaderi ve ölümüyle süslü gerçek, o bir tanrıydı, her şeyin ebedi yaratıcısı, yaratmakla köleliğe, prangaya vurulmuş şey, çocuk biliyordu, ardında bıraktığı tüccarın gerçek olmadığını, tüm yeşillikler ve vadi, ağaçların yalnız dansı, hepsi koynuna girmiş ufak tanrının yarattığından ibaretti, çocuk düşmeyecekti, tüm acılar ve güzelliklerin anlamsız karanlığında arzularını göğsünden çıkarıp atmıştı, tanrısından daha bir tanrı. Tanrı ona bir vadi gösterdi, dikenli tellerle çevrilmiş yalnız bir ev, bahçesinde bir sürü kaktüs, evin köpeği yok, iniltileri, vadinin tepesinden duyulur, yürüdü, tanrı ona bir bulut kümesi gösterdi; dev bir deniz kızıydı bulutun gözleri, kükreyen azgın bir denizci ona koşuyordu, tanrı ona yıkık dökük bir saat kulesini de gösterdi, tarihin büyük depremlerini görmüş, askerler kuşatmış ve askerler yağmalamış, antik yelkovanı sarkık akrebi kayıp, tanrı ona kendini de gösterdi, cılız ve pörsümüş bedeni, deliklerinden irin ve solucan akıyor, pis kokusu, kızarık ve sarhoş gözleri, kendinden ve kaderinden vazgeçmiş, tanrı şimdi boğazına yapışmıştı, dışındaydı ama gırtlağının seslerini daha çıkmaya cüret edemeden düşüncelerinde kesmişti, çocuk adam, sessizce yürüdü. Attığı adımlarından ses çıkmıyordu, tozlar havaya karışmıyordu, sanki bir rüya, ancak şimdi daha netti gerçeklik, hatırlıyordu, vadide bir ev var, çitlerinde sarmaşık bitkiler ve ağaçlar, annesi sert biri, kaktüs gibi, dikenleri var, sevildiğini hissettiğinde batacak onlar, çocuk adam hatırlıyor, köpeklerini kaybettiği seneyi, hastalanmış ve göçmüş sessizlik, ve işte saatin durduğu nokta, bekleyerek kocaman umutların biriktiği anlar var aklında, bir türlü saatlerin hayaline yetişemediği zamanlar, babası denizci kıyafetiyle geliyor, bu bir hayal, rüya ve gerçeklikten uzak bir ezgi, koşuyor kendisine ellerini açmış, kaktüs çiçek verecek o an, belki mezarından kalkıp Lazarus gibi, havlayacak köpeği, ancak hayır, zamanın kendi planı var, çocuk büyümeyi reddediyor, tanrısı koynuna giriyor, vadideki evi ve her şeyi, anılarına gizlediği umutlarının katili oluyor, tanrısı ile çorak toprakları arşınlayan hacı, işte çocuk adam bu, zayıflıklarından feragat etmiş, yüzünde görülmeyen tebessümlerin çizgileri var, gülmeyi unutmuş, çocuk tanrısıyla beraber, aklında tek şey yürümek.