Durgunluğunu götür gözlerimin önünden,
çıkart üstünden dünyevi söylentilerle dikilmiş elbiseni,
yol kenarında aniden unut beni ve sonra tekrar hatırla;
kalabalıktan biri olduğumu
ve yumruklarımı sıktığımı,
birkaç yıllık sandalyelerin üstünde tütüne düştüğümü,
kan rengi şaraplar tükettiğimi ve yalnız yürümeyi sevdiğimi,
doğadan gelecek gürültüleri kent sessizliğine tercih ettiğimi,
kafamızdaki doluluğu az da olsa boşaltabilmek için nasıl uğraşlar sarf ettiğimizi hatırla,
teninde gezinirken kendini çok önceden gömüye çevirmiş bir el,
avuç içlerine bıraktığım parmak izlerimi hatırla
ve ben gelir geçerim -rivayet olur o kutsal an,
sen en çok edindiğin tecrübeden utan.
Umudun boş bir otobüste bir anda içine sindiğini hatırla, tanrıyı ve şeytanı bırak,
hoşuna giden bir kitabın giriş cümlesini tut en çok,
yarılanmış bir ömürde kollarına inen uyuşukluktan çek sırtını,
kavgalara dahil ol kendinle- ne kadar gerekirse,
cam kenarında ya da küçük balkonlarda oturup gökyüzünü izle- şehirimizde az kaldı böylelerinden,
donatılmış bir sofra ile bir dilim ekmek arasında hiç fark olmadığını anımsa,
anımsa ve azımsa insanlığını,
çünkü çoğalmak aslında olası azalmaların başlangıcıdır Meyrem,
kendin olduğun bir an bul ve dans et onunla,
giysilerini çıkarmak istersen eteğini ben tutarım.