Arabanın camı bozulmuş, zoraki araladım. Cankurtaran’ın tepelerinden geçerken zar zor seçilen ışık hüzmelerine gözüm dalıyor, bizden önce buradan geçenleri yokluyorum. Elim cebimdeki tütüne gitti. Çıkartınca bakakaldım, sararmış çoktan. Bozuntuya vermeden yaktım, daha yolum uzun sayılır. En azından bir sigaralıktan fazla yol var. Ford’un sesi Zaluna Köyü’nün üzerinden yankılanırken Cankurtaran’dan gündüz geçmeyi özlediğimi fark ettim. Öyledir ya deniz de gözlerine dolar, köyler de yoluna çıkar. Aylardır gece yolum düşüyor Hopa’ya. Bir sis var, deme gitsin. Cankurtaran’dan sağ salim inebilseydik gerisi kolaydı. Bu kaos çemberinin içerisinde ilerlerken ölüm ihtimaliyle yüzleşip o kadar da cesaretli olmadığınızı anlıyorsunuz. Ne kadar dünyevi işlere boğulup lanet okusam, küfretsem de inatla yolu kontrol ediyorum, çizgide miyiz diye. Cemal’in gözleri iyice kısık yolu görmüyor besbelli. Korktuğunu anlıyorum ama elden bir şey gelmiyor.

— Da Cemal, kun elloğez ta? Yez keşim ta? (Cemal, uyuyacak mısın? Ben süreyim mi?)

— Abi tunal indzi bidzi dağa kidez, yez koni danum nasantsa isive. (Abi sen de beni küçük çocuk sanıyorsun, kaç kere geçtim buradan.)

— Yez çkidim, hekudz came’in arçetin vegallin’oç u. (Ben bilmem, yarın caminin önünden kaldırmasınlar da.)


Cemal sessizleşti dikkat kesildi yola. Her viraj gözümde büyüyor, her dönüşte şimdi uçurumdan düşeceğiz korkusuyla koltukları sıkıyorum. Sigara içeceğim derken soğuktan da buz kesmiştik. Ayazı yedik şimdiden, köye nasıl yürüyeceğiz bakalım. Yarıda fırlattım sigarayı, zar zor camı kapattım. Sis biraz aralanmış yol da inceden gözüküyordu. Biraz rahatladım, bir yandan da Cemal’i yokluyorum uyumasın.

— Cemal ku engere hoza, badazder’a? (Cemal senin arkadaşın burada yuvarlanmıştı değil mi?)

— Ha abi, mağk ağav dayin. Sirdez varestsav şidak, hedru medzentsakaki. (Evet abi, günah oldu çocuğa. Yüreğim acıdı gerçekten, birlikte büyümüştük.)

— Dağa unirta? (Çocuğu var mıydı?)

— Ergus ağçik meg monç me unir. Monç dağa unnam deyina şad uğraşmış ağav, dağan ağav ergu amsu hedev merav. (İki kız bir erkeği vardı. Erkek çocuğum olsun diye çok uğraştı, çocuk oldu iki ay sonra öldü.)

— İsa ellayin pana oğul, inçenik. İnç u kervadza ana an. (Bu allahın işi oğul, ne yapalım. Ne yazıldıysa o.)

— An amana abi. Yez dağotse şad varetsa. Sefiltsadzeni şidak. Desa ana midez cağketsav. (O öyle abi. Ben çocuklara çok acıdım. Sefilleşmişlerdi gerçekten. Gördüğümde içim parçalandı.)

— Allah sabırlık versin. İnç asik. (Ne diyelim.)


Hayat ne kadar aciz öyle değil mi? Çok küçük bir an, her gün önemsemediğimiz onca detayların işlediği süre kadar bir süre her şeyin kararmasına yetiyor. İğne ipliğine bağlı düğümlerimizin olduğu şu hayatta ne de çok çırpınıyorduk oysaki. Bazı şeylerin başlangıcı da bitişi de aynı hızla gerçekleşiyordu, tıpkı yaşamak gibi ve işte yine her şey gibi sonunda Cankurtaran bitmiş, Yoldere Köyü ayrımı gözükmüştü. Cemal yavaş yavaş vitesi düşürüyor fakat ben arabadan inmek istemiyorum. Bu yol öyle bir yol ki sadece gece değil gündüz geçmek bile beni derin düşlere sokmaktan çekinmiyor. Önce Yoldere’yi çıkıp oradan usul usul Başoba’ya. Cemal aracı sağa çekmişti fakat ben dalmış gibi yapıyorum biraz daha zaman kazanabilmek için. Cemal isteksiz bir sesle,

— Abi, kağniyuz vartenim’ta? (Abi, köye bırakayım mı?)

Söylediği söze binbir çekinceyle cevap vermek istiyordum ama yüzünde gördüğüm o ifade beni bundan vazgeçirdi. Hiç yürümediğim yol değildi ne kadar zor olsa da yürüyecektim.

— Ça axhpar, yez gertam. Dikkat aği isiva. (Hayır kardeş, ben giderim. Dikkat et buradan aşağı.)


Cemal, yol ayrımından Hopa’ya doğru ilerlerken arabanın far ışıkları yok olana kadar bekledim. Kafayı çevirdiğimde uçsuz bucaksız bir karanlık patika yol bana bakıyordu. Sola doğru ayrılan başka bir karanlık yol ve ötede ışıkları zar zor seçilen birkaç eski ev. Patika yolun üzerinde hemen başlangıçta ufak bir mezarlık ve eski bir cami. Geceleri bu görüntü ne kadar ürkütücü, oysaki gündüzleri burası insanlardan geçilmezdi. Özellikle yaşlı heyeti hemen cami önünde toplanır, sabahtan akşama kadar çay içer vakit öldürürlerdi; geceleri ise terk edilmiş yerlerden farkı yok. Bir müddet köye araba gelir onunla giderim umuduyla beklemeyi düşündüm fakat nafile, ne gelen vardı ne giden. Yılgın adımlarla ilerlemekten başka çarem yoktu. Adım atarken ayaklarım patika yolun taşlarına çarpıyor her ayağım takıldığında biraz daha hızlı yürümeye çalışıyordum. Yolun yarısında ışık yok, elektrik desen daha bizim köye ulaşmamış. Akıllılık edip el fenerini de Murgul’da unutmuştum oysaki. Bunca olumsuzluk içerisinde yanı başımda çağlayan derenin sesiyle zihnimi bastırmaya çalışıyordum. Bu hafta yağmur yağmış belli ki, bu kadar hırslı olmasının başka bir açıklaması olamaz. O kadar yükselmiş ki yolun bir kısmı çamur olmuştu neredeyse. Yanı başımdaki tepelerden neredeyse omzuma kadar uzanan söğüt dalları ve sarmaşıklar yüzüme çarpıyor hatta bazen kaymadan önce tutunmamı sağlıyordu. Kaygan taşlara basmadan dikkatlice ilerliyor, bir yandan yaklaştığım evlerden birinde insan olması umuduyla dua ediyordum. Bacaklarımı yakan yorgunluk hissi her adımda gövdeme doğru yükseliyor, takatimin kalmadığını hissedebiliyordum. Hemen ilerideki Nuri’nin evinden cılız bir ışık yayılıyordu, ışığın kesilip tekrar parlamasından içeride birilerinin olduğunu idrak edebiliyordum. Biraz soluklanma umuduyla ilerledikçe kulağıma gelen seslerden burada birilerinin olduğuna emin olmuştum bile. Hemen önümde iki katlı bir ev, üst katının yarısı balkon. Patika yolun başlangıcından eve çıkılan bir merdiven ve evin sol kısmında altı beton üstü tahtadan oluşan eski bir merek. Sağa sola göz attıktan sonra balkonda oturan insanlara gözüm ilişti, karanlıktan birden çıkmış olmuş olacağım ki balkonda bekleyen herkes bana dikkat kesildi. İçlerinden biri,

— Da tun vovez, usti kukaz? (Sen kimsin, nereden geliyorsun?)

— Yesa tsezmayim vağhemik, Xhiogetsiyim. (Ben de sizdenim korkmayın, Başobalıyım.)

— Umetsmaez? (Kimlerdensin?)

— Xhigo’tsan Hamid’in dağayim yes. (Başoba’dan Hamid’in oğluyum ben.)

— Axhpar inçi yayan menaadzez? (Kardeş niye yaya kalmışsın?)

— Emica an zate hartsenemi, menatsak işte. (Amca onu hiç sorma, kaldık işte.)

— Aye çur’me xhema, nafas ar. (Gel bir su iç, nefes al.)

— Valla soy gelli emica. (Vallahi iyi olur amca.)


Yüzeyi tırtıllı merdivenlerin basamaklarından yukarı doğru çıktım. Karşımda az önceki amca gibi iki kişi daha vardı. Beni ilk gördüklerindeki şaşkın surat ifadeleri yerine hiç yokmuşum gibi bir tavır vardı. İçlerinden biri masaya yöneldi ve rakı kadehlerinden birine demir bir güğümden su doldurup uzattı. Ben yudum yudum suyu içerken onlar muhabbetlerine devam ediyordu. Buralarda, bu yollarda bir yaratığın varlığından bahsediyorlardı. Bu hikâyeye yabancı değildim, çocukken büyüklerden çok duydum bu hikâyeyi. Bir süre masanın uzağında merdivenin başında oturup bu hikâyeyi dinledim, onlar da ben yokmuşum gibi konuşmaya devam etti. Ciddi bir tartışma ortamı var gibiydi amcalardan iki tanesi bu varlığın gerçekliğini kanıtlamaya çalışıyor bir diğeri ise aynı hiddetle gerçek olmadığını dile getiriyordu. Kendi aralarında,

— Da go gasim, tun zate kişere kaladzçunista isti? Meme kala tun entame desnoğez. (Var diyorum, sen gece hiç yürümedin mi buradan? Bir kere yürü o zaman göreceksin.)

— Yez isiva şad kaladzim isiva, tun ter dağa’edi yez isiva kaladze. Zate incik desazdçunim, zate ellatçelloğ şen deseviçi. (Ben buradan çok yürüdüm, sen daha çocuktun ben buradan yürüyordum. Hiçbir şey görmedim, olmayan şey görülmez.)

— Tun meme an dis, yez kezi entame desnoğum hala inç assoğez himi ispon xhabra tun. (Sen bir onu gör ben seni o zaman göreceğim bakalım ne diyeceksin. Şimdi böyle konuş sen.)


Amca hâlâ inanmamış olacak ki yüzünü bir gülümseme aldı ve rakısından bir yudum daha çekip kafasını masadan diğer tarafa çevirdi. Kısa bir sessizlikten sonra su veren amca tekrar bana döndü,

— Da tuna isive ertami isa kişeriz. Kelğut pon egoğa, vağeçesta? (Sen de gitme buradan bu gecede. Başına bir şey gelecek korkmuyor musun?)

— İnç egoğa emica, hakvan inç go’ana kişer’na an go. (Ne gelecek amca, sabah ne varsa gece de o var.)

— Tun kides axhpar yez asti kezi, hedev istus otked bezdugdiva şebesnelu terçimi. (Sen bilirsin kardeş ben dedim sana, sonra buraya ayakların götüne vurarak koşma.)


Amcaların sohbetinden çıkardığım tek şey sadece çocukları korkutmak üzere anlatılan bir hikâyenin fazla büyütülmesiydi. Bu yollarda bir varlık olacaktı ve şu ana kadar gözükmeyecek miydi? Üstelik herkesin birbirini tanıdığı bu köyde? Bu imkansızdı.

— Terçiçim emica zate kiç menats kiçme kalim ver’poboğum. (Koşmam amca zaten az kaldı. Biraz daha yürüyeyim varacağım.)

— Hala gunga. (Bir bekle hele.)

Amca içeri gittikten sonra masadaki herkes ona dikkat kesildi. Kısa bir süre sonra elinde paslı bir el feneriyle geri döndü.

— Aisa ar, hekuts kale piyesgu. Vağhemi isive. (Bunu al yarın gelirken getirirsin. Korkma buradan yukarı.)

— Tamam emica peyigum, sağ olasın. (Tamam amca getiririm.)


Diğer iki amcanın yüzüne baktığımda hiç bana bakmıyorlardı ben de sessizce olduğum yerden kalkıp merdivenlerden indim ve patikaya geri döndüm. Bu sefer dinlenmiş bir şekilde ve elimde fenerle yola koyulmak üzereydim ama kafamda hâlâ aynı hikâye vardı, gerçek olabilir mi? Eğer gerçekse karşılaşma ihtimalim gecenin bu saatinde yüksek ama bunca zamandır bu yoldan yürüyorum hiç karşılaşmadım onunla. Fener de yolu aydınlatıyor görürsem erkenden müdahale şansım da olabilir belki. “Saçmalama Ali.” dedim kendi kendime. “Çocuk hikâyeleriyle korkutma kendini.”


Bir müddet temkinli yürüdükten sonra sonunda Yoldere Köyü bitmiş, Başoba Köyü’nün ayrımı olan değirmenin yoluna girmiştim. Kendi köyüme girince içime bir rahatlama geldi. Etrafta henüz ev bile yokken sanki her şey beni tanıyormuş gibi hissediyordum ve o rahatlıkla yürümeye devam ediyordum. Feneri yola bile tutmuyordum bu yollardan küçükken çok geçmiştim ve her adımımı ezbere atıyordum. Eve yaklaştıkça rahatlama hissi bütün vücuduma yayılıyor sanki bunu sonsuza kadar yapabilirmiş gibi hissediyordum. Yüzüme çarpan dalların, yolun çamurluğunun bir önemi kalmamıştı artık. Eve gidip sobanın patlayan odunlarının sesiyle uykuya dalmayı hayal ediyordum. Değirmen ardımda kalmıştı, çoktan dar bir geçitten geçip evime yürüme mesafesinde olan köprüye gelmiştim. Ben küçüktüm bu köprüyü yaptıklarında, köyün büyükleri birleşip zar zor yaptılar. Herkes kendi odunundan bir parça ayırdı o sene, gene de yetmedi üzerine para ekleyip kereste aldılar; üstüne bir de yapımında çalıştılar, bir senede anca bitti.


Köprüye adımımı attım, yanımdan bir kedi tam tersi yöne fırladı. Kedinin birden kaçışıyla korktum ve yerimde kalakaldım. Anlamsız bakışlarla yüzümü karanlığa çevirdim, ileride karanlığın içinde iki tane kırmızı ışık belirdi. Elim fenere gitti, hızlıca açtım ve ileriye tuttum kocaman bir silüet belirdi. Boyu neredeyse iki katımdı, kolları kocaman ve bütün vücudu kıllarla kaplıydı sanki. Anlamsız sesler çıkarıyor ve yerinde dönüyordu. Her dönüşünde aynı yere geldiğinde gözlerini bana dikiyordu. Korkudan kitlenmiştim, ne kıpırdayabiliyor ne de konuşabiliyordum. İçimden koşarak kaçmak geliyordu yapamıyordum. Az önce daireler çizen bu varlık yavaş yavaş bana doğru yürümeye başladı. Bir şey yapmam gerektiğinin farkındaydım ama ne yapabilirdim? Üstüme yürüdükçe sesi yükseliyor ve gözlerini benden ayırmıyordu. Feneri elimden atarak dereye koştum, neden dereye koştuğumu bilmiyorum, o an sadece içimden kaçmak gelmişti. Dereye düşe kalka inerken dengemi kaybettim, suya çakıldım. Suyun soğukluğu ile başıma gelen şeyi idrak edince daha hızlı kaçmaya başladım. Arkama bakmaya bile cesaret edemiyor, gördüğüm manzaranın azametiyle bayılma hissini yaşıyordum. İleride köprünün ayakları üzerinden karşı tarafa geçtim ve soluk bile almadan eve koşmaya başladım. Merdivenleri ikişer üçer çıkıyor bir yandan da olayların gerçekliğini sorguluyordum, bu gerçek olabilir miydi? Amcanın dediği gerçek miydi, yoksa zihnim bana bir oyun mu oynamıştı? Merdivenin ortalarına gelince yavaşladım, içimde bir cesaret parıltısı belirdi. Ardıma bakmayı düşündüm birkaç kez, birkaç derin nefes ve ardıma baktım. Az önceki varlık bir ayının üzerinde köprü üzerinde dönüyor. Gördüğüm şeyi ne izah edebilir ne de inkar edebilirdim, aynı duygularla tekrar koşup kendimi evin önüne attım. Yere uzanınca gözlerim karardı ve dünya yok oldu zihnimde. Uyandığımda yanımda eşim, annem ve korkulu gözlerle izleyen çocuklarım vardı. Gözlerimi açar açmaz annem,

— Orti inç ağav kezi? İnçi tun kezigi yettoğer? Umma paxçegudi? Vov gar edetid? (Evladım ne oldu sana? Niye kendini bıraktın? Kimden kaçıyordun? Arkanda kim vardı?)

Konuşamadım, olduğum yerden doğrulup sadece ailemin gözlerine bakabildim. Konuşmak istesem de nefesim çıkmıyor yerimde boğuluyor gibi oluyordum.


— Orti isa kişeriz isa compas kalvigur’ta? Goncolos’ta desar inç desar? (Evladım bu gece vakti bu yol yürünür mü, goncolos mu gördün ne gördün?)

Tek yaptığım şey kafamı sallamaktı, ardından tekrar gözlerim karardı gerisini hatırlamıyorum.