kalabalık bir şehrin yalnızlığı
sükunet sağlandıkça duyumsanmaz
duvarları maviye boyarsanız eğer
gökyüzü bu renge aldanmaz
denizin dibinde yatıyorsa huzur
en uyanık sen isen yeryüzünde
bir adam ağlıyorsa için için
bil ki o şehrin adıdır İstanbul
müshamma göstermiyorsan kederin sesine
en düşkün olduğun yerden serer insanı yere
sulamıyorsan hiçbir çiçeği
boşuna baharı bekleme
el yazmaz dil suskunsa eğer
güvertede bir çöpbalığı bile yoksa
bil ki huzur denizin dibinde bile değil
gökyüzü bu renge asla aldanmaz
bin yıl hüküm sürmüş acılar
ölümü unutturur saltanatlar
dağlar denize sırtını döner
her ozan bir yâre küser
kanını emiyorsa bu solucan sürüsü
tırnaklarının arasına kil doluyorsa
ve bir çamın altında ölmek istiyorsa
bil ki toprak basmaz kimseyi bağrına
günler geçmiyor diye sızlanma
zaman ölmeye yüz tutmuş
güneş bir akşam üzeri doğudan battıysa
umutlar batıda bir bulutmuş
eskisinden hızlı dönüyor dünya
sevdalar tükendi hoyratça
balıklar bile inanmıyor huzura
ahşap tozu dökülüyor saçlarıma
takunyalar küçük gelmeye başladıysa
cihana alışamamış hissediyorsan
vücudun ruhuna dar gelir
ey insan kendini püskürtmen gerekir
avcunun içinde bir öpücük saklıyorsan
saç teli duruyorsa kavanozunda
aklın nefes almaya savaş açtıysa
yüreğinde bir hayat yok demektir
geceler uykusuz geçiyorsa
ömrünü ilaçlara bıraktıysan
yuttuysa eğer seni İstanbul
kaçsanda bin diyara peşinden gelir
sarmışsa benliğini cam kırıkları
küflenmişse bayat ekmeğin
düşmüşsen bir kayalıktan
gülmek insana acı verir