Yalnızım. Ziyadesiyle yalnızım. Yalnız olmak istediğimden değil, bir dolu yalnız olmayan tarafından çevrelendiğim için yalnızım. Fakat neyi arıyorum ki? Daha doğrusu hala kimi arıyorum? Fırtınalarla dolu zihnimin yiyip bitirmesi için masum bir kurban mı, yoksa beni sevecek kadar aptal biri mi aradığım? Belki de bunların hiçbiri değildir. Belki de…Belki de… Yine lanet eziyetim gün yüzüne çıkıyor. Tatlı eziyetim... Her gün tekrar eden can sıkıcı, haz dolu eziyetim.... Çok sıkıldım artık. Günlerdir kendimle baş başa münakaşa etmekten ziyadesiyle yoruldum. Harekete ihtiyacım var. Dışarı mı çıkmalıyım? Ya da... Aşk? Hayır, hayır ve hayır. Aşk da ziyadesiyle mide bulandırıcı. Her şey ziyadesiyle mide bulandırıcı. Belki de önce her şeyden kurtulmalıyım. Peki o vakit bana ne kalacak? Çok canım sıkılıyor, çok! Midem bulanıyor. Bu leş gibi şehrin kubbesini saran boğucu dumandan olsa gerek. Ya da daha açık olursak kubbemi saran leş insanların pis kokusuydu midemi bulandıran.

Sahi, şehirle ne kadar çok ortak yönümüz var değil mi? Kubbemizi saran leşlerin altında boynumuzu bükmekten biçare bir haldeyiz. Belki de onunla dost olmalıyım. Kaldırımlarıyla sohbet etmeli, sokaklarıyla şarkılar söylemeliyim. Hatta gece çöktüğü vakit, ışıldayan sokak lambasının altında dans etmeliyim! Efendim? Garip mi? Niye garip olsun? Dost dediğin ete kemiğe bürünmek zorunda değil ki! Hem ete kemiğe bürünen aynı zamanda çürür de pis de kokar! Sizsiniz garip! Sizlersiniz kokuşmuş! Misal köpekler efendim, ne kadar garip ve belirsiz canlılar. Köpek gibi sadık derler hani! Ben köpeğin sadakatine bile inanmam. Niye inanayım? Dişleri ve güçlü bir çenesi varken neden beni ısırmasın? Ben olsam kesinlikle ısırırdım. Ya da fazla insanca düşünüyorum. Fazla insanca...

Daha da insanca olan ne biliyor musunuz? Hala bir şeyleri yazarak kusma isteğim... Midemin bulandığını söylemiştim. İşte böyle de kusuyorum! O halde daha fazla okumayın da üstünüze kusmuş sayılmayayım. Şimdi ise biraz daha kusmak istiyorum. Ben aslında memurum. Daha doğrusu beni bağlayan zincirlerimden kurtulana dek memurdum. Evet, böyle tanımlıyorum bu işi. Beni adeta bir köle, bir esir gibi bir noktaya sabitleyen, o noktanın dışına çıkmamı ise engelleyen, üstelik bunu bir lütufmuş gibi önüme mumlarla servis eden zihni yeşil kağıdın eseri olan bir dolu kokuşmuş ayak takımına başka ne denir ki? Kusura bakmayın, kusura bakmayın! Bunu yiyecek köpek ben değilim. Dedim ya! Çenem olsun, ısırırım ben. Öyle bir köpeğim ben. Sahiden ''mesleği eline almak, iş güç sahibi olmak, iyi bir insan olmak'' gibi bir ton çürümüş kelimeyi sürekli duymak, beni çileden çıkardı. Ne ki bu iyi olmak, meslek sahibi olmak? Dediklerinizin hepsinden istemeye istemeye tattım ve fikrimi söylemem gerekirse bunlar, tam bir kölelik ve mezbele! Evet, önceden söylediğim gibi tüm bu sözlerin ardında köleliğin o çirkin izlerinden âlâsını bulamazsınız. Öyle ki insanlar bunlar olmadan evlenemiyor bile! Eskiden köleler evlenemiyordu. Şimdilerde köle olunmadan evlenilemiyor bile! Alın size trajikomedinin âlâsı! Gülemiyor musunuz? Öyleyse ağlayın. Tüm bir gerçek koca bir trajikomedi ve karşısınızda! Üstüne kurulup yuva yaptığınız her yer, sırtınızı ve hayallerinizi dayadığınız her duvar birer sahne dekorundan fazlası değil...