"Belki de aşkı gerçekten ona aittir, Küçük Bayan Canlı'ya. O pembe yanakları ve çarpan kalbiyle. Bir muma dokunduğumda hiç acı duymam, bıçakla kesseniz beni bir şey fark etmem ki! Güneş ve yağmur, hep aynı benim için. Biliyorum onun atıyor yüreği, ben ölüyüm oysaki. Kalbimde derin bir yara, çarpmasa da sızlıyor yüreğim. Biliyorum ölüdür elim, kolum, başım; ama anlaşılan dökecek gözyaşım varmış hala."


Corpse Bride; bir aşk hikayesi değil, karşılıksız aşkın hikayesi. Atmayan kalbinde bin bir tane duyguyu barındırmayı başarabilen ölü gelinin hikayesi. Aşkın kendisine duyulan aşkın, gel gör ki sevilmemenin, aynı zamanda da ölümün gerçekliğinin hikayesi.


Yalnızca gri ve grinin tonlarından oluşan donuk bir şehirde, Victor'un resmini yaptığı mavi kelebeğin kağıt üzerinden canlanarak gezintiye çıkmasıyla başlıyor hikaye. Bu kelebeğin önemini anlayamıyoruz en başta, fonda Victor'un piyanoda çalmayı en çok sevdiği melodi çalıyor mavi kelebek gezintideyken. Bu kasvetli şehirdeki herkesin yüzü asık, hepsi türlü sebeplerden dolayı mutsuz. Victor da bu mutsuz insanlardan bir tanesi aslında, çünkü bir gün sonra hayatında bir kere dahi görmediği soylu bir ailenin kızı olan Victoria ile evlenmiş olması gerekiyor.


Ancak şaşırtıcı bir şekilde Victor ile Victoria, geçirdikleri küçük zaman diliminde birbirlerine aşık oluyorlar. Böylece gelin ve damat adayı; düğün hazırlıklarını yapmaya başlıyorlar, bunlardan birisi de ezberlenmesi gereken evlilik yemini. Victor, ormanda kendi kendine yemin provası yapıyor ancak sürekli bir yerleri eksik kalıyor yeminin. En nihayetinde sayısız denemenin ardından bir ağaç dalına, sanki o dal Victoria'nın parmağıymışçasına nişan yüzüğünü takarken yeminini de tamamlıyor:


Bu elimle hafifleteceğim acılarını. Kadehin hiç boş kalmayacak, ben olacağım şarabın. Bu mumla karanlıkta yolunu aydınlatacağım. Bu yüzükle ölüm bizi ayırana kadar benim olmanı istiyorum.


Halbuki Victor'un yemini ederken taktığı yüzük, cansız bir dal parçasından daha fazlası. Evet belki şimdi cansız, ama bir zamanlar kalbi pır pır atan bir genç kızın ormanda çürüyen parmağı bu. Ölü gelin Emily'nin ilk aşkı tarafından canice öldürüldüğü gece yere yığılan bedeninden kalan bir parça.


Victor için son derece sıradan olan bu anı, Emily ölülerin dünyasında yıllardır bekliyor oysaki. Birinin en nihayetinde kendisi için geleceğine inanıyor, birine yeniden güvenebileceği günü bekliyor, tek umudu bu. Her ne kadar eskiden kalbinin bulunduğu yer şimdiye kadar çoktan boşalmış olsa da, o boş yerde yeniden kelebekler uçuşsun istiyor. İşte böyle bir anda ölü gelinin ruhu, Victor'un yeminini kendi üzerine alınıyor ve bu pek de romantik sayılmayan evlilik teklifini kabul ediyor safça. Evet, artık çarpan bir kalbi yok belki ama ilk görüşte aşık oluyor Victor'a.


Ölü gelin, Victor'u (kendi deyimiyle 'kocasını') ölülerin dünyasına götürdüğünde görüyoruz ki ölülerin dünyası, yaşayanların dünyasının aksine rengarenk. Sanki ölüler yaşayanlardan daha yaşam doluymuş hissi oluşuyor izleyende. Yaşayanların dünyasındaki gibi mutsuzluk da hakim değil buraya, belki de ölüler geride kaybedecek hiçbir şeyleri kalmadığı için bu kadar mutlular. Bir kişi hariç, ölü gelin. Ölü gelin; buraya geldiği ilk günden beri yalnızca acı çekiyor, yaşarken çok sevdiği birisi tarafından uğradığı ihanetin acısını. Günün birinde deliler gibi aşık oluyor, aşkı ile evlenmek istiyor. Oysaki aşık olduğu bu adam, çok geçmeden katili olacak, takılar ve parası uğruna canice öldürecek onu, tam da Victor'un evlilik yeminini ettiği o yerde. Emily'nin çarpan kalbi çarpmayı bırakacak oracıkta, bedeni yığılıp kalacak bu ormanda. Ta ki günün birinde, ay ışığının ormanı aydınlattığı bir gecede, bir yabancı tarafından parmağına nişan yüzüğü takılarak tutsak ruhu uyandırılana kadar.


Ölüm anından sonra Emily'nin sıcak teni buz gibi oluyor artık, al yanakları rengini kaybediyor zamanla, atan kalbi yorulup atmayı bırakıyor. Ancak gelin görün ki ölü gelin, hislerinin bir tanesini bile kaybetmiyor. Hatta bu öyle bir kaybetmemek ki, yaşarken hissettiklerinden bile daha çok şey hisseder oluyor. Üzerinden hiç çıkarmadığı gelinliği ve duvağı ile her yeni gün daha da fazla acı çekiyor. Her gün yeniden kalbi kırılıyor, kırılacak bir kalbi olmamasına rağmen. Bedeni çürüdükçe hisleri bedeninin aksine daha da kuvvetleniyor, ruhu daha da acıyla doluyor sanki.


Derken bir gün, umutla beklediği o gün gelip çatınca, en sonunda birinin ona gerçekten aşık olduğunu zannediyor ölü gelin. Evet, Victor'dan bahsediyoruz. Ama çok geçmeden Victor'un yaşayanların dünyasında gerçek bir gelininin olduğunu öğreniyor, kendisinin aksine kalbi atan kanlı canlı bir gelininin... Victor'un kalbinin aslında hiç kendisine ait olmadığını, yemininin ise rol icabı olduğunu anlayan ölü gelinin geriye kalan tek umudu da, seneler önce atmayı bırakan kalbi gibi sönüveriyor. Ancak karşılıksız da olsa ölü gelin, Victor'a hala aşık, onu sevmeye devam ediyor anlayacağınız. Aynı yıllar önce ölüm anında katilini, kendisini öldürmek istediğini anladığında dahi sevmeye devam ettiği gibi.


Bu sırada yaşayanların dünyasında büyük bir karmaşa çıkıyor çünkü bir gün sonra düğünü olan damat adayı Victor, ortalıktan kaybolmuş durumda. Gelin adayının servet avcısı anne ve babası da telaşa düşüyor haliyle. Kaos ortamında, bu ailenin meteliksiz olduğundan bir haber olan kötü adam Lord Barkis, aileyi Victoria ile kendisinin evlenmesi hususunda ikna ediyor. Aile Lord Barkis'i, Lord Barkis ise aileyi zengin zannederek bu evliliği onaylarken durum aslında bambaşka. Lord Barkis, Emily'nin katilinden bir başkası değil, ve şimdi de ölüm sırası Victoria'da.


Ölülerin dünyasında tutsak kalan Victor, ölü gelinin yaşarken başına gelenleri öğrenince her ne kadar üzüldüyse de, fazla zaman geçmeden mutlaka kendi dünyasına geri dönmek zorunda olduğunun farkında. Yaşayanların dünyasında kendisini bekleyen bir gelini var çünkü, aşık olduğu bir gelini. Bu sırada ölü gelini ölümünden sonra ilk defa yaşıyor gibi hissettiren bu karşılıksız aşk, ikinci defa öldürüyor.


Victor yaşayanların dünyasına geri dönmeye hazırlanırken, kulağına birden filmin başında çalan melodi geliyor, çalansa bu sefer kendisi değil, ölü gelin. Beraber piyanonun başında oturdukları bu sahne, filmin en güzel ve en ikonik sahnesi bence. Aralarında hiçbir diyalog geçmemesine rağmen Emily'nin hislerini de Victor'un hislerini de çok iyi anlıyoruz. İkisi de üzgün, ikisi de haklı aslında ama Emily, genç yaşında ölülerin dünyasına gelirken birçok umudunu arkasında bırakmış. Bu yüzden de Emily için daha zor, daha kasvetli her şey.


Bu sırada ölülerden birisinin vasıtasıyla Victoria'nın Lord Barkis ile evleneceğinin haberini alan Victor, kırılmış kalbiyle artık yaşayanların dünyasına dönmek için bir sebebinin kalmadığını düşünüyor, burada kalarak en azından ölü gelini mutlu edebilir. Ancak ölü gelinle olan evliliğinin devam edebilmesi için bir şart var: Ölü gelin uğruna kendi canını feda etmesi gerekiyor, ölü bir bedenle canlı bir bedenin beraber olabilmesi imkansız çünkü. Zaten kalbi kırılmış olan Victor, burada kalıp ölü gelin için canını feda etmeyi kabul ediyor.


Ölü gelin ile Victor'un düğünü için ölüler ilk defa yaşayanların dünyasına çıkıyorlar, hepsinin beklediği o an sonunda geliyor. Ölü gelini mutlu görebilecekler en sonunda, evlilik yeminleri ediliyor. Sıra ölü geline gelince zehir dolu kadehi Victor'a vermesi, Victor'un bu zehri içerek kendi canını feda ederek ölülerin dünyasına geçmesi gerekiyor. Ancak ölü gelin son anda, kilisede gözünde yaşlarla evlilik seremonisini izleyen Victoria'yı görüyor. Bu göz yaşlarından anlıyor ki, aslında Victoria da Victor'u en az kendisi kadar seviyor.


Kırık bir kalbin nasıl hissettirdiğini, karşılıksız aşkın nasıl can acıttığını en iyi kendisi bilen ölü gelin, son anda Victor'un zehri içmesine engel oluyor. Çünkü ölü geline göre sevgi, kendisinden çok karşısındakinin mutluluğunu önemsemeyi gerektirir, bu uğurda kendini feda etmesi gerekse bile.


Ölü gelin Victor'a duyduğu aşkın aslında hala karşılıksız olduğunu, Victor'un bu kanlı canlı geline aşık olduğunu biliyor, ve bunlara rağmen onun kendisini öldürmesine göz yummasının; bir gülü çok sevdiği için düşüncesizce koparıp, bir kitabın arasında kuruyup un ufak olana dek saklamaktan bir farkının olmadığının farkında. Oysa ölü gelin, sevdiği bu adama hiçbir zararı dokunsun istemiyor, onun mutluluğunu istiyor. Gülü toprağından ayırmanın da güle yapılabilecek en büyük haksızlık olduğunu biliyor.


Ben bir gelindim Victor, hayallerimi benden çaldılar. Şimdi ise ben bir başka gelininkini çalıyorum. Seni seviyorum Victor, ama sen bana ait değilsin.


Ardından kilisede seremonide Lord Barkis ortaya çıkıyor. Ölü gelin yıllar sonra katilini görüyor, öldürüldüğü gece duyduğu acıları anımsıyor birer birer. Lord Barkis'in son sözleriyle de sevginin ne kadar da karşılıksız olduğunu hatırlıyor yeniden, ne kadar istese de erişemeyeceği şeyler ve tadamayacağı hisler olduğunu.


Kadeh kaldıralım, Emily'e. Hayatında hiç gerçek bir gelin olamayacaksın Emily, hep nedime olarak kalacaksın. Söylesene hayatım, durmuş bir kalp hissetmeye devam edebilir mi?


Bu son sözlerinden sonra da Lord Barkis, içinde şarap olduğunu sandığı kadehteki zehri içerek ölüyor, böylece ölülerin dünyasında pek de hoş olmayan zamanlar onu bekliyor.


Ardından kilise boşalıyor, ölülerin kendi dünyalarına çekilme vakitleri geldi artık. Geride sadece Victor, Victoria ve ölü gelin kalıyor. Ancak aşkına kavuşmuş olmasına rağmen bu durum Victor'un içine sinmiş değil, hala ölü gelin için üzgün.


-Bekle. Sana bir söz vermiştim Emily.

-Zaten sözünü tuttun Victor, beni hiç olmadığım kadar özgür bıraktın. Artık ben de seni özgür bırakmalıyım.


Son sözlerinden sonra biz Emily'yi ölülerin dünyasına geri dönmeye hazırlanıyor zannederken, Emily kilisenin penceresine yaklaşıyor ve ölü bedeni birden yüzlerce kelebeğe dönüşüyor. Mavi kelebeklere hem de. Filmin başında Victor; cansız bir kağıda, resmini yaptığı mavi kelebek ile bir yaşam vermişti, şimdi ise ölü geline aynısını yapıyor. Ölü gelinin cansız bedeni yüzlerce mavi kelebeğe ayrışarak özgürleşiyor. Eskiler, bir kadın cinayete kurban gittiğinde cenazesi yapılmazsa, bu kadının ruhunun bir kelebek kadar güzelleşeceğine inanırlarmış. Kelebekler gökyüzünde uçuşurlarken yine arka fonda Victor'un sevdiği şu melodi çalıyor, piyano sahnesinden anladığımız kadarıyla aynı zamanda da Emily'nin en sevdiği melodi bu.


Corpse Bride, en sevdiğim animasyonlardan birisi. Sebebi ise, benim için bir aşk hikayesinden çok daha fazlası olması. Aslında bakarsanız ortada bir aşk hikayesi bile yok; sadece gerçek aşkı, sevgiyi arayan ancak bu duyguları asla bulamamış ve bulamayacak olan bir genç kızın öyküsü bu; ölü gelinin. Aşk uğruna ölmüş birisinin hikayesi bu, aşk uğruna yok olmayı göze alabilecek kadar duygusal ve aynı zamanda da cesur birisinin hikayesi. Bu yüzden de beklentinin aksine filmin sonunda bir evlilik sahnesi görememek hiç üzmüyor beni. Çünkü en sonunda ruhu mavi kelebeklerle özgürleşen ölü gelin, her şeyden önce kendisini geri kazanıyor bana göre.


Küçük bir sevgi uğruna her şeyden vazgeçebilecek olmasına rağmen karşılıklı sevginin ne olduğunu hiç öğrenememiş olması ne büyük çelişki; hani kim bir şeye erişmeyi çok isterse o şeye ulaşamadan ölür derler ya, ölü gelininki de öyle bir şey olsa gerek. Ölü gelin dünyadan, gerçek aşkın ne olduğunu bilemeden gelip geçmiş oluyor yani, aradığı tek şeyi bulamadan. Ama belki de hissettiği bu karşılıksız sevgiler olmasa asla özgürleşemeyecekti ruhu, canı yandıkça özgürlüğüne ulaşabiliyor belki insan.


Yönetmen Tim Burton, sık sık ölüm temasını işliyor senaryolarında. Corpse Bride'da da en sevdiğim şey, animasyonun realistliği aslında. Ölü gelin için mutlu bir sona da sahip olabilirdi bu film, Emily ile Victor gerçekten evlenebilirdi mesela, hatta Emily yeniden hayata dönebilirdi bir şekilde. Ama bende böyle hisler oluşturamazdı o zaman, çünkü gerçek hayatın kendisi de böyle hüzünlü değil midir zaten? Her zaman birilerinin mutluluğu, birilerinin mutsuzluğu olmak zorundadır.


Animasyonlarda hep birbirini sonsuza dek sevmeye devam eden iki kişi görürüz, ama böylesini yaşayamayız çoğu zaman. Kimi zaman ihanete uğrarız ölü gelin gibi, kimi zamansa duygularımıza karşılık bulamadan veda ederiz o kişiye. Gerçek hayatta hiçbir zaman duyguların matematiği yoktur çünkü, çoğu zaman yüz üstü bırakılmış gibi hissederiz. Mutlaka herkesin kalbini kırmıştır birileri, mutlaka yarım bırakılmış gibi hissetmiştir herkes. Bu yüzden Corpse Bride, yarım kalmış gibi görünen sonu ile aslında bire bir gerçek hayatı yansıtıyor bence. Yarım kalmış gibi hisseden herkesi yansıtıyor.


Ama tüm bu çekilen acılar, günün birinde her şeye rağmen yüzlerce mavi kelebeğe dönüşebileceğimiz gerçeğini değiştirmez değil mi? Yani umarım değiştirmiyordur. Umarım içimizde usul usul büyüyen sevgiler, yanlış insanlar uğruna öylesine tükenmiyorlardır; umarım küçük mavi kelebeklere can oluyorlardır içimizde. Ve umarım kendimizi kazanabilmek mümkün olur günün birinde. Umarım böyledir, çünkü çekilen acıların boşa gittiği bir dünya fikrine ihtimal dahi vermek istemiyorum. Belki hepimiz, en çok aradığımız o şeyin, aradığımız yerde olmadığını fark edebiliriz günün birinde.


"Karanlıkta o kadar uzun süre kalmışım ki, ay ışığının güzelliğini unutmuşum."