Bazı kitapların zamanı oluyor ve o zaman gelmeden okumak nasip olmuyor insana. Bu kitabın da benim için zamanı varmış ki üç sene önce alıp başladığımda zihnim ve duygularımda bir karşılığı olmayınca vakti gelir diye beklemişim. İnsan olarak anladığımızı sevebiliyoruz, aynı insan ilişkilerinde olduğu gibi ve bana öyle geliyor ki herkeste farklı zamanları olan, hatta aynı kişinin farklı dönemlerinde bambaşka anlamlara götürebilen kitaplar başarılı sayılır. Şuna çok eminim, bu kitabı otuzlarımda veya kırklarımda, yani kendimin farklı dönemlerinde okumamın tadı bambaşka olur. 


Kitap çok çeşitli ve derin konuları anlaması zor bir şekilde ifade ediyor, bu sebeple her okuyucu kitlesine hitap etmiyor. Kitaba kurgudan ziyade edebiyat, felsefe ve psikolojinin bir arada olduğu nefis bir insan doğası incelemesi. Çünkü olaylardan ziyade bir düşünce betimlemesiyle karşılaşıyoruz hikayelerde. Yorduğu bir gerçek, insanı okuyoruz ve yazarın da dediği gibi: “İnsan dertli değil, derdin kendisidir.”


4 hikaye karşılıyor okuyucuyu: Ruhuna Fatiha, Akılsız Adam, Akılsız Adamın Oğlu Sadullah Efendi ve son olarak Rüya imiş. Anlatılanlar her ne kadar başka başka hikayeler gibi dursa da hepsinde ruhsal yalnızlık çekmeleri bakımından birbirine benzeyen karakterleri dinliyoruz. Karakterlerin hepsi içe dönük, sıkılgan ve sessiz. 


Tek başına okuyucunun hayal dünyasını zenginleştirecek bir betimleme gücü ve kelime seçimi karşılıyor bizi sayfalarda derinleştikçe. Akılsız Adam’da büyük bir beklenti ve umutlarla oğlunu yetiştirmeye çalışan, kendi hayatta yapamadıklarını oğlundan bekleyen ve onun ilmek ilmek her adımını planlayan bir babanın hayal kırıklığına şahit olunca sanki varlığınız bir anlığına görülecekmiş gibi hissedip saklanmak isteyebilirsiniz, hikayenin bendeki etkisi bu oldu. Babanın oğluyla dahi paylaşmadığı, belki sesli söylese kendinden utanacağı düşüncelerini duyuyoruz ve karakterin bu kadar zihnine girmek okuyucuya her hikayede bulamayacağı bir tatmin sağlıyor. Son olarak babalık gibi bende karşılığı olmayacak bir duyguyu hissettirebildi Şule Gürbüz, şaşkınım. 


Akılsız Adamın Oğlu Sadullah Efendi’deyse bir önceki hikayede zihninin içinde dolaştığımız babanın bu sefer oğluna çekiyor bizi yazar ve bir hikaye hiçbir zaman tek taraflı dinlenip yorumlanmamalıdır diyor adeta. İki hikayenin de kurgusundan ve işlenişinden etkilensem de babayı dinlerken hissettiğim o derinliği Sadullah Efendi’nin anlatışında hissedemedim. Şule Gürbüz sanki oğuldan bahsederken onun seviyesine iniyor, sadeleşen diliyle de yaş ve tecrübenin getirdiği o derinliğin yokluğunu işliyor Sadullah Efendi’de.


Bazı kısımları okurken zihnim genişlediği ve bundan çok keyif aldığım için birkaç defa okumaktan alıkoyamadım kendimi. Anlatılanların bende artık bir karşılığının olduğunu görmek, yazarı anlamak ve karakterlerinin duygularını anlamlandırabilmek olgunlaştığımı hissettirdi. Şule Gürbüz’ün hayal gücümüzü zorlayan betimleme gücüne ve kalemine sağlık. 



Birkaç nefis alıntı bırakıyorum buraya: 


Dünya, üzerinde sürülen bir hayat ya da sürülmüş olanın izinden gitme serencamıydı. Gidilen yol ve sürülmüş yol ne kadar belli ise talibi o kadar çok ama gerçek talibi ve tozutulup bozulmuş izi bulup yeni iz meydana getirebilecek olan da o kadar azdı. Bilinen yol bilinen yere çıkarmıyordu. bilinen yola girmek aslında herhangi bir yolu ve keşfi önemsememekti. Bilinen yol, yola bile çıkmamak, evde oturmaktı. 


Ah sükut, sendek, gürültü ve söyleniş, kahkaha ve istihza beni sağır ederdi de neden acaba etmedi, yoksa etti mi? (syf. 53)


Zor duygular uzaktan sevilir, hürmet edilir ama kabul görmez, yaklaştırılmaz, derdi babam. (syf. 99)


Anlamak bir, sezmek bindir, anlamak bir müddet içinizde yürür, anladığınızda bir amorf da olsa şekil alırsınız. sezmek şekilsiz ve hep sancılıdır, her gün yeni bir sancı doğurur. Babam belki anladığı ile ıstıraplıydı, ben ise sezdiklerimle şekilsiz ve kalitesiz, tanımsız ve arkadaşsı bir ıstıraptaydım. 


İnsanın belgeseli yapılsa seyredilemeyecek kadar gönül yorucu bir sıkkınlık verirdi. İbretler tekrarlardan, eziyetler yol dışına çıkışlardan, memnuniyetler gevrek gevişlerden ibaretti. Hayat, belki bir şey çıkar diye olmadık damızlıklar icat etme, onlardan bir şey umma ve bulamama idi.