Corona virüsü tarihsel gelişimi içerisinde ele alıp Türkiye’deki durumuna da değinerek toplumsal yaşam üzerindeki etkileri çerçevesinde öznel değerlendirmelerde de bulunup örneklerle açıklayarak bir yazı yazmak amacındayım. COVID-19 adı ile anılan ve solunum yolu ile bulaşması hasebiyle hızlı bir yayılım göstererek küresel düzeyde dünyayı etkisi altına alan corona virüsü ilk kez 31 Aralık 2019 tarihinde Çin Wuhan merkezli olarak ortaya çıktı. Dünyanın en ünlü bilimsel dergilerinden Lancent yayımladığı bir makalede kurumsal olarak da kabul gören “Wuhan şehrindeki deniz ürünleri pazarının corona virüsün ortaya çıktığı merkez” olduğu görüşünü öne sürdü. Yabani hayvanlardan bulaştığı lakin evcil hayvanlarda da bulunma ihtimali olduğu savı ortaya atılan yeni corona virüsü hakkında Çinli bilim insanları yayımladıkları makalede ölümcül virüsün “yarasa çorbasından” bulaşıp bulaşmadığına dair tartışmalar yürüterek virüsün yarasadan yayılma ihtimali üzerinde durmuş. Reuters ise yayınladığı haberde memeli türü olan “pangolin”in potansiyel coronavirüs taşıyıcısı olduğunu belirtmişti.
Çin’in Wuhan kentinden Fransa, İtalya başta olmak üzere tüm dünyaya yayılan COVID-19’un Türkiye özelinde etkilerinin baş göstermesi 11 Mart 2020 itibariyle ilk vakanın ortaya çıkmasıyla gerçekleşti. Gün geçtikçe hızlı bir yayılım göstererek top noktaya ulaşma yönünde seyir izleyen yeni corona virüs vaka sayısında 22 Nisan itibariyle bir düşüş gözlendi. Şöyle ki, 11 Mart-22 Nisan tarihleri arası gün özelinde takribi vaka sayısı 5000’e yakın iken, 22 Nisan-8 Mayıs verileri değerlendirildiğinde vaka sayısının 2000’in altına düştüğü görüldü. Tarihsel gelişimi açısından bakıldığında resmi verilere göre dünyadaki corona virüs vaka sayısı 3,94 milyon iken iyileşen sayısı 1,32 milyondur. Buna karşın küresel düzeyde etkiye sahip olan corona virüs teşhisi konan 275 bin kişi ise hayata veda etti. Araştırma evrenini küçülterek sadece Türkiye baz alınarak bir değerlendirme yapıldığında ise resmi rakamlara göre 136.000 vaka tespit edildiği, 86.396 vakanın iyileşmiş veya iyileşme semptomu gösterdiği ve 3.689 kişinin ise öldüğü sonucuna ulaşılır.
Başlıca belirtileri öksürük, ateş, yorgunluk ve nefes alamama olan yeni corona virüs çoğunlukla insan vücuduna bulaştıktan 1-14 gün sonra semptomik işaretler gösterir. Bu hastalıktan kurtulmanın tam tedavi biçimi henüz bulunmamakla birlikte hastalıktan korunmak için sıkça söylenen “elleri sıkça en az 20 saniye yıkama, öksürürken mendil kullanma yok ise dirsek içine öksürme, maske ve eldiven takma, yüze dokunmama, gerekmedikçe evden çıkmama ve sosyal mesafeyi koruma” kurallarına uymak gerekir.
Genel hatlarıyla Dünya ve Türkiye’de COVID-19 hastalığının ortaya çıkış sürecini anlatarak belirtilerine de değindikten sonra sıra bu hastalığın Türkiye merkeze alınarak toplumsal düzeyde günlük yaşam üzerindeki etkilerini incelemeye geldi. Bilindiği üzere tüm dünya kendi kabuğuna çekilme dönemi içerisinde. Herkesin kendi hayatında sıradan gibi gözüken ve yaşamın normal akışı içerisinde bir nevi motor beceri halini alan çoğu zaman sorgulamadan gerçekleştirdiği belli görevleri, yerine getirdiği belli ritüelleri vardı. Bundan aşağı yukarı cüzi bir zaman olarak değerlendirilebilecek 3 ay öncesine kadar her şey herkes için yerli yerinde olması gerektiği gibi iken şu anda yaşadığımız süreç çoğu kişi için hala tam kavranamamakta olup akıl alır gibi değil. Düşünsenize günümüz 21.y.y. kapitalist sisteminde insanlar işe gitmiyor, AVM’ler ve okullar kapalı. Kar amacı güden paranın, sistemin işlemesi için esas zorunluluk olduğu kapitalist sistemde. Şaka gibi! Eminim şu an yaşanılan süreç birkaç ay önce söylense idi, insanlar inanmak bir yana genel olarak farklı görüşlere yapılan muameleyi göstererek o kişiye çeşitli sıfatlar takmakla kalmayıp toplumsal dışlanma içine itmeye çalışacaktı. Bu sürece yakinen tanık olan insanlardan biri olarak “Corona’nın gündelik yaşam üzerindeki etkilerini” ele almaya yönelik yazdığım bu yazı benim için pek de zor olmadı. Konuya kesin bir giriş yapmadan şunu da söylemek isterim ki şu an bu süreci yaşayan dünyadaki tüm insanlar farkında olsalar da olmasalar da bir tarihe tanıklık ediyor.
Şimdi örnekler üzerinden gidersek ben de dahil günümüz gençliği bu kadar uzun süre hiç dışarı çıkmadan ailesiyle evde kalmaya pek de alışkın değil. Mesele şu ki, beraber aynı ev içerisinde yaşadığın insanları sevip sevmemek bir yana dursun, sürecin belirsiz olması insanların psikolojisini giderek geriyor. Bu nedenle içerisinde bulunulan ortamın getirdiği gerginlik istenmeyen, kırıcı olayların yaşanmasına sebep olduğundan “Türk geleneksel aile yapısı zedelenerek aile içi şiddette artış” gözleniyor. Ayrıca insan diğer canlılardan farklı olarak sosyalleşme güdüsü ve donanımına sahip olduğu için günlük ritüellerinin aksaması sonucu psikolojik olarak içsel çöküş yaşıyor.
COVID-19 ile toplum hayatına giren “sosyal mesafe” kavramıyla insanların bu hastalığın kimde bulunduğunu bilmemesi ve herkesi olası şüpheli yerine koyması nedeniyle yaşadığı korku sonucunda temel ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkma mecburiyetinde olan kişilerin birbirine “mikrop gibi” bakması kaçınılmaz olarak ortaya çıktı. İnsanlar evde farklı odalara çekilerek kendi içine dönük bir sorgulama ve “şu ana kadar olan yaşamını” anlamlandırmaya yönelik birtakım uğraşlar içine girdi.
Her şey bir yana COVID-19 ile birlikte gündelik yaşamın sekteye uğraması ile “home office, online eğitim” gibi farklı uygulamalara geçilerek toplumun yaşayış biçiminin değişmesine dair ilk sinyaller verilmeye başlandı. Türkiye toplumu bilgilendirerek evde kalmayı teşvik etmeye ve böylece corona virüsün yayılımını yavaşlatarak aşamalı olarak engelleme amacıyla “Hayat Eve Sığar” sloganı kapsamında hafta sonları ve 23 Nisan, 1 Mayıs gibi insanların daha ziyade sıklıkla dışarı çıktığı günlerde sokağa çıkma yasağı uygulamaktadır. Peki, gerçekten “Hayat Eve Sığar” mı? Düşünelim, beraber aynı evi paylaştığı insanlarla bile gergin ortam nedeniyle zaman zaman tartışma yaşama gayet olağan bir durumken ve bu süreç bazen insanlar arası ilişkileri kopma noktasına getirebiliyorken tek başına yaşayan insanlar açısından nasıl bir dönem geçmektedir sizce? Hayat eve ne kadar sığar? İnsan sosyal bir varlık değil midir? Hiç dışarı çıkmadan veya dışarı çıktığında virüs kapma korkusu ile kimseyle muhatap olmadan evine dönen bir insan? Ya da evden 50 gün dışarı çıkmayan ve tek yaşayan birinin fiziken sağlığını yitirmemiş olması psikolojik sağlığının yerinde olduğunu göstermeye yeterli midir? Fiziki sağlığı yerinde olsun da psikolojik açıdan sağlığı göz ardı edilebilir düşüncesi mi hakim? Telefon aracılığıyla sevdikleri ile konuşması kişi için ne kadar yeterli olur ki? Kendi kendine konuşmaya hatta daha da ileri bir safha olarak eşyaların konuşmaya başlayıp kişinin halüsinasyon görmeyeceğinin garantisi var mıdır? Belki burada yazılanlar size abartı gibi geliyor olabilir. Ancak yalnızlığı ama sahiden yalnızlığı yaşayan insanlar ne demek istediğimi gayet iyi anlıyordur eminim. Empati kurma yeteneği ve ileri düzey vicdani yetileri gelişmiş olan kişiler de dahil buna. Dışarı çıkmayan insanın sosyal ihtiyaçlarını karşılamaktan mahrum kalmasının yanında, ayrıca bağışıklık sistemi zayıflaması da baş gösterir. Evde fiziksel egzersiz yapma olanağı sınırlı olduğu ve kişilerin ev hayatı “yemek yemek-oturup televizyon izlemek-yatıp uyumak” üçlemesinden oluştuğu için metabolizmik açıdan kişi halsizlik çabuk yorulma gibi emareler gösterir.
Kısacası, toplum üzerinde olumsuz bir etki rüzgârının esmesine neden olan yeni corona virüsü aile ile gergin ortamda daha çok vakit geçirmeye neden olarak aile içi şiddetin artmasını doğurduğu için boşanma sayılarının artmasına temel hazırladı. Ki Güney Kore’de boşanmaların artması bu durumun en önemli göstergelerinden biridir. Ayrıca kapitalist sistemin tüketim üzerine kurulu yapısına ters düşecek bir şekilde herkesin ekmeğini maya kullanarak evde kendisinin yapması vs. sonucu kişilerin özüne dönerek Sanayi öncesi toplumdaki “ihtiyacın kadar üret” politikasını uygulaması vurgulanması gereken bir başka detaydır. Evet, görüldüğü gibi bir virüs dünyayı durma noktasına getirdi. Bir virüs: Yeni corona virüsü, ya da COVID-19.
Dünyanın mekânsal sınırlılıklarından sıyrılan iç içe geçmiş yapısına ters düşecek biçimde insanlar Covid-19 ile beraber uluslararası politika ve iletişime geçmeyi bir kenara bırakarak kendi içine çekilerek yerel politikalar doğrultusunda hareket etmek zorunda kaldı. Engellenen ülkeler arası seyahatler dolayısıyla turizm büyük bir sermaye girişi zararına uğradı. Ülkeler arası giriş-çıkış, sınırların kapatılmasıyla imkansız bir hal aldı. Gerçekleştirilmesi düşünülen konser, turnuva (şampiyona) gibi etkinlikler ne zaman gerçekleşeceğinin belirsiz olduğu ileri bir tarihe ertelendi. Keza, bütün ülkelerdeki tüm branşlara ait ligler askıya alındı. 2020 yılının belki de en önemli spor organizasyonu (bence en önemlisi) ve 12 Haziran 2020 yılında Roma Olimpiyat Stadında Türkiye-İtalya arasında oynanacak maç ile başlayacak olan EURO 2020 Turnuvası 11 Haziran 2021 yılına ertelendi. Bu noktada bakıldığında ölüm gibi can yakıcı bir hususu tenzih ederek söylüyorum ki, en çok üzüldüğüm olay da budur aslında. Dört gözle 12 Haziran 2020 tarihinin gelip EURO 2020 Turnuvası’nın başlamasını bekleyen biri olarak üzülmekle birlikte, toplumsal bilinç gereği sağduyulu davranışın önemini kavrayan her birey gibi sağlığın her şeyden önce geldiğini belirtmek isterim. Psikolojik açıdan insanı bu kadar zorlayan bir süreçte en sevdiğim şey olan futbol maçı izlemek benim için bir nevi meditasyon görevi görürken öncelik sağlık diyerek her şeyin normal düzenine kavuşmasını temenni etmekten başka bir şey gelmiyor elimden ne yazık ki.
COVID-19’dan kapsamlı bir biçimde bahsetmeyi amaçlayan bu yazıda sağlık çalışanlarına değinmeden noktalamak olmazdı. Corona virüsün getirdiği zorunluluk nedeniyle evde durmak elzemdir ve bu sebeple çoğu kişi sürekli evde durmaktan sıkıldığından dem vurur. Ancak hiç şüphe yok ki, en çok risk altında olan doktorlar bile sevdiklerini görememenin verdiği mental yorgunluğun yanında hastanelerde sabahlayarak fiziki yorgunluk ile mücadele ederken halka ise doktorlara yardım etme amacıyla evden dışarı çıkmama görevi düşer. Bu yüzden hiç kimse doktorlar hemşireler hastanelerde canhıraş çalışıp halk için uğraşırken evde durmaktan sıkıldığından bahsetmesin. Değil mi ki Cemil Taşçıoğlu corona virüs ile mücadele edip hastalığa yakalanan kişileri kurtarma gayretinde iken kendi hastalığa yenik düştü. Değil mi ki doktorlar corona virüsü taşıyorumdur korkusu ile sevdiklerine evlerinin kapısının içinden adımını atamayıp sarılamıyorlar. Değil mi ki bir aylık bebeğine kapıdan el sallamakla yetinen doktor ebeveynler mevcut. Bir zahmet kimse evde sıkıldım demesin.
Şahsım adına söylemek gerekirse daha önceden metin içerisinde de belirttiğim gibi en çok özlediğim aktivite futbol aşığı bir insan olarak kesinlikle futbol maçı ve spor programı izlemek. Şöyle ki, herkesin rutin hayatında yapmayı sevdiği hobiler vardır. Misal ben bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü benim hobi başlığı altında şiir yazımı, şarkı sözü yazımı, kitap okuma gibi yaptığım şeyler için dışarı çıkmam o kadar da elzem değil. Ancak bir sporcu düşünün haftanın belli günleri antrenman yapması gerek ve evde durmak durumunda. Sonuçta herkesin yaşamsal düzeyde gerçekleştirdiği aktiviteler nedeniyle oturan bir düzeni mevcut. Ancak COVID-19 küresel bir hastalık seyri göstererek tüm dünyayı etkisi altına alıp yaşamın durmasına neden oldu ve yaşam bir nevi filmin en heyecanlı sahnesinde dondu gibi bir durum oluştu. Umuyoruz ki, bir an önce her şey eski düzenine döner ve herkes kaldığı yerden yaşamına devam eder. Lakin unutulmamalıdır ki, her şey eski halini alarak insanlar dışarı özgürce çıksa AVM, okul, berber gibi hizmet yerleri açılsa bile bu hastalığın toplum üzerinde bıraktığı psikolojik etkiler kolay kolay geçmeyerek bundan sonraki hayatımızı dönüştürecektir.
Referans Kaynakları
https://www.hurriyet.com.tr/galeri-corona-virusu-hangi-hayvandan-bulasti-corona-virusu-ilk-nerede-ve-ne-zaman-ortaya-cikti-41479650/5
https://www.milliyet.com.tr/gundem/pangolin-nedir-nerede-yasar-pangolin-hayvani-hakkinda-merak-edilenler-6142561
Dipnot
Pangolin: Çoğunlukla Uzak Doğu’da görülen pullu memeli bir hayvandır. Gececil olan bu hayvanlar, gündüzleri ise kazdıkları çukurlarda, ağaç ve kaya kovuklarında saklanırlar. Pangolinler “canlı çam kozalakları” olarak adlandırılırlar. Pangolin, baş, sırt, kuyruk ve bacakları kaplayan, birbirinin üstüne binen iri, kahverengi pullardan oluşur.
Yazan: Sonay Koç
9/5/2020