Ah bir gidebilsem şu uzaklara. Bir açılabilsem. Görmedik köşe bucak bırakmasam. Basılmadık toprak, hissedilmedik hava, içilmedik su bırakmasam. Kar kış, yağmur çamur demeden, kavrulmadık sıcak bırakmasam.
Neden peki? Neden duruyorum hala? Kalksam ya şimdi yerimden. Gece gündüz demeden çıksam, en parlak yıldızı takip ede ede ulaşsam kendi ruhuma. Bütün evrenle birleşsem, birlik olsam, hayatım bayram olsa.
Korkuyorum belki de. İtiraf da edemiyorum kendime. Aslında isteğim ki bir aidiyet hissetmek. Bir yere, bir zamana, ya da en tehlikelisi: Bir insana. Ben belki de istemem. Her yer isterim benim olsun, her an, ve herkesi kucaklayayım sevgiyle isterim.
Belki de bilmediğimden. Neyi istediğimi. Evet bilmediğimden kalkamıyorum yerimden. Bilsem en azından neyi istemediğimi, kaçsam ondan. Sonra bulsam yolumu.
Çok zor değil, hayır. Bir gün elbet uzanacağım bir nehir kenarına, izleyeceğim gökyüzünü. Gökyüzü lacivert rengini alacak. İşte o an durup hissedeceğim. “En sevdiğim andayım ve kaçabildim tüm kötülüklerden. Kötülük bana iyiliği öğretti ve önümde dizili şimdi hepsi. Korkmuyorum ve bilmiyor değilim artık.” diyeceğim.