hissediyorum. çimenlerin üstündeyim; herkes simsiyah, tuzlu ve biraz da yapış yapış. meyus bir koku var havada. köprünün korkuluklarından kendini sarkıtan, yüksek bir binanın çatısında adımlayan bir beden gibiyim. tek bir yanlış zaten puslu olan gökyüzünü namütenahi bir karanlığa gömebilir ama boş vermişlik nasıl güzel. gece, lacivertliğine lacivertlik katarken bedenime dolanan girift sarmaşıkların zehri acımasız bir anestezicinin sivri iğnesinden fışkıran morfinin yayılışı gibi yayılıyor damarlarımda. burnumda anason kokusu, gözlerim biraz baygın, dilimde ise unutulmuş bir ozanın içli türküsü... bu dondurucu şubat sabahında ayaklarım yorganın himayesinde olmayı reddeden isyancı bir azınlık, göz yaşlarım tüccarının boyundurluğundan kaçmış özgüvenli bir esir... boğazımda çirkin hatıraların iç sızlatan kesikleri var. yutkunabilmek için ya o köprüde dengemi kaybetmem ya da çatı katında ayağımın kayması şart. zehirli yılanlarla dolu olduğu rivayet edilen dipten yoksun bir kuyunun içinde hatıralarım. uyuşmuş ve kesik kesik. hatırlayamıyorum, ilkokulda hangi çocuğun montunun yanına asmıştım montumu? ilk bisikletim hangi renkti? ilk yalanımı kime söylemiştim? kuralları ilk defa ne zaman çiğnemiştim? neden böyle darmadağın ve delik deşiktim? kapımı çalan, yüzümdeki ellerin sahibi kimdi? midemden boğazıma, boğazımdan ağzıma, oradan da etrafa saçılan koca bir nefret... şimdilerde gözüm karşımdaki kirli aynaya takılıyor. zevahiri benden oldukça farklı, tanıyamıyorum bile. gözaltlarımdaki gecenin en karanlık tonu bir ilkokul çocuğunun ağzından çıkan kelimeler kadar dürüst. daha fazla geçiştiremem, iyi değilim. odamın her metrekaresi zihnimi bacaklarının arasına sıkıştırmış anılarla dolu, nefes alacak yer yok. velhasıl ziyadesiyle yoruldum bugün ama yarınına güçlü uyanacağım.