Her yerim bulanık;

Yolum da, solum da, sağım da

Önüm de, arkam da

Geçmişim de, şimdim de, geleceğim de

İnançlarım da, hayallerim de

Kafam da bulanık hatta

Düşünemez oldum artık dört başı mamurca

Çareler tükendi mi, yoksa ben mi göremiyorum etraflıca

Derdi veren devasını da hazırlıyorsa

Demek ki hala var çıkış yolu, ben keşfedememişim halihazırda

Zihnimde bir nida yankılanıp duruyor ara ara:

''Ne duruyorsun, hadi aramaya koyulsana!''

Öyle aramakla bulunmuyor ama tabii; bir yer-yön levhası, harita olmayınca

Gözlerimi kısıp bakıyorum ileriye, bakıyorum da;

Ötesini göremiyorum hiç, bir beşer olarak idrakim epey sınırlıca

Ya Rab, bu kulunun gözlerindeki perdeyi yalvarırım artık kaldırsana!


''Bildiklerim'' dediklerim; bildiğimi zannettiklerimmiş yalnızca

Meğer insan ne kadar bildiğini sanıyorsa;

Bir o kadar cahilmiş aslında alttan alta...

''Öyledir, böyledir, şöyledir'' gibi keskin yargıları dilime doladıkça;

Bunların tersini önüme koyuverdi hayat, yüzünde alaycı bir sırıtmayla...

Tabii böylece şahitlik ediyor insan;

Aslında hiçbir şey bilmiyor olduğuna,

Kalbi ve hayalleri yine paramparça...

Ego can çekişiyor, direniyor dönüşmemek için ısrarla

Ama bu tamamen beyhude bir güç gösterisi, nafile bir çaba

Zira kazanamaz bu savaşı, dayanamaz daha fazla

Eninde sonunda

Kendisinden öte ve aşkın olana teslim olmak zorunda...


Hayatın tokadını çok kez yiyiveriyor insan; suratına, orasına, burasına

Feleği şaşıyor, nevri dönüyor, bakakalıyor şaşkınca

E beşer bu ya; taktıkça takıyor bir şeye malum

Bu sefer de adeta zikir çekercesine düşürmüyor dilinden:

''Neden, neden, neden, neden...''

Tüm bunlar onu kendine getirmek için olabilir aslında

Zira o kendinden çoktan gidivermiş,

Daha kendi yoluna girmeden yolundan sapıvermiş meğer en başında...

Zaten kaymış olan şirazesini tekrar kaydırarak

İnsanı dengeye getirmeye çalışıyor belki de hayat

Kendi tarzında, defalarca...


Dur, bak, fark et etraflıca;

''Hayallerim'' dediklerin gerçekten senin miydi ki acaba

Senin olsalardı esasında;

Bir şekilde yine sana teslim edilir, senin gerçekliğin kılınırlardı unutma...

Demek ki işte o kadar bilmiyor insan;

Kendi kalbinin hakikatine yabancı

Başkalarının hayallerini sahipleniyor, kendisinin sanıyor, onların peşinden koşuyor da;

Gözlerini kapatıyor kendi gönlünden akmakta hatta artık taşmakta olanlara...

Onun olmayan ona gelmiyor işte ne kadar uğraşsa da

İyi ki de gelmiyor;

Gelse bile mutlu olamayacak aslında onlarla, uzun vadeli zaman zarfında

Her ne kadar kendisi bunun henüz farkında olmasa da...

E baksana; zaten ona ait olanlar başka, bambaşka

Ne demeye oyalansın ki kendisinin olmayan diyarlarda

Bunu idrak edip algıladıkça, içine sindirdikçe zamanla;

Yediği tokatların her bir zerreciği için

‘’Ya Rabbi şükür!’’ der hale geliveriyor,

Bir sonraki tokat geldiğinde suratının öte tarafını çeviriveriyor,

Ağlamıyor; bir kahkaha koyveriyor yalnızca

Zira artık anlıyor ki;

İşin esası onun o an görebildiğinden başka, bambaşka

Ve hayat ona o tokadı atıyorsa;

Tokadın etkisiyle yere eğilen başının,

Öte tarafa kayan bakışlarının

Yöneldiği hizada, doğrultuda

Görmesi gereken bir şeyler vardır aslında, vardır da

O tokat gelmeden kendi kendine görememiştir onları,

Kafasını o yana çevirmeye tenezzül dahi etmemiştir inatla, ısrarla...


İnsan bunları fark ettikçe, algıladıkça

Kafasının içine ''Acaba...?'' ile başlayan soru kalıpları doluştukça

Süzüldükçe boşluk girdabında bir oraya, bir buraya

Gittikçe daha çok alışıyor bu 'kaos' mu 'düzen' mi belli olmayan yapıya

Anlıyor ki önünü görmeye çalışmak anlamsızca

Bu bulanıklık ve boşluk; lemniskat eğrisi, sonsuzluk sarmalı gibi adeta

Ha bire yatay bir sekiz çizip duruyormuş gibi hissettiriyor insana

Burada duyumsanan şey yokluk, yoksunluk değil pek aslında;

Enginliğin vermiş olduğu bir aşkınlık, uçsuz bucaksızlık daha da, daha da...

Soruyorsan: ''Hani nerede, yok mu buna dair bir harita, yol-yön, tabela?''

Muhakkak vardır, vardır da;

Onu bulacağım diye yine oyalanacağına oralarda buralarda

Sen gel iyisi mi; direkt bırakıver kendini o sonsuzluğun kollarına

Ne zaman “Hah, bu işte!’’ dersen

Ne zaman “Buldum’’, ‘’Bildim’’, “Oldum’’ zannedersen

Taptuk Emre ile Yunus'u getir hatırına;

“Bildim’’ demeden, “Oldum’’ demeden

‘’Ben bilmem...’’ diyerek, ‘’Öldüm, öldüm...’’ diyerek

Belirsizliklerle ve bilinmezliklerle barışmayı seçerek

Onları kendine yol arkadaşı ederek

Her gün kalbinin etrafındaki bir kilidin açılmasına izin vererek

İçindeki uçları elinden geldiğince bir etmeye gayret göstererek

Egona haddini bildirip, tüm yetkileri Öz'üne vermeyi seçerek

Kendini incinebilirliğe açma cesaretini göstererek

Kalbinin hakikatini samimiyetle dile getirerek

Sabır, sebat, güven ve itimatla

Yürü kendi özgün yolunda...


Ve yolculuğun sırasında vazgeçmene,

Kendi özgün yolunu oracıkta terk edip gitmene

Adeta ramak kaldığını hissedersen eğer;

Sana ait olmayan yollara sapmadan önce muhakkak şunu da hatırla

Taptuk Emre'den bir alıntıyla:

''Yola çıkmalı, yoldan çıkmamalı. Çünkü bu yola çıkıp da varmayan, bu yoldan çıkıp da varan hiç kimse yoktur...''