Yaşanılacak kadar güzel bir salı günü Ahmet, ülkesinin en büyük kütüphanesine gitti. Kısa kollu tişörtünü giydiği için kararsız olsa da kütüphanedekilerin yaz gelmeden yazı getirdiğini görünce doğru karar verdiğine emin oldu. Kendini bildi bileli güneşin mevsimlere egemen olduğu zamanlarda kütüphaneye daha çok gelirdi. Bedeninde yirmi yedi yıldır akan kan her insanda olduğu gibi güneşle tekrar hareketleniyorsa da bu zamanlarda kütüphanede oturup kitap okumak daha hoşuna gidiyordu. Genelde türü bile fark etmeksizin bir kitaba başlayıp o bitene kadar başka hiçbir kitapla ilgilenmezken o gün önüne türlü türlü kitaplar dizip hepsinde daha yazar gelişme bölümüne yeni giriş yapmışken başka kitaba geçiyordu. O gün öğle vaktinden önce gelmiş olmasına rağmen günün son çeyreği kalmışken oradan ayrıldı. Kütüphaneden bugün sadece hoş vakit geçirmeyi bekliyordu ve beklediğini almışçasına yanında hiçbir kitap taşımadan ayrıldı.

Yarın, dün gittiği saatlerde kütüphaneye gitti. Muhteşem Gatsby'yi, Romeo ve Juliet'i yanına alarak okumaya başladı. Beyni yorulmaya güneş zirveden ayrılmaya başlamıştı. Kitapları yerine koyup yepyeni bir kitap bulma umuduyla kütüphanenin ücra köşelerinde dolaşmaya başladı. Daha önce görmediği yazarları, kitapları görünce kendi kültür seviyesinden şüphe etti. Kitapların dışını elledikçe eline gelen toz sayesinde kendinden tekrar emin oldu. Az ileride karın bölgesine gelen yerde büyük bir siyah kitaba dokundu ama yalnız değildi.

Kitapların dışına bakarak farklı dünyaya giren Ahmet Buse'yi görmemişti ve yanlışlıkla aynı kitaba dokununca eli ateşe değmiş gibi geri çekti. Buse gülerek "Buyurun." dedi.

Ahmet kibar bir sesle "Beraber bakalım." dedi. Buse onay verecek şekilde başını sallayınca Ahmet kitabı en yakın masanın üzerine koydu.

Buse daha yirmi beş yıllık kan taşımasına rağmen olgun bir kadındı. Hafta içi yerine hafta sonu kütüphaneye gelmeyi tercih eden bir insandı ama işinden ayrıldığı için hayatında hafta içi-hafta sonu ayrımı kalmadan yaşamaya başlamıştı. Ayın bir kere dünya etrafından dönmesinden beri kütüphaneye gelmek hayatına disiplin verdiğini düşünüyordu. Evde kaldıkça duvarların hareketlendiği insanlardı. Hayatının iş kısmı sekteye uğrayınca hayatının hiç önem vermediği diğer alanını düşünmeye başladı. Birini sevmek, birisi tarafından sevilmek, birinin kendisi için yaptığı resme bakmak, kendisi için söylediği şarkıyı dinlemek istiyordu. Aklını başkasının aklından ne geçiriyor diye kullanmak istiyordu ama aradığı vakitten beri bulamamıştı. Kendi güzelliğinden şüphe duymaya başladığı bir vakit Ahmet'le şans eseri tanıştı. Ahmet'in enerjisi çok yakın geldi, sanki ruhu daha önce tanıyormuş gibi Ahmet'e ısınmıştı.

Masada birbirlerine bakıp ağızlarına sözcüklerin gelmesini bekliyorlardı. Buse kütüphanede oldukları için konuşmayı kitaplar üzerinden açtı (Halbuki daha önce hoşlandığı insanlar olursa muhabbete insanların daha fazla ilgisini çeken konulardan başlamayı planlamıştı.)

"Sizce Othello fazlaca saf değil mi?" Ahmet Othello’yu okumamıştı ama okuyup da farklı bir fikre sahip olsaydı da kendi fikrini söylemeyerek "Evet." derdi.

"Bir insan sevdiğine nasıl hiç güvenmez? Bir insan olarak bunu anlamakta güçlük çekiyorum." dedi Buse.

"Çok haklısınız..."

"Doğru ya." diye güldü Buse "Ben Buse."

"Ben de Ahmet." dedi Buse'nin uzattığı ele karşılık verirken.

"İnsan sevdiği insanlara güvenmeyecekse sevdiği insanla sevmediği insan arasında ne fark olabilir ki?" dedi Buse.

"Tekrardan çok haklısınız."

"Virginia Woolf'un dilini seviyorum, çok az kelimede insana dair çok şey anlatabiliyor."

"Kesinlikle." dedi Ahmet. Ahmet, Virginia Woolf'u okumaya başlasa da yazım tarzını beğenmeyip bitirmemişti ama bu gerçeğin burada bahsedilmesine hiç gereği olmadığını düşündü.

Uzun bir süre Ahmet sadece Buse'ye katılma cümlelerinden başka bir cümle kurmamıştı. Hem bu durumdan hem de artık yalandan sıkıldığı için kendi okuduğu kitaplardan bahsetmek istedi.

"Goriot Baba okurken insan zamanın Fransa’sını ziyaret edebiliyor, bu yüzden bu kitabı çok seviyorum." Ahmet, ortak fikirlerde kalabilme adına söyleyebileceği en iyi düşünceyi söyledi.

"Kitabın dönemin Fransa’sını anlattığına katılsam da..." dedi Buse. "Kitap sürükleyici yazılmamış, bize sanki bir şeyler göstermek kaydıyla kitabın estetik kalitesi azalmış."

Ahmet normalde düşüncelerinin arkasında duracak bir insandı ama bugün aslınca yanlış olduğunu bilse de en iyi ilişkilerin anlaşmazlık olduğunu düşünerek Buse'nin her fikrine ya olumlu karşılık verdi ya da konuyu değiştirdi.

Gündüz sahneyi geceye bırakmaya hazırlanırken Ahmet de Buse de yüzleri gülerek yarın tekrar buluşmakta karar verdiler.

Ahmet'in hayatına sevdiği bir insan katılmış olmasına rağmen dünkü gibi hoşnut değildi. Kendi kültür seviyesini küçük görerek morali bozulmuştu. Sevdiği insana daha ilk günden kendini inkar ederek fikirlerini önemsemeyerek Buse'nin her fikrini kendi fikrine tercih etmesi onun dün hissettiği mutluluğu hissetmesine engel olmuştu. Aynı zamanlarda Buse'yse kalbi içinden çıkarak kendisine sarılmak isteyecek kadar canlı olduğunu hissettirmeye çalışarak atıyordu. Sevdiği erkeği bulmuştu ve bu tamamen doğal olmuştu.

Güneş tekrar göğe yükseldiğinde anlaştıkları vakitte buluşup dünkü masaya oturdular. İnsanların birbirlerini görüp söyledikleri soruları ve cevapları geçip Buse'nin gerçekten istediği, Ahmet'inse artık âdeta bir mücadele olarak gördüğü kitap konuşmasına başlayacaklardı ki Buse dün masada olup tek bir sayfasına dahi bakmadıkları kitabı raftan alıp masanın üzerine başlığı Ahmet'in net okuyabileceği şekilde koydu. Ahmet dün nasıl olup da kitabın başlığına dahi göz atmamasına şaşırarak başlığı okudu: Dans Eden Eller.

"Gerçekten kitabın başlığıyla kapağı çok uyumluymuş(!)" dedi Ahmet.

Buse gülerek Ahmet'in yanına oturdu "Neden öyle diyorsun, baksana tam ortada oturan bir insanın dirseklerini masaya koyup ellerini birleştirdiği bir resim var. Ellerinin altındaysa sanki balodalarmış gibi dans eden çiftler."

"Kitabın beyaz başlığı ve resimdeki beyazlıklar dışında her yer simsiyah. Dans eğlenceli bir aktivitedir, ben siyahta dansın eğlencesini göremiyorum. Niye böyle kapak yapmışlar gerçekten anlamak çok zor, yayınevleri bile gözükmüyor."

Ahmet'in bilmediği gözükmemesinin sebebi kitabın her yerinin siyah olması değil yayınevinin olmamasıydı.

Buse elini kitabın kapağında gezdirdikten sonra kitabı açtı. Hiçbir şeyin olmadığı, her yerin bembeyaz olduğu bir yere geldiler. Buse telaşla, "Ne oluyor? Ne oluyor?" diye cevapsız sorular soruyordu.

"Bilmiyorum." dedi Ahmet Buse kadar olmasa da telaşlı bir şekilde.

"Kitap!" diye bağırdı Buse. "Burada bir yerde olmalı kitap." diyerek olmayan kitabı aramaya başladı.

"Kitap yok." dedi Ahmet. "Görmüyor musun, hiçbir şey yok. Biraz sakin olalım." Sebebinin tam olarak bilinmeyen tehlikeli bir durumda sakinlik teklifi her zamanki gibi reddedildi ama insanlara sakinlik ilacını veren zaman onları da boş geçmemişti.

Yön duygusu olmadan beyazlığın içinden beyazlığa yürüdüler. Buse bir ağlama sesini duyduğunu Ahmet'in koluna yapışarak söyledi. Ahmet böyle bir durumda bile Buse'nin koluna yaslanmasından hoşnut olarak kulağını keskinleştirerek "Evet." dedi. "Burada yalnız değiliz." Koşarak sesin geldiği yere gitmeye başladılar. Koşarken mavi gezegendeki ayakları ses çıkarmıyordu ama ağlama sesine odaklandıkları için bunu fark etmemişlerdi. Sese yaklaşmış olmalarına rağmen hâlâ her şey bembeyazdı. Etrafa bakıp sesi bulmaya çalıştılar.

"Buldum onu." diye kaygıyla bağırdı Ahmet. Buse hemen Ahmet'in yanına gitti. Sesin kaynağını görünce çığlık atarak kendini yere bıraktı. Sesi titreyerek "Bu..." dedi.

"Bu yaşlı bir bebek. "dedi Ahmet.

Beyaz beşiktekinin yüzü hücrelerinin çoğu emekliye ayrılmış, kırışıklığın yüzünde normalleştiği bir yüzdü. Bedeni de yüzünü yalnız bırakmayarak onun kadar yaşlı görünüyordu. Bebek gibi etrafa bakan yaşlı bebek boyutuna uygun giyinmiş, bir de bebekler gibi emzik emiyordu.

Ahmet, bebeği kucağına alınca bebek istediğine kavuşmuş gibi sustu. Buse'ye kırışık yüzüyle, gözyaşıyla ıslak bir şekilde baktı.

"Onu beşiğine koyup buradan gitmeliyiz." dedi Buse.

"Öyle bir şey yapamayız." dedi Ahmet "Görmüyor musun, bebek burada tek başına."

Buse sinirlenerek "Bu bebek bu yer kadar anormal. Onun bebek olduğunu bile düşünmek saçma. Bu bebeği yerine koyup bir çıkış yolu bulmalıyız."

"Ya çıkış yolumuz bu bebekse? Baksana etrafına hiçbir şey yok."

"Ya bebeği almayıp yolumuza gidersek kazanacağımız bir sınavın içindeyizdir."

Ahmet tartışmanın bir faydası olmayacağını görerek "Sen istiyorsan ayrı gidebilirsin, ben bu bebeği alacağım." dedi.

Buse, kendi yoluna gitmeye karar vermişti. Hoşlandığı bir insan için doğru bildiğine ihanet edecek bir insan değildi hatta sevgisinden zihninden çıkaramadığı bir insan için bile kendi doğrusunu yarı yolda bırakmazdı.

Ahmet keşke hiç sesi duymasaydık diye düşünmeye başlamıştı. Hoşlandığı insanın yerine yaşlı bir bebekle bilmediği yollarda gidiyordu. İçine egemen olmayan tarafının sebebi ne olursa olsun yaptığını öven sözlerine kulak vermeye devam ederek ayaklarının titremesinin çığlıklarını duymazlıktan gelip gitmeye çalışıyordu. Her şeyin fazlasının zararlı olduğunu biliyordu ama en korkulacak olanın sessizlik olduğunu düşünüyordu bu yerde. Ayaklarının sürtünme sesini özlemişti, yeni duyması gerektiği hızlı nefes alıp vermelerini duymayı özledi. Bebeği ağlatmak için bir şey yapmak istemiyordu ama bebeğin ağlayarak ses yapmasını istiyordu.

Buse telaşın içini tamamen ele geçirme planlarını suya düşürerek telaşı bütün vücudundan uzaklaştırdı. Önünde uzanan beyaz yolun kendisine kendisinin bilmediği güzel bir yere ulaştıracağından emin gibi yürüyordu. Zaman içine korku vermese de bacaklarına derman vermişti. Bilmediği bir yerin acilen uzaklaşılması gereken bir yer olmadığını düşünerek ayaklarını öne uzatarak sırtüstü yattı. Beyazlığa bakarak kendinin aslınca şanlı olabileceğini düşündü. Beyazın kendisine huzur verdiğini mavi dünyadan biliyordu. Nereye baksa huzur duymaya başladı. Çoğu zaman kararlarından mutluluk duyardı ama Ahmet'i ve yaşlı bebeği arkada bırakma kararından şu ana kadar kendisine en doğru gelen kararıydı.

Buse uzanıp yatmışken küçük ayak parmakları hafifçe ileri geri gidiyordu. Fark etmese de parmaklarıyla bir kapıya hafifçe dokunuyordu ve parmakları o kadar güçsüz itiyordu ki farkına bile varmadan kırdığı binlerce kapının aksine kendini belli etmişti. Buse kapıyı ancak sütlü kahverengi rengine dönmeye başlamışken fark etti. Doğrulup kapıya yavaşça dokunduğunda bu yerin kendisinin gördüklerine rağmen şaşırtmasına şaşırmıştı. Doğrulurken bir tanesini gördüğü kapıdan birkaçını kırdığını bilseydi şu anda şaşırmanın zirvesinde olmadığını anlardı.

Yavaşça kapıyı açtı. Karşısında siyah merdivenler vardı. Yukarı çıktığında aşağıdaki bütün kapıları görebiliyordu. Kırılan sütlü kahverengi kapılar sayesinde kendinin gezdiği yolları görebiliyordu, çok uzaktaki Ahmet'in ve yaşlı bebeğin nasıl bilinçsizce kapıları kırdıklarını görebiliyordu. Onları uyarmak için geri dönmek istese de bunu yapamadı, arkasındaki kapı kapanmıştı. Şimdi ne olacak diye düşünürken aşağıda bir girdap oluştu. Bedeni değil de ruhu çekiliyormuş gibi ruhunun isteğiyle zevkle atladı. Kendini dünyanın en yakışıklı erkeğiyle dans ediyorken buldu. Hayatında hiç dans etmemişti ama burada öyle dans ediyordu ki balodaki herkesi etkilemişlerdi. Dans bittiğinde kendisinin dev halini gördü, elini birleştirmiş kendine bakıyordu. Kendisiyle göz göze gelir gelmez baygınlık geçirdi.

Gözlerini açtığında her şeyin normale döndüğünü gördü. Ahmet bile yanında oturuyordu. Ahmet hâlâ şokun etkisinde gibi donuk bakışlarla etrafı izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Buse Ahmet'i şokun etkisinden kolundan itip çekerek kurtarmaya çalıştı ve bunu başardı.

"Artık gidelim mi?" dedi Ahmet kendinden beklenmeyen ciddi bir sesle. Buse gözleriyle onaylayarak hayatını etkileyen kitabı yerine koymak için aldı. Rafa koymadan önce son bir kez daha resme baktı. Resimde dans ederken yüzünün görünmemesine üzülse de asıl görmek istediği kendisiyle dans edenin suratıydı. Hiçbir suratın gözükmediği resme son bir kez dokunarak yavaşça yerine koydu. Buse gittikten sonra kitabın adı da görüntüsü de değişti. Yeni adı: Durmak Fark Etmektir oldu.

Buse'yle Ahmet o günden sonra Buse'nin istemesine rağmen hiç konuşmadılar. Buse normal hayatına geri dönebilse de Ahmet o günden sonra çok değişti. Bedeni aynı dursa da artık kanı seksen yaşındaki gibi akıyordu ve bu durum zevklerini, alışkanlıklarını, hayata bakış açısını eskiye dönmeyecek şekilde değiştirdi. Ona göre bu iyi olmuştu ama yine de kütüphaneyi düşündükçe terliyordu.