Saçlarına aklar düşmüş bir hayat benimki. Oysaki yirmi üçe ramak... Ne yaptık ey gönlüm? Oradan oraya attık kendimizi, acıdan acıya savrulduk. Şehirlerden geçtik. Sanki yer değiştirince aklımızdakiler de susacakmış gibi bir hisse kapıldık, yalan mı? Konuşsana! Susma öyle karşımda. Evet karşımdasın işte, öylesine çırılçıplak ve bir başına. İnkâr etme! Çünkü ben de bir başımayım, en az senin kadar. Her şeyden ve herkesten kaçabildim ama kendimden ve senden, söylediklerinden kaçamadım ey gönlüm. Şimdi geçmişsin karşıma, seni dinleyeceğim anda susuyorsun, ayıp yahu! Ne olur, sen anlarsın halimi. Nelerle savaştım, neleri kaybettim, nerede yenildim, nerede kazandım, neye sevindim, neye kırıldım, hepsini bir bakkalın borç defteri gibi tek tek kazımadın mı kendine, ha? Şimdi yalvarırım susma, bari sen konuş benimle. Bir yerde okumuştum; yalnızlık konuştuğun duvarların bile seni dinlememesidir, diyordu. Doğru, duvarlar bile benimle konuşmuyor. Bak bir ben varım, bir de sen. Ha bir de Ahmed Arif var. Okuyacağım sana söz. Ama yeter ki dinle. Beni kendi karanlığıma hapsetme. Işıklı dizeler getirdim sana, seversin. Kaybetme kendini ne olur. Ne olmuşsa yorulmuşsan, bitkinsen? Kalk hadi, daha çok kapıdan kovulacağız, daha çok terk edileceğiz, daha çok öleceğiz. Kalk ne olur, “dayan rüsva etme beni”.