Öylesine konuşmak istiyorum. Çoğunlukla yani. Birileri ile olan sorunlarımı, acılarımı, bir şeyleri, bir şeyleri, bir şeyleri.
Bir şeyleri konuşmak istiyorum fakat birinin beni dinlemesi fikri de öylesine rahatsız ediyor ki nefessiz kalıyorum sanki. Dünyayı anlamanın zorluğunu anlamıyorum. Dışa dönük arkadaşımın neden bu kadar çok paylaşıyorum kendimi, duygularımı -hayıflanmasına karşın benim de neden kendimi, duygularımı- paylaşamıyorum, hayıflanmam her masamızın konusu haline geldi artık.
Bunları düşünürken de nedense aynada çökmüş gözlerime denk geldim ve yüzüme Jinjo'nun kaleminden fırlama bir çöküklük yer etti. Aklıma Yozo geldi. Belki de bu hayatta dönüşmekten en çok korktuğum kişi olduğu içindir.
Dünyayı, kendini ve varoluşu anlamayan birisi. Acılarının kaynağını kendinde bulan, şifaya ulaşmaya çalışıp çalışmadığı meçhul olan yakışıklı bir adam.
Yozo'ya dönüşmek beni en çok da bu sebepten korkuttu. Çünkü onda kendimi gördüm. Korktum. Bu güne kadar Oblomov'dan başka birinde kendi yetişkinliğimi görmek beni dehşete düşürmüştü Dazai'yi okuduğumda.
İnsanlığımı Yitirirken benim için çeviri evreninin en doğru konulmuş ismi. Belki tam anlamını karşılamıyordur Dazai'nin kelimelerinin. Fakat eseri tam karşıladığına inancım tam. Çünkü yüz dokuz sayfa boyunca adım adım yitip giden bir insanlık var. Daha ne kadar açık anlatılabilir ki?
Muhtemelen birçok kişi için Dazai'nin en vurucu eseri budur. Benim için de her ne kadar Batan Güneş ile başa baş bir yarış içinde olsalar da eserin her basımını alıp okuduğumdan belli hangisine bağlılık geliştirdiğim.
Sadece bunca zamandır kitapla ilgili aklıma takılan en önemli şey şuydu?
Dazai neden bizi anlamadı?
Bütün bir insanlığın varoluş çabasını -özellikle dönemine göre- yaygın olmayan bir dilde kaleme alıp herkesin acısına ayna tutabilmiş.
Gerçekten de Dazai bizi anlamamış mı oluyor şimdi?
Görmezden geliyoruz. Başka birini tanımanın imkansızlığını. Yani, anlamanın ve anlaşılmanın imkansızlığını.
Bunu diyebilen bir insanın dünyayı anlayamamış olmasını kabullenemiyorum. Yozo'nun o zoraki arkadaş olma çabalarını, pespaye insanlara bakışlarındaki samimiyetini ve yalnızlığının onu ne denli tükettiğini düşündükçe aklıma düşen yüzü olmayan o adamda kendimi görüyorum. Ve benim gibi binlerce insanın da gördüğüne eminim.
Dazai'nin dünyayı ve insanlığı anlayamadığına hiçbir zaman inanmadım. Aksine, en iyi anlayanlardan birisi olduğu için bu denli keder ve sefalet içinde yaşamak zorunda kalmış.
Kelimelerimi de hayatı en iyi özetleyen pasaj ile noktalamak istiyorum.
Şu an ben ne mutluyum ne de mutsuz. Sadece her şey geçip gidiyor. Benim şimdiye kadar pandomim sayesinde yaşamayı sürdürdüğüm bu "insan" dünyasında, gerçek olduğunu düşündüğüm tek şey bu. Sadece her şey geçip gidiyor.