Aziz Bey Hadisesi çok sürükleyici ve benim çok sevdiğim bir tür olan sonu baştan belli olan ve o olaya kadar örgüleri göreceğimi bildiğim hatta ve hatta hadisenin neden çıktığını bile tahmin ettiğim bir kitap oldu.


Dedesinin tamburu ile sanatını icra etmeye çalışan Aziz kitabın baş kahramanıdır. Kahramanımız aşık olur, Maryam Beyrut'a gitmek zorunda kalır, aralarındaki aşkı çok büyük sanırız, değil. Aziz'in kafasında kurduğu peşinden koşma "Don Juan'lık" sezdim. Aziz de Beyrut'a gider. Zamansız bir kitap olarak görülse de tahminimce 1950-1960 yılları arasında geçen bir kitap. Tabii bu benim tahminim. DP iktidarı zamanında önüne geçilemeyen şehre göç, arabeskin yaygınlaşması vb olaylar bu süre zarfında oldu. Kitabın bir bölümünde "Sofradan mezeler gittikçe azalıyor" yazıyor. Bu da Türk Sanat Musiki kültürünün yerini Arabesk kültürüne evrilmesini gösteriyor.


Bu bir inceleme yazısı olsa da ben Dede-baba-oğul üçlemesini işlemek istiyorum.


Aziz Bey'in babası kaba saba bir adam olarak karşımıza çıkıyor. Dedesi de tam tersi Tamburi Sanatçısı. Aziz, babasının kabalığındansa dedesinin yolundan gidiyor. Ama yol nereye gidiyor?


Romanın orta bölümlerinde Vuslat karakteri karşımıza çıkıyor, nedense Maryam'a gücü yetmeyen Aziz Bey'imiz ilk konuşmalarında Vuslat'ı aşağılayabiliyor. Ve iktidarını sağladığı Vuslat ile evleniyor. Daha ilk diyalogdan anlamıştım. Aziz bey gibi nice insan hayatımızın her köşesini kapmış durumda. Babası gibi kaba bir adam, saygıya muhtaç özüne bakılırsa çok ezik bir karakter. Gücü olduğu zaman ondan karizmatiği yok, gücü olmadığında ise yardıma muhtaç bir dilenci gibi.