İnsan bulunduğu her ortamda değer görmek ister. Ne demişti Can Yücel? "Çiçek sulandığı yerde güzeldir." Hepimiz birer çiçek gibiyiz bu hayatta, ne kadar su verirlerse o kadar açıyoruz yapraklarımızı. Ama her şeyin fazlası nasıl zararsa insanın içgüdüsel açlığının doyumsuzlukla devam etmesi de o derecede zarar.


Görmek istediğimiz değer için 2 temel durum vardır: Birincisi, sürekli olarak "El alem ne der?" diye yaşamak... Bir diğeri ise fazla fedakâr davranıp "Ben olsam..." cümleleriyle kendini yiyip bitirmek. 



Değer Görmek İçin Var Oluyoruz


İnsan hayatı boyunca attığı her adımda değer görmek için çabalıyor. Doğduğumuz anda başlıyor telaşımız. Kimse bize dönüp de "Sen, sen olduğun için değerlisin." demediği için öz güvenlerimiz eksik, tamamlanmaya çalışıyoruz. Yaş ilerledikçe korkuya dönüşüyor değer görme isteğimiz. Senelerce üstümüze kurulan baskıyı ne yazık ki belli bir yaşa gelmeden hissedemiyoruz. İşin kötü tarafı, öğrendiğimiz değer görme açlığını biz öğretmeye başlıyoruz. Çocuklarımıza, arkadaşlarımıza, annemize, babamıza, eşinize, dostumuza... Değerli olmak isterken kendimize verdiğimiz değeri kaybediyoruz. 



El Alem Ne Der? 


Daha doğar doğmaz öğretilir bize çevrenin bize ne kadar değer vermesi gerektiği. Değer görmek için toplum içinde yer edinmeye çalışıyoruz. Bu yüzden de attığımız her adımda çevremizdeki insanların fikrini değerlendirmeye çalışıyoruz. Kafamızda kuruyoruz bir saat gibi, zaman ilerlerken daha çok önemsiyoruz kimin ne dediğini. Çocuklar umursamadan dilediği gibi yaşarken sürekli sürekli uyarıyoruz: "Ne kadar yaramaz bir çocuk derler!", "Bak daha öğrenememiş derler!" Bu döngünün girdabına girdiğimiz anda başkaları için yaşamaya başlıyoruz. Bu sınırlar içinde hayatta kalmaya çalışıyoruz. 


Çocukken her misafirliğe gittiğimizde "O yemez!" diyen annelerden tutun da oturuşumuza, giyimimize hatta aldığımız nefese karışan babalardan, "Ben seni tanıyorum ama dışarıdan öyle görünmüyor." diyen yöneticilerden, "Senin ciğerini biliyorum ama o öyle düşünmez." diye uyaran arkadaşlardan, "Benim yanımda yapabilirsin ama yalnız yapma." diyen eşlere kadar hayat zincirinde sürekli çevrenin vereceği değer üzerine yürüyoruz. "Aman ayıp olmasın." diye yenilen akşam yemeklerinden, "Şimdi yanlış anlarlar." diye çıkılan akşam yürüyüşlerinden, istenmediği halde yapılan belki de çok eğlenceli planlardan yoruluyoruz. Ve yolumuzu, sadece "değer görme açlığına" düşmemek için kaybediyoruz. 



Ben Olsam…


Değer görme açlığına düşmeyegörsün insan. Öncelikle kendine değer vermeyi öğrenmiş bir insan tarafından reddedildiğimizde ise hemen başlıyoruz "Ben olsam öyle yapmazdım." demeye. Yolda çok beğendiğimiz ama cesaret edemediğimiz şekilde giyinmiş birine "Ben olsam burada giymezdim bunu." diyoruz. Yoldan geçen insanın bile fikrimizi önemseyip ona göre davranmasını bekliyoruz. Toplumun bir parçası olmaya çalışırken hem düşüncelerimizle değer görmek hem de karşımızdaki insanın düşünceleriyle değer görmek istiyoruz. Çünkü çok açız! Değer görmeye aç. Ama üzgünüm, değer görme açlığına böyle devam edersek asla belli bir doygunluğa getiremeyeceğiz. 



Değer Görmek Önemli Ama Bazen Değer mi? 


"Aykırı" olacağız. Her zaman mı? Kendimizi önemseyip canımız istediği gibi yaşayacağız. Öncelikle kendimize değer vermeyi öğrenip sonrasında değer görmek isteyeceğiz. Kendisini sevmeyen başkasını nasıl sever? Fikirlerimizle, kalbimizle, niyetimizle kendimizi yetiştirdiğimiz zaman doğru ile yanlışı daha rahat göreceğiz. O zaman değer görme kaygısına düşmeden bize zaten "biz olduğumuz için" değer veren insanlar kalacak hayatımızda. Değiştirmeye çalışmadan, her kafadan çıkan seslerle boğuşmadan, nefes alarak yaşamaya başlayacağız. Eleştiriler işte o zaman canımızı yakmayacak ve çevremizde bulunan o kişinin verdiği değeri kaybetmeyeceğimizden emin olduktan sonra yaptığı eleştirilerde aslan kesilmek yerine sakince düşüneceğiz. Daha doğru adımlar atacağız belki de. 


Herkes tarafından değer görmek için koca bir ömrü yok yere yaşamaya değer mi? Gerçekten değmez. Öyleyse değerini hissettiğimiz insanlarla devam edelim yolumuza. Hem nasıldı?


"El alem ne der değil, elli alem dese ne fark eder?"