Her dönem, kendine uyan insanını yaratıyor. Değişim dediğimiz şey bu zaten. "Toplumlar da insanlar gibi doğar, büyür, ölür." demiş İbn-i Haldun. 

 

 

Gelip geçici olduğunu bildiğimiz ömrümüzün kıyısından, ucundan tutup ölene kadar yaşamak hepimizin asli görevi değil mi; üstelik şaşmaz bir görev… Aslında yaşamak biraz da hatıralara tutunmakla oluyor. İnsanın hafızası gelecek için her daim yatırım galiba. 

Çok ilginç rüyalar bile saniyenin bilmem kaçta kaç oranıyla bir ömürlük hatıra gibi bizden habersiz uykumuza eşlik edip duruyor. Rüyalar acaba bize yaşamın dışındaki hatıralar olarak mı eşlik ediyor diye düşünüp duruyorum bazen. Tıpkı yaşarken geçmişte bize eşlik eden hatıralar bizim yaşadığımıza delil olduğu gibi, rüyalar da yaşamın dışındaki gerçekliğe bir delil mi? Bu gerçeklikle yüzleşmek biraz ürkütüyor haliyle insanı. Öyle ya, daha biriktirilmesi gereken onca para, mal mülk varken bunları günün birinde kaybetme korkusuyla baş etmek insana neler yaptırır acaba?

 

Yıllar evvel çocukluğumun geçtiği yaylaya giderken derenin kenarına suyun en gür aktığı kısma bir taş saklamıştım. Bunu niye yaptım bilmiyorum; ama yılar sonra oraya gidip taşı ararkenki çabam benim oraya ayak bastığımın en güzel delili olmuştu. Gerçi bulamamıştım taşı ama derenin yıllar içinde değişen akım hızı, rüzgârın yellemesini hesap edersek "burası kökten değişmiş, taş kaybolmuş çok mu" dedim kendi kendime birden. Gelip geçici bir andı ama ona sebep olan değişimleri de hesap etmek yanıma kâr kaldı. Evet değişiyoruz. Bazen değiştiriyoruz, bazen de değiştiriliyoruz haberimiz olmadan. Bunlar hepsi yaşamaya dair çünkü. Çok tuhaf değil mi, canlı cansız dünyada hepimiz birbirimizin kaderine dokunuyoruz bir yerlerde. Bunu, dünyada mecburi olarak bir arada yaşadığımız için ister istemez farkında olmadan yapıyoruz hep; karısıyla tartışan esnafın sinirini müşteriden çıkarması, patronuna ses çıkarmayan işçinin kendinden güçsüz olana bağırması, aldatılan birinin aldatılma acısını başkasını aldatarak geçirmeye çalışması... Bu böyle uzayıp gider. Tek derdimiz yaşadığımıza haklı sebepler bulmak. Ben buyum nidasını kendi dışımızdakilere haykırmak. Kendi özümüzün bir anlam bulma arayışı olsa hatıra o zaman daha kıymetli olmaz mı? Geçmişte kalanın bir sonu yok; ama geleceğe doğru giderken sona yaklaştığımızın farkındayız. Bu acı bir yüzleşme insan için, bunun acısını birbirimizden çıkarıyoruz. Birbirimize dokunup değiştiriyoruz, birbirimizle birleşip şahitlik ediyoruz. Sonra bir bir ayrılıyoruz buradan. Şöyle düşünün: bir gün dünyanın kapısını açıp "haydi koşun, serbestsiniz" dendiğinde nasıl bir manzara yaşanır? Çocukların altta ezildiği, yaşlıların gençlerden yardım beklediği, herkesin sadece kendisini düşündüğü ve kaçmakla uğraştığı bir yarış olur herhâlde. Herkesin o anki derdi kapıya giderkenki hızını, koşma şeklini, bağırmasını, telaşını etkiler ki bu manzara ile dünyanın kapısının ardında ne olduğunun hiçbir önemi kalmıyor. Bu hayal ettiğim gerçek dışı bir senaryo konusu olmakla kalır belki ama asıl gerçek olan ne?



Ben sevgi diyeyim… Bu dünyanın dışına olmasa da kendi dünyam dışımda bir dünyanın farkına vardırıyor beni. Varın gerisini siz düşünün.