Takvim pazar gününü gösteriyordu. 4. Kata çıkmış, 26 numaralı dairenin önüne gelmiş, içinde her gün kendisiyle savaşmak zorunda kaldığı, onun için bir ring olan, hiçbir dövüşü kazanamamış ve bunu her gün yüzüne vuran dairesinin kapısını açmıştı. Dairesinin içini huzursuzluk doldurmuştu. İçini geren bu kokudan uzaklaşmak ve daireyi havalandırmak için terasın kapısını açtı. Son kez göreceği evinin terasına çıktı, yüzeyi toz kaplamış, geçmişin ayak izlerini bıraktığını görmüştü. Geçmişin her zaman bu denli detaylı çalışıp, eskiz bir tablo yapmış olması onda hep hayranlık uyandırmıştı. Bu terasta oturup kafasından geçen binlerce fikrin gerçekleşmediğini, arkadaşlarıyla burada oturup yaz gecelerinde havaya kahkahalar astıkları günleri, tek başına kaldığı zaman ona umut olan diğer terasları özlediğini fark etti. Bu fark ediş içinde bir yerlerde hep saklıydı, göğsünde o günlere asla geri dönememenin acısıyla dolan gözlerini bulutlara çevirdi. Üzerlerine dökülmüş mürekkep izlerini gördü. Yağmurun bir an önce yağıp, içindeki kirleri alıp götürmesini , bu ayak bastığı şehri yerle bir etmesini, ardında hiçbir iz bırakmayarak yok olup gitmeyi düşledi. Tekrardan gerçekleşmeyecek bir fikir daha bu terasta kaybolup gitti. Terasında ona her gün eşlik eden sandalyeye oturdu ve kafasında tüm bu olup bitenleri düşünmeye başladı. Zihni şimdi bir sinema salonu olmuş, sahibine istediği anıları tekrar tekrar oynatır olmuştu. Bazı sahneleri detaylıca verir, bazı sahneleri yarım bırakıp, filmi döndüren çarkı yormamayı tercih ederdi. Film oynamaya başlamıştı ve tüm bunları unutmamak, üzerinde tekrar tekrar düşünüp kendini lime lime etmek için içerinden bir kağıt ve kalem alıp terasa geri döndü ve yazmaya başladı. ''Kendimi bildim bileli yaşamı hiçbir zaman ciddiye almadım, alamadım, sadece alay edip, gülüp geçistirdim. Ne zaman sorsanız, fevkalade cevaplar verdim. Zamanla yüzüme taktığım maske o kadar gerçekçi durdu ki bazen onu takmadan bazı günlerimi geçirdim ve bunun yüzünden karakterimin yalancı boyalarla kaplı olduğu o tuvali fark etmez hale geldiniz. O kadar ki kendimi bile sınayamaz oldum, düşünmeyi, düşünememeyi öğrenmeye çalıştım. Günlük basit uğraşlara ayırdığınız zamana hayranlıkla bakıyorum, elde etmeye çalıştığınız şeyin basitliği karşısında bütün yaptıklarınızın zor şeyler olduğunu varsaymanız, beni size hayran bıraktı. Bu hayranlık o kadar büyüdü ki sizi kendimden ayrı bir yere koydum. Siz benim vitrinimin en şık mankenlerisiniz. Evet, yaşamanın dehşet verici acı bir tatlığı var. Bunu bana tattırdığınız için size teşekkür ediyorum. İnsanların arasında rol yapmanın ve fark edilmememin mükemmel hazları var fakat sizden o kadar korkuyorum ki bu korkum sizi anlayamama sebep oluyor. Yaklaşamıyorum, korkum görünmez bir duvar. Göremediğim için yürüyemiyorum, kaç senedir aynı yerde duruyorum, değerim gittikçe düşüyor. Direnmemek gibi bir seçenek sunulmuyor, direnmen için zorla ip ile bağlı olduğun ve olacağın insanlar getiriyor hayat. Bu ipi bazen öyle sıkı yapıyor ki tutarken elin acıyor, bazen öyle gevşek yapıyor ki ruhun acıyor, tutamıyorsun ve kopuyor. Kendi ipini kullanarak bağlamak istiyorsun, beline sarıyorsun fakat kalbine saramıyorsun. Bu misina ipleri o kadar keskin oluyor ki bazen iki insanın arasına girince kendini parçalıyor, bağlamak istediğin insana yürüdükçe sen hasar görüyorsun. Evet, bende iki insanın arasına girmeye çalıştım, benim olmayan birisi için savaştım. Kaybettim, hayır sadece onu değil, kendimi de kaybettim. 1 yıl önceydi sanırım, beni bu hale getiren, bu gözlere sahip olmamı sağlayan o fikirle yola çıktığım zaman... Kenan ile tanıştığım gün, hayatımın bu denli, ruhumun bu denli yabancı olacağını bilseydim tekrar onunla tanışmak ister miydim? Soruyorum kendime. Bilmiyorum, bilsem de tekrardan size sorardım. Kendime yönelttiğim hiçbir soruya dürüstçe cevap veremem, kendimin yanlısı değilim. Perşembe günüydü, çalıştığım iş yerinde sıkıldığım ve bu sıskınlığı düşünerek daha çok sıkıldığım, kendimi oyalamak için hiç zevk almadığım işlere yöneldiğim, hiç merak etmediğim düşüncelerimle zaman geçirdiğim bir gündü. Elimdeki misina ipini-bunun elime nasıl geçtiğini bilmiyorum- sürekli geriyor sürekli gevşek bırakıyordum. Bir insanın bu ipi kullanarak birini kendine bağlaması mümkün mü? Bu sefil yaşama iç güdüsünden kurtulmak için bu ipi kesmeli mi? Direnmemek için bu ipi ortadan kaldırmak en iyi seçenek değil mi? Beni bu gereksiz insanlara zorla bağlayan bu ip, beni her gün beni darağacına götürmekten başka ne işe yarıyor? Maalesef, insan her zaman acı çekmek için bu ipi kullanıyordu. Kenan da bu ipi görmüş müydü? Bu arada ben Selin, bu yazdıklarım düşündüğüm bir çok şeyden uzak biliyorum, içimi döküp bu kağıdıda yakıp küllerini bu terastan dökeceğim. Kendimi, geçmişimi. O zamanlar ruhum her zaman bir arayış içindeydi ve kafamda her gece aynı düşünce gelir, zihnimin kapısını çalar, çocukların her yeri umursamaz bir şekilde dağıttığı gibi kafamı dağıtıp giderdi. Bu dağınıklığı toplarken çok yoruluyordum. Bu yük bana cok fazla geliyordu. Yaşama yükünü kendi içimde üst üste koyuyor, onları sırtlamak için derin bir nefes alıyor, ömrümden gidecek birkaç yılın nefesini tüketiyor, kendimi boşluğu bırakıyor ve tekrar yük biriktiriyorum. Tüm bunlara karşı tahammül edemeyişim yanımda kalır, tahammül seviyem yükselirdi. Bende tahammül seviyemle yükselir bir anda yere çarpardım. Bu çarpmalar gece yaşanır, gündüz yaralarım iyileşir ve tekrardan gece çarpma yaşanırdı. Artık her şeyin biteceğini düşündüğüm ve düşüneceğim gelecek geceler, bana hiçbir zaman iyi gelmeyeceğini düşünür , ruhumun veya kalbimin her zaman bir arayış içinde olması, gecelerin içinde aydınlığı araması beni hep yoracağı algısı derime yapışırdı. Aslında çok basitti, dünya döndükçe benim yorgunluğum artacak, içinde fenerle onun huzur dolu mağarasını bulmak beni bitirecek. Kendi ömrümü bunun için harcayacak, kendi değerimin düşmesi karşısında, dünyanın değeri artacak. Ben bu hayat için sadece zamanı gelince ortadan kaybolacak bir banknottum. Acaba Kenan olsaydı o günlerim böyle geçer miydi? O sıkılgan perşembe gününü ardımda bırakmış olarak eve döndüm. Acıkmış ve elinden hiçbir şey gelmeyen biri olarak tekrardan kurtarıcım olan o kuryeye gerekli bütün talimatları vermiştim. Yaklaşık 20 dakika sonra kapı zili, beklemenin verdiği heyecana son vermişti. Kapıyı açtım ve onu gördüm. Gözleri kanlı, bakışları donuk, omurgası çökmüş, konuşurken sesi titreyen onu. Sanki son siparişini veriyormuş gibi yavaş ve temkinli bir şekilde uzattı elindeki poşeti. Donup kalmıştım, bu yüz beni bana anlatan bir tabloyu andırıyordu. İçimden bir ses bu geçmişi öğrenmemi söylese bile kendi geçmişimin ağırlığı bana yetiyordu. Poşeti alıp teşekkür ettim ve kapıyı kapadım. Yemeğimi yemiştim, yatağıma uzanıp zihnimin kapanmasını bekliyordum ama yapamıyordum. O yüz beni, uçsuz bucaksız içinde keskin bıçaklar ağaçları olan o ormana sokuyor, elimde bir fener ile çıkışı ararken her tarafım kanlar içinde kalıyordu. Her sabah güneşin uyanmasıyla, kendi uykusuzluğumu tanıştırıyordum. Günler aynı monotonlukta geçip gidiyor, günler geçtikçe benim hatırladığım o yüz daha belirgin hale gelip boyutlarını aşıyordu. Dayanamadım, tekrar onu görmek için telefonu kullandım. Bu sefer içimde heyecan yoktu. Korkunun ta kendisi kapının iç tarafa bakan kısmında bana bakıp acımasızca gülüyordu. Kapı çaldı ve yöneldim. Attığım her adım, ayağımın cam kesikleri tarafında müşteriye servis edilen et parçalarını andırıyor, zar zor kapıya yönetiyordum. Derin bir nefes alıp, onu görmenin mutluluğunu yaşadım. Kapıyı kapattım ve bu döngü yaklaşık 2 ay boyunca devam etti fakat onun yüzü, duruşu, gözleri hiç değişmedi. İçimi kemiren bir fare vardı, öğrenmeliydim. Tekrar o döngünün yaşandığı bir gün ona şu soruyu sordum " Size ne oldu? Neden bu kadar bitkin duruyorsunuz?". Şaşırmıştı, insan olduğunu hatırlatan bu soru karşısında, gözleri uzun zamandır acıya dayandığı için hemen dolmuştu. İçeri davet ettim fakat kabul etmedi. Poşeti verip tekrardan o karanlığın içinde kayboldu. İçim içimi yiyor, kendi hayatımı görmezden geliyordum. Dayanamayıp bir gün onun çalıştığı yere gittim ve onun hakkında bilgi toplamaya çalıştım. Neyse ki o gün izinli olduğunu öğrendim, rahatlamıştım. Benim sorularıma yanıt veren onun çalışma arkadaşı Engin'di. Tüm merak ettiklerimi sordum ve kafamda onun yaşamına dair bir özet oluşmuştu. Kenan 33 yaşında, karısından yeni boşanmış, 3 çocuğu olan Ankara'da doğup büyümüş, liseyi okumayıp terk etmek zorunda kalmış birisi. Beni en çok meraklandıran, karısı ile boşanması olmuştu. Engin onunla bu konuyu hiç konuşmamış olduğunu ama duyduğuna göre karısının, Kenan'ı aldattığı soylentisinin dolaştığını söylemişti. Evet bu mümkündü ancak böyle bir olay yaşanırsa insan bu hale gelebilirdi. Omurgasını dik tutan ruhunun kayboluşu bir insanı bu hale sokardı. Ne yapacağımı bilmiyor, bir şeyler yapmak için yanıp tutuşuyordum. Evinin adresini alıp yola çıktım. Sokağında gördüğüm herkese onu sordum. Eski karısının adresini öğrenmeye çalıştım. Uğraştım ve bu uğraşımın geri dönüşleri beni o hiçliğe yavaş yavaş sürükledi. Karısı Candan 32 yaşında, Ankara'da doğup büyümüş, Kenan gibi lise terk birisiydi. Öğrendiğime göre mezhepleri farklı olduğu için sürekli sorunlar yaşanır, eve gelen aileleri sürekli kavga çıkartırmış. Zaten pek iyi gelirleri de yokmuş. Kenan sürekli eve neşeli gelip, evden üzgün çıkarmış. Bunları öğrenmek benim içimdeki neden sorusunu hiç söndüremedi. Haddimi aşmıştım artık, kendimi unutmuş onların hayatını, kendi hayatım gibi görüyor, her şeyi onlara bağlamaya çalışıyordum. Candan tüm bunlardan sıkılmış, Kenan ile boşanmak istediğini söylemiş fakat Kenan bunu kabul etmemiş. Sürekli evde tartışmalar çıkıyor, Kenan elinden bir kaza gelmemesi için evden ve sabah güneş ile birlikte tekrar eve giriyormuş. Bir gün Candan evden çıkarken çocukları komşusuna bırakmış ve birkaç saat dönmeyeceğini söylemiş. Ben bu yaşananları buradan sonrasını, kendi üslubumla yazacağım. Candan o gün Kenan'ı aldatmış. Bunu duyduğum zaman içimde yıkılan binlerce kalenin sesi hala kulaklarımda yankılanır. İçimde inanılmaz bir öfke doğdunu hissettim. Kenan'ın o yüzünün bu hale gelmesini sağlayan o mutsuz kadının dünyada var olmasını kaldıramıyordum. Bu yaptığının yanına kalmaması için kafamda bin türlü senaryo kurdum, işledim, oynadım. Evet Candan'ı öldürecektim. Hayatımda kan görmemiş biri olarak bu düşünce beni rahatsız etse de Kenan'ın o yüzü beni daha çok tırmalıyordu. Kenan bunu öğrenince ne yapacaktı, nasıl ilerleyecekti bilmiyorum. Fakat çok geçmeden bunun cevabını yaşam bana hızlıca verdi. Kimsenin bir sey yapmasına gerek kalmamıştı. Gururuna bunu yediremeyen Canan kendini asmıştı. Şimdi düşünüyorum da tüm bu olanlar karşısında beni yerle bir eden, bu olaylardan hangisi beni yaralamış, bu evi, bu şehri, tüm bu yaşantımı, beni bu dort duvar arasında tutan bu yüzeyi, geride bırakıp gitmeme sebep olmuştu. Sanırım biliyorum. Uzun zamandır içimde sakladığım kimseye anlatamadığım o anı...

Kenan benim çok hayatımın, ruhumu tanımama sebep olan Serkan'a çok benziyordu. Onu ilk gördüğümde bu kadar zihnime işlenmesinin sebebi buydu. Serkan ile lisede tanıştık. Bir süre arkadaş olup işlerin ilerlemesi ile sevgili olduk. Serkan ile birçok fikrimiz uyuşmasina rağmen yaşımız ilerledikçe bu fikirler farklılaşmaya başladı. Önemli değildi, kalplerimiz uyuşuyordu. En azından ben öyle sanıyordum. Üniversite için geldiğim bu şehir, Serkan'ı aldatmama sebep oldu. Detay vermeyeceğim, bu iğrenç olayın her detayı beni yaşlandırıyor. Şimdi düşünüyorum da Serkan'ın beni görmeye geldiği ve benim bu olayı ona söylediğimde verdiği tepkiyi... Kenan'ı ilk gördüğüm zamanki surat ifadesi, duruş, gözler. Onu öyle görünce içimde binlerce mızrak belirdi. O mizraklarin üzerine yatıyor, bu karaktersizligimi bastırmaya çalışıyordum. Olmuyordu. Serkan o duruşunu yaklaşık 20 dakika boyunca bozmadı, hiçbir şey söylemeden çekip gitti. Kendime olan öfkemi bastıramıyor, ruhumu kaybetmenin üzüntüsü gözlerime vuruyordu. Artık her şey bitmisti. Beni ben yapan her şeyin sonu gelmişti. Kendime olan bu öfkemi bastırmak yok etmek için kendi canıma kıyma fikri hayatımdan bir süre çıkmadı. Ve şuan Candan'a olan öfkemin, kendime olan öfkem olduğunu kavradım. Onu öldürme isteği, bir zamanlar kendime olan istekti. Tekrardan ortaya çıkan bu istek yüzünden şimdi buradan gideceğim. Beni bir otobüs bekliyor, bilinmezliğin otobüsü. Bu kağıdı şimdi yakacağım ve bu terastan aşağıya bırakacağım. Her şeyi bırakıp gidiyorum, bir zamanlar kendimi de bıraktığım gibi