"Yakamı düzeltir misiniz?" diye sordu sorgu masasındaki adam. Üzerinde lacivert bir takım elbise vardı, gömleğinin yakası boynuna doğru kalkmış; kısacık boynundan kulağına doğru kıvrılan gömlek yakası, kulağının arkasındaki gözlük sapını itivermişti.


"Nesi varmış yakanın?" dedi içeri yeni giren memur, elinde birtakım dosyalar tutuyordu. Nereye gideceğinden son derece emin adımlarla adamın karşısındaki sandalyeye oturdu. Masaya fırlattığı dosyaları toparlayıp karıştırmaya başladığında hemen karşısında saçı başı dağılmış, yüzü ter ve kir kaplı adam; "Gözlüğüme çarpıyor, beni arabaya bindirdiğinizden beri saçıma dokunamadım, vahşilik bu, ben bir sanatçıyım!" diye gürledi.

Memur, bu çıkışa kayıtsız, son derece soğukkanlı; "Tiyatro salonunu epey karıştırdınız. Bize olan biteni anlatmak ister misiniz?" diye sordu.

"Elbette, değerli polis memurları ya da dedektifler, belki de askersinizdir, bilemiyorum. Size olan biteni tüm gayretimle anlatacağım, hiçbir noktayı atlamayacağım üzerine bu kudretli ve köklü kurumun salonlarında, belki de tahmin ettiğim yerde bile değilizdir, size söz veriyorum. Öyle inanıyorum ki sözlerime son verdiğim zaman hayatının bir kısmını değil, aklınızdaki yanılsamayı düzeltmeme izin verin, tümünü sanata ayırmış birinin saf ve derinlikli bir anlatımla kendini savunuşunda kuşkusuz yüksek bir masumiyet bulacaksınız. Buna yürekten inanmakla birlikte sizin gibi dehşetengiz bir analiz kabiliyetine sahip bir kimsenin..." Bu sırada önünde açık duran dosyalardan kafasını kaldırıp bir sigara yakan memur, adamın tiradını bölmekte bir sakınca görmedi: "Burada yalnızca bir oyun ve bir de şiir kitabı yazdığınızı görüyorum. Üstelik şiir kitabınız toplatılmış. Hayatınızın pek kısa olmadığını da hesaba katarsak sanata adanmış bir yaşam için dolu bir envanter sayılmaz." Şair dehşetle sarsıldı, masaya bağlandığı kelepçelerinin zincirinden çın çın sesler çıkararak yüksek sesle Gogol'dan, Puşkin'den ve o anda aklına gelen birkaç yazardan söz açarak tamamen hatalı ve yanıltıcı bilgilerle şair bile olmayan yazarların şiire katkılarından dem vurdu. Gözü dönmüş şekilde Dostoyevski'nin ne büyük bir oyun yazarı olduğundan, Hugo'nun ise şiir için ne büyük talihsizlik olduğundan söz ederken topuklarını ritmik bir heyecanla yere vuruyor, granitten çıkan tok ses küçük odanın içini bir saat tik takı gibi dolduruyordu. Bu yükseliş şairin yüzüne kan getirmişti. Gözlerinde bir ateş çakmış, şakaklarında vurup duran damarlar kuvvet bulmuştu.


Birkaç kez odaya yeni insanlar girdi, fısıltılar duyuldu, sıkıntıyla büzülmüş dudaklar taşıyan başlar ağır ağır sallandı, dosyalar götürüldü ve pek çoğu getirildi.

Uzun bir sessizlikten sonra kafasını kağıtlardan kaldıran memur, "Oyununuzu okudum." dedi şairin gözlerinin içine bakarak. Az önceki esrimeden eser kalmamıştı şairde. Dingin bir sesle, "Nasıl bulduğunuzu şuncacık merak etmiyorum; gözlerinizdeki parlaklık, dudaklarınızdaki müphem titreme, parmak uçlarınızdaki canlılık, yanaklarınıza yüklenen kan bana her şeyi anlatıyor. Öyle ki göğsümün kabardığını söylemekten rahatsız değilim. Siz iyi yetişmiş memurların suçlu kimseleri etkisiz hale getirmekten fazlasına sahip olduğunuza şüphe duymuyorum. Aksi halde..." Bir kez daha sözünün kesilmesine ses çıkarmadı şair. Ağırbaşlılıkla söylenenleri dinledi ve sakinliğini koruyarak sorulan soruyu yanıtladı: "Oyunumun çarpıcılığını, ruhun derinliklerine değin işleyen yakıcı ışığını ve kutsal bir amaç için biraz mürekkep, biraz da alın teriyle tezahür eden o fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü para ya da onun gibi bir takas ögesine kurban edecek, toplantının odağını göz alıcı kudretten, yazınsal heybet ve yücelikten kaydıracak değildim ya. Bu söz konusu dahi edilemezdi, yalnızca bir kez para ile ilintili bir şeyler sorulduğunu anımsıyorum. Konuyu değiştirmek için acele ettiğimi itiraf etmeliyim." Şair, verdiği yanıtın gözle görülür bir etki yaratacağına inandığından olacak, biraz da büyüklenerek başını yukarıya kaldırdı. Gözlerini tavana çakıp, arada bir indirerek memurun mimiklerini dikizledi.

"Oyununuzun sahnelenmesi için para teklif etmişsiniz."

"Kan emiciler, soytarılar, sanatın halka ulaşmasına daha nasıl engel olacaklar! Böyle bir cevherin çalışma masasında durmasına nasıl razı geldiklerine akıl erdiremiyorum. Nitekim bunu yapmanın bir çeşit eleme yöntemi olduğu konusunda da ısrarcılar. Sanat vampirleri! Pekâlâ, bunu atladığımı sanıyorum. O halde yeterince açık ifade edeceğim. Yalnızca yönetmenin şevkini kamçılamak adına böyle bir teşviğin uygun olacağını düşündüm. Büyütülecek bir mesele değil."


Bir sigara molası verdiklerinde şairin yakasının düzeltilmesine yardım edildi. Kafasının üstünde kalan bir tutam saç üstünkörü arkaya yatırıldı ve ellerindeki kelepçeler çözüldü. İyiden iyiye gevşeyen şairin çenesi açıldı.


"Saygıdeğer beyefendiler ve suçluyu suçsuzdan ayırmak gibi yüce bir amacın erleri, konunun daha fazla dağılmasına müsaade etmeye artık içim el vermiyor. Zira suçsuzluğumun bir an önce tebliğ edilmesi adına elimi çabuk tutmak gerekliliğinin de farkındayım. Şu halde işin en başından başlamakta yarar var. İlk perdenin sonuna yaklaştığımızda en vurucu monologlardan birinin vakti gelmişti. Bu monoloğu öyle kasvetli bir gecede, bitmek tükenmek bilmeyen bir sıkıntının hezeyanıyla yazdım ki; değil doğaçlama gibi bir zırvayla kirletilmesi, bütün ısrarlarıma rağmen gelişigüzel bir fikirle değiştirilmesi söz konusu bile olamazdı. Provalarda defalarca ikaz etmeme karşın, geberesice yönetmen ve eli ayağı kopasıca başrol kendi bildiklerini yapmakta direttiler. Son provada bana oyunda metne bağlı kalacaklarına söz vermeleri içimi biraz olsun ferahlatsa da gelin görün ki içler acısı bir değişiklik ya da karalama, bilemiyorum, anlam ve bütünlüğün canına okudular. Siz akli meleke sahibi pek çoklarının kabul edeceği gibi buna katlanamazdım. Doğrudan sahneye fırladım ve oyuncunun ensesine yapıştım. 'Seni kör olası' dedim, 'seni mendebur, böylesine bir esere, kimilerinin yıllarca uğraşmalarına rağmen eteklerine dahi ulaşamayacağı bir sanat dağına nasıl zulmedersin, nasıl temellerine dinamit yerleştirir de bunca sanat için en azından birkaç parmağını feda etmekten çekinmeyecek bir topluluk önünde fitilini ateşlersin, seni rezil' dedim. Beni sahneden almaları epey sürdü, kimse bunu beklemiyor olacaktı. Şaşkınlığın verdiği tutukluktan iyice yararlandıktan sonra arkamı dönüp çıkmak istedim. İşte tam o sırada kim olduğunu tam olarak göremediğim bir grup adam üzerime atıldı. Fakat bir süre sonra telkinlerimle kendimi onların gözetiminden kurtarmayı başardım. Kuliste biraz gezindikten sonra sakinleşmiş ve aklımı toplamış bir halde ikinci perde için yerimi aldım. Ben yalnızca sanatının yanlış eller tarafından harcanmasına seyirci kalmayan bir emektarım. Şimdi size sorarım; elini taşın altına koymuş yüce kimseler, gönlünüzün ve muhakeme hünerlerinizin doğrultusunda benim suçlu olduğuma inandığınızı söyleyebilir misiniz? Ahlak bilinci oturmamış, etik ve prensiplerden bihaber bir maymunu, burada elbette yönetmeni kastediyorum, alaşağı etmenin neresi suç? Eğer bu bir suçsa ellerime kelepçe vurmanız yetmez, varın ruhumu da tutsak edin."


Böylesine dokunaklı bir söylevin odada büyük bir hayret uyandırmaması, ilgi çekmemesi düşünülemezdi. Kesin bir sessizlikten sonra görevli memur, son derece diri bir tonla "İkinci perde başlamadan önce dekor olarak kullanılan silahı gerçek silahla değiştirmişsiniz. Silahı kullanan oyuncu üç kişiyi öldürmüş."


"Ah, neredeyse bu küçük ayrıntıyı unutuveriyordum. Bir de bu tatsız mesele var."