Yalnız kaldığımızda uyumalıyız, böyle on iki saat. Tabii önce yalnız da kalmalıyız en zifirisinden. Yorganları üstümüze çekip hayaller kurarken uyumalıyız. Tatlı rüyalar görmeliyiz. Güzel insanlar tanımalıyız. Tanıdığımız insanların arasında bizi hayal kırıklığına uğratacaklar olmalı. Belki onlardan nefret etmeliyiz. Herkese saygılı olmalıyız, herkese saygısız olmalıyız. Hercai bir müzik dinlerken kalbimizdekini aklımıza anlatmalıyız. Bir kitap okurken dalıp gitmeli, o romanda paltosunun dikilmesini sabırla bekleyen, üşümüş bir devlet memuru olmalıyız. Ümitli olmalıyız. Dua ederken güzellikleri isteyip sabretmeliyiz. Bir sevgili olmalıyız. Bir gün aşkı yakalayıp şiir nutukları atmalıyız. Ağlamalıyız, gülmeliyiz ağlamaktan çok. Aşkımız bizi kül edip rüzgâra dost olmalı. Kaybolmalıyız kalabalıkların arasında. Farkımıza varanı da kaybetmeliyiz. Çocukça şeyler yapmalıyız, biraz eğlenmeliyiz kış geceleri. Meteliksiz kalmalıyız, boktan bir kış gününde. Moralimiz bozulmalı, karın dal ortasında yarım saat otobüs beklerken. Böbreklerimiz ağrımalı kulağımızdaki müzikle, gözümüzdeki filmle. Sonra yine derin bir güzellikle uyumalıyız. Yarını düşünmeden, gündoğumunu izlemeden. Kitap ayracı almalıyız. Onu kitaba koyarken özenmeliyiz. İlkokulun soğuk bir iş günü sabahı uyanmalıyız. Kim bilir kaç gün önce yapmamız gereken ödevi, anne azarı eşliğinde, bu soğuk sabaha bırakmalıyız. Beş kavanozu yüz liraya bal satılan korsan televizyon kanallarından birinde, çaresizce Sezercik izlemeliyiz. Sezerciğin karşısında cap cup şeker yiyen piçe küfür etmeliyiz, 'öyle yenir mi hayvan!' diye. Kahvaltı var bir de.


      Soğuk kahvaltı günleri de bizdendi, neden olmasın? Varsa her şeyde bir şiirlik, şirinlik; tatsızlık da kardeşiydi hepsinin. Nazar, sadece güzele mi has? 


      Vardır delilerde de güzellik, yarının puslu yollarında deliler sürüsü üstüne geldiğinde korkma! Beni tanıyorsan, tamam işte.


      Yeni bir defter aldım, yeni bir kalem. Birçok şeye yeniden başlıyormuş gibi. Aklımdaki şehri daha iyi yönetecekmiş, içimdeki ve dışımdaki insanları daha güzel çizecekmiş gibi. Başımdaki delileri yakacakmış, nadaslı bahçeye yenilerini ekecekmiş gibi. “Acaba?” diyorum, bazen; elimdeki eski delilerle yaşamaya devam etsem, ilerde bir gün, tıpkı şimdi olduğu gibi, yine yenilerine ihtiyaç duyar mıydım? Kafamda kafessiz soru işaretleri özgürlüğüne kavuşmuş, sağanak yağıyor üzerime. Sağanak demişken Temmuz da gelmiş diyorlar. Hani? Nerede? Dizlerimde neden kireçli yağmur ağrısı var o zaman? Bu yağmur herkese yağmıyor mu? Yağmıyor ya. Herkes kendi yağmurunda ıslanıyor. Kimi gözyaşlarında ıslanıyor bir öğle vakti, kimi bir bahçeyi sularken kimi de bir ölüm günü, kara bulutlar altında gün boyu. Hâlbuki son vedada yılın son karı aynı anda yağıyordu üzerimize; üşümekse aynı anda üşümek, ıslanmaksa aynı anda. Meğer o an sağ tarafımda sen olunca, sağ tarafım oluvermiş her yanım.

***

      Büyük dağların gölgesine basmadan imkânsız yolları kat et. İçi dolu, uzun mısralı sorularının cevabını da âlem-i misalde arama boşuna. Sen bilirsin gecenin ağırlığını, gündüzlerin yorgunluğunu. Cezalandır tüm yokluğunla, varlık sahamı. Bulutlarımı siyaha boya, aklımı beyaza. O zaman ters gömlekliler girer rüyama belki; beyaz duvarlar, beyaz önlükler, beyaz doktorlar, beyaz sayfalar, beyaz parmaklıklar ve en az akıllılar kadar beyaz deliler. Altı saatlik doğanın tüm harikalarına bakıp kaybolmak varken beyazlar içinde çürüt gövdemi. 


      Ne desem başıboş, öksüz, sefil. Ne söylesem; ne yeri ne de zamanı. Şu aralar başka bir güz var sesinde. Sanki birbirimizi koparıp attığımız o sonbahar değil de daha kahverengi, daha belirsiz bir güz. Neydi o tatsız şiirimsi? Onda rastlamıştım yalnızlığına. Demiştim, 'boş bir ada arayacaksın' diye. Çok 'genç' kaldık birbirimize. Nasıl da fark edemedik talihsiz zamanları. Ah, seninle retro meydanlarda olmak vardı. Açık hava sinemasında izlerken filmleri, geç kaldığımız onca zamanı unutmalıydık. Saatli maarif takviminin arkasını okuyup eski günü de yırttıktan sonra... biz de yeniden doğmalıydık. 


      Bileklerimde prangalar bağlı kaldı, kalabalık zindanımda boş bir oda. Nedendir bilmem, aklım hep astral bakışlarda, hiç de inmedi yeryüzüne. Gördüğüm kaskatı yapma çiçekler, kitaplar ve diğer bütün suni hayretler en az vicdanım kadar uykulu, en az vicdanım kadar uykusuz. Gecenin en karanlık yeriyim. Ya gün olup doğacağım ya da kıyamet olup söneceğim, bilmiyorum... 


18.07.2022

giray