Kötü şiirler okudum o gece. Kötü tiyatrolar kadar berbattı. Ortasında bırakıp çıkamadığın, seni tövbekar edenlerden. Gece biraz daha karanlık olmalıydı. Zifiri. Mesela sidik kokan sokaklarda yürümek iyi başlangıç olurdu. Başladım. İllegal havayı cılız ışıklar besliyordu. Yorgun asfaltın solundaki arabaları süzdüm. Bir sarhoşun bıraktığı cam parçasını kapıp, plakasını sevmediklerimi çizmeye koyuldum. Saymadım. İçinde 2 olanlar ilk hedefimdi. 2 yi sevmem ben. 2 m adam, 2 kg et, 2 kadın gibi şeyler. İlerledim. Yüzünde hınzırlık olan delilerden aramaya başladım. Delileri severim. Absürtlüklerini ve fütursuzluklarını daha çok severim. Bu dünyadan en güzel onlarla kaçılırdı. Bana göre delilik bir çeşit statü atlayışı sayılırdı. Hem belki ilk aydınlanmanın nasıl olduğunu da öğrenirdim. Pembe domateslerin tadından, mavi gömleklerin sıkıcılığından, sarışınların yavanlığından bahsedebilirdik. Bir tane bile göremedim. İlk girdiğim tekinsiz marketten litrelik koyu kırmızı şarap aldım. En ucuzundan. Yanına da 3-5 tane bardak. Bir tanesini kendim içtim. Tadı yeterince kötüydü. Bu kötülüğün hayrını yapayım dedim. Sinemanın vasat karakterlerine ikram ettim. Köpek gibi içtiler. İnsanın içine başka şeyler koyası gelmiyor değil hani. Ama koymadım. Kendimle konuşmaya tekrar başladım. Öznesi olmayan uzun küfürler ettim. Kim olduğu önemli değildi, nasılsa ben biliyordum. Küfrün bir tanesi ağzımdan kaçıverince, okkalı yumruk o çiçek yüzümü dağıttı. Gecem sendelendi. Artık öfkemi yönelteceğim birini bulmuştum. Kalkmadım, baygınca yattım yerde. Ayak sesleri uzaklaşınca açtım gözümü. Hemen gölge oldum, başladım takibe. İki kişilerdi. Söylemiştim. İkileri sevmem. O arada yağmur yardıma koştu, onu severim. Takip kolaylaştı. Gülme seslerini duydum. Diş gıcırtısı gibi bir şeydi. Tahammülüm gittikçe azaldı. Öfkemi temiz bir dayak dindirirdi. Arkalarından fırlatacak, kavgayı kızıştıracak bir şeyler aramaya başladım. Ama o an bana doğru bakan deliyi gördüm. Kesinlikle hınzırdı. Dikkatim çok çabuk dağılır benim. Her işim yarımdır. Öfkem bile. Neyse, deliye gülümsedim. O işi iyi yapardım. Hemen yanıma yaklaştı. Şarap içer misin diye sordum. Cümle içinde anlamsız, ama kendi başına anlamlı şeyler söyledi. Tam olarak istediğim buydu. Tekrar o tekinsiz şaraplardan aldım. Ama iki kişiydik. Kenarda sürtünen çirkin bir kedi vardı. Hem ıslak hem çirkin. Onu elime aldım, artık üç kişiydik. Yağmur altında bir kuytuya sığındık. Ben aşk dedim, o dondurma, kedi mır. Şeytan - Şeker, Cellat - Tüfek, Mor - Asfalt. Oyun delilik düzleminde sürdü. Arada kediye çirkince şeyler söyleyip, onu da sevdim. Bu deli fırlamanın teki çıkmıştı. Yağmurları içerken, bak şelalede nasıl yüzüyorum görüyor musun diye kahkahasıyla doldurdu sokağı. Eğlenmenin hakkını veren bu deliye katılmamak imkânsızdı. Kalktım bende yağmur suyunu içmeye başladım. O ara çatlaklardan gözyaşlarım fışkırmaya başladı. Nasıl ağlıyorum görüyor musun, diye bağırdım. Hem ağlıyor hem gülüyordum. Ey zifiri gecenin çirkin kedisi, bize bakıp neler geçiriyordun aklından? Gece boşalması yaşanıyordu. İliklerime kadar ıslandım. Islandık. O kuytuda berbat geceyi tükettik. Sabah çok fena oldu. O kadar ışık beni kör etti. Oysa dün gece sonsuz karanlığa gömüldüğümü düşünmüştum. Yüzümde kan ve çamur izleriyle serildiğim kaldırımdan kalktım. Deli ve çirkin kedi ortalıkta yoktu. Bense sabahçı kahvesindekiler kadar mutsuzdum.Tekrar şiir okuyana kadar kendime yemin verdim. Tekinsiz şaraplardan içmeyecek, saymayacaktım.