Bir telefon...

- Hastaneye kaldırıldı, durumu çok kritik olmakla beraber sizin de buna hazırlıklı olmanızı bildirmek ist... Telefonu kapattı, birçok şeyini kaybetmiş birisine verilebilecek en iyimser haberlerden birisi bir ölümün haberiydi onun için. Kaybedecek ne kadar az şeyi kalırsa kendini o kadar yok olmanın eşiğine getiriyordu, kendisi hariç insanların bu dünyada kıvranıp, yanıp, kül olmasına dayanamıyordu. Çelişkidir ki hiçbir zaman kendi yanığına su tutmadı.

Bir telefon daha...

-Hastayı kay... Telefonu kapattı. Tek başına kaldığı daireden, bir tane daha eksilmiş olarak çıktı. Bir şiir '' Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği...''. 

-Hastane girerken birden başına bir huzursuzluk mermisi geldi. Ölülerin mutsuz yüzlerinin gözükmemesi için buzla kaplanmış soğuk örtünün yüz maskesi olduğu bu acı hapishanesinin içinde yatan her ölünün, duvarlar arkasındaki çevresi o kadar güzeldi ki bu iki dünya arasında her zaman bir çatışma çıkar, hastaneye girmeden her insanın kafasına bir mermi gelir ve hastanenin o atmosferi tam ciğerine işlerdi. Bu çatışma sonucunda az daha ölebilirdi, ne yazık ki hala yaşamaya devam ediyordu. Hastane girişinde her zamanki gibi kötü haber bekleyen iyi insanlar vardı. Her hastane önünde görülen bu canlı topluluğu her zaman değişir, değişmekle kalmaz bazıları bu dengeyi bozardı. İyi haber bekleyen kötü insanlar.

-Hastanede tanımadığı insanlara üzülmemeyi uzun yıllar önce herkes gibi öğrenmişti, gelip geçiciydi herkes gidecekti. Telefonun ardındaki ses birden omuzuna dokunup onu kendi göğsüne yatırdı ve gözyaşlarını birleştirmek istedi, olmadı. Uzun zamandır ağlamıyordu, içinde kimseye akıtacak bir tuz tanesi kalmamıştı, olmuyordu, olmadıkça daha çok ağlamaya çalışıyordu. Bu durumda insan çok gariptir ağlamamaya çalışırken kendini kasması, ruhunun ağlama isteğini bastırma gücü, aradan kaçabilen gözyaşlarının gözlerini doldurmasıyla sonuçlanır. Ne ağlar ne ağlamaz. İnsan garipti. Birçok kişinin kendini kastığı bu yerde tek özgür olabilen gözyaşlarıydı. Hiç konuşmadan herkese teker teker sarıldı ve hastanenin çıkışına doğru yürüdü. Hastane bahçesinden çıktıktan sonra bir ses duydu arkasından... Bir mermi.

- Evine dönerken yolun kapatıldığını gördü ve yolunu değiştirmek zorunda kaldı. İçinde büyük bir öfke belirdi. Yol kapandığı zaman o ucube köprüsünü kullanmak zorundaydı, altından kara bir tren geçen dumanının her yeri kararttığı bir çevreden geçmek onu sürekli yaralıyordu. Köprüden geçen arabalar bu yüzdendir hep hızlıydı, çevrenin kasvetini içeri almamak için hep camlarını kapatırlardı. Köprünün sol tarafında bembeyaz mavilikte bir denizin üzerinde bir balıkçının ağ atma sesleri geliyordu. Başını çevirdi, adamı dikkatlice süzebilmek için o ucube köprüsünün üzerinde kalmayı tercih etti. Adamı izlemekten sıkılmıştı ama bir türlü bırakamıyordu belki de saatler geçmişti, sanki ruhu bir şeyler bekliyordu ve bedenine olan bağlılığı yüzünden, ayaklarını o betona saplamıştı. Balıkçının yanında sürekli dolanan o kuşu fark etmesi tam üç saatini almıştı sanırım. Kuş sürekli teknenin etrafında dönüyor, balıkçının tuttuğu balıklardan birini gözüne kestiriyor ve o fark etmeden adamın günlük yemeğini çalıyordu. Balıkçıya seslendi '' Kuş, kuşa dikkat et''. Balıkçı kuşu fark edince, kuş hızla oradan ayrıldı. 

-Evinin kapısı açıp direkt kendini yatağa attı, sağ tarafına dönerken ona penceresinden bakan kuşu fark etti. Gözlerini kapadı.

-Gözlerini açtığı anda, bir başka gözün aklına geldiği sabaha uyandı. Dağınık olan evin, yemek köşesinde bir günü daha atlatmak için gerekli olan erzakları deposuna doldurup evinden hızlıca çıktı. Aklından çıkmayan gözlerin ikinci tanığı olan balıkçı ile görüşecekti. Ucube köprüsünün yanındaki küçük barakanın bacası tütüyordu. Barakanın etrafı ağ ile kaplanmıştı sanki, bir balık tuzağına benzeyen bu evde bir balık avcısının yaşaması ona sürekli yaşamın tersliğini hatırlatıyordu. Barakanın kapısında herhangi bir kilit yoktu, içeriye girdi ve adamı beklemeye başladı. Balıkçı adam dün tuttuğu balıkları satamamanın ağırlığı ile kapıyı açtı ve karşısında oturanı görünce korkudan elindeki balık kovasını yere düşürdü.

-Korku sahnesini oynadıktan sonra asıl cümleler ağızdan çıkmaya başladı ve konuyu gördüğü o kuşa getirmeyi başardı. Balıkçı derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı.'' Evet buralarda çok kuş görülmez, yazık o hayvanları zevk için vuranlar var. O kuş biraz özeldir bilmem fark ettin mi? Kanatlarında ufak ufak benekler var, kendisi beyaz olmasına rağmen kanatlarını açınca gözün iki rengi de görmeye başlar. Neyse son yıllarda artan ölümler sonrası bu kuş sığınmak için benim tekneyi seçti korkudan. Zamanla birbirimize alıştık ve bu denizin üstünde ikinci bir ev kurduk. Tabi bu anlattığım çok eskidendi belki 5-6 yıl öncesi. Sonra buraya bir hastane yapıldı bilirsin, çevresi çok güzel olan bir hastane hatta. Orada bir çok silah sesi duyulur, sürekli mermiler yerlere düşer. Sanırım o hastane ilk açıldığında bu kuşun bir ailesi vardı, o aile sürekli denizin kıyısından su içermiş, burası kuş cennetiymiş hatta öyle anlatırlar. Ailesini teker teker kaybedip, bu denize gömmüş sanırım. Sonra bu denizin yakınında olmak için beni seçti. Tabii bu anlattıklarımın bir çoğu kulaktan duyma. Denize her açıldığımda benim teknemin etrafında dolanır ve yemek bekler biliyorum. Geçen bana birisi köprüden seslenip kuşun kaçmasına sebep oldu, ne arsızlar var bilirsin. Ama en çok dikkatimi çeken şey bu denizden bir kere bir yararlanmamış olması, gelir etrafında hüznünü gözlerinden buraya akıtır ve bilinmeyene doğru uçar. Sadece balık için bana uğrar, artık onunla ilişkimiz bu şekilde devam ediyor. Sanırım denize düşen kuşlar yüzünden denize karşı sevgisi olmasına rağmen ona dokunamıyor. Kim bilir kaç kişiyi orada bıraktığını. Sürekli kıyısında gezinir, asla dokunmaz. Sanırım kanatlarının ıslanmasından korkuyor. Benim sana bu kuş için söyleyebileceklerim bu kadar''. Balıkçı konuşmasını bitirdikten sonra, korkmasını sağlayan kişi konuştu.

''Denizin tuzu canını yakıyorsa''.