GÜN-1

Ben görünmezlerin, yalnızların, dışlanmışların peygamberi, ben mahallenin elinde mızıkayla dolanan delisiyim. Doğduğumda Can beni buldu, ben oldu. Her zaman yanımda, her an içimde oldu. Sonra uyudu. Her güne başka biri olarak uyanmak nedir bilir misiniz? Benim bir kişiliğim yok. Benim bir kimliğim yok. Ben insan avlarım. İnsanların kişiliklerinden parçalar toplarım. Biriktirir, onları kullanırım. Tüketir ve yenilerini toplarım. Bana insan gerek. Hayatta kalabilmem için insan gerek bana! Acı çekmiş, kahrolmuş, yalnız kalmış, saklanmış, ihanete uğramış, başarmış, nelere rağmen başarmış, aç kalmış, terk edilmiş insanlar gerek ki var olabileyim. Sizi yargılayacağım. Sizi nitelikli yok saymadan yargılayacağım. Bir delinin gözünden dünyayı göreceksiniz. Biraz sokakları, biraz evreni, biraz toplumu, biraz insanın içini... Kah gülecek, kah nefret edeceksiniz. Bolca rahatsız olup, eser miktarda merak edeceksiniz. Yok saydığınız insanlarla karşılaştığınızda yüzünüzü eğeceksiniz. Sokağa çıkmaya utanacaksınız. Güleceğiz, eğleneceğiz, şaşıracağız, dehşete düşeceğiz. Kızacaksınız bana bolca. Defalarca kaçacaksınız ancak geri döneceksiniz başka bir zamanda. Çünkü bunca deliliğin arasında, Can'dan korkan, Can'a aşık, Can'la bir olmuş bir çocuk saklanıyor. Hayatı boyunca kaçmış, itilip kakılmış, nereye ait olduğunu bulamamış bir velet... Can; salyangozun kabuğu, Derman yumuşak kısmı... Yıllarca korumuş onu her şeyden. Dokunanın canını almış. Göstermemiş kimseye. Peki ya Can terk edince Derman'ı? İlaçlar etkisini gösterip Can'ı sonsuz bir uykuya gönderince ne olacak? Sakın beklentiye girmeyin. Bu kocaman bir başarısızlığın vücut bulmuş halidir. Bir adam ve bir kadının, ateşli bir gece geçirdikten sonra yarattığı bu et parçası, iki kişinin değil, tüm evrenin başarısızlığıdır. Önce evren, sonra baba, en son da anne terk etmiştir bu et parçasını, hem de gözünün içine baka baka. Yanında durarak. Emirler yağdırarak. Bir kalıba sokmaya çalışarak; bir boktan haberleri olmadan. Yitik bir kasabada, yaşayamadıkları çocukluklarını, gençliklerini yaratmaya çalışmışlar. Terk edilen herkes nefret besler içinde. Nefret, beslendikçe büyür, gelişir, olgunlaşır. Olgunlaşınca renk alır, tatlanır. Dışarıdan görünür hale geldiğinde yüzüne yansır insanın. Gülüşüne, bakışına... Saat sabahın beşi, hala uyumadım. Yatağa her koyduğunda başını, aynı anları tekrar tekrar yaşadığında tüm hisleriyle, işte bu en büyük lanetidir insanoğlunun; cehennem bile böyle tasvir edilir: En büyük travmanı sonsuza dek tekrar tekrar yaşayacaksın. Peki ben cehennemi dünyada yaşamayı hak edecek ne yaptım? Kafam bulanıyor. Biraz önce beni ele geçiren hissin yorgunluğu dolaşıyor her yerimde. Uyutmuyor, ayağa kaldırmıyor. Çakıp kalıyor beni olduğum yere. Ben... Ben sadece tekrar sevebilmek istiyorum. Bir kadının gözlerine baktığımda kalbim yeniden çılgınlar gibi çarpsın istiyorum. Yanında dururken istemsizce sikim kalksın istiyorum. Utanayım, ayağa kalkmamak için çabalayayım istiyorum. Birinin elini tutarken canım yansın istiyorum. Ondan intikam alırken, ona yaşatacağım acının binlerce kat fazlasını önce kendim yaşayayım istiyorum. Üzülmüş gözlerine bakarken, onu üzdüğüm için kendimden nefret etmek, yine de geri adım atmamak istiyorum. Ben birini severken kendimden nefret etmek istiyorum. Sevgisiz nefret çok kuru. Kadın ıslansın, nefretimi de ıslatsın istiyorum. Bu yüzden onu özlüyorum. Bunları bana yaşatabilen kadını. Yıllar sonra bile sesini duyduğumda, 'senin yüzünden bu hale geldik' diyerek küfrettiğim kadını. İşin kötü yanı artık onu bile sevemiyorum. Onun yüzünden kimseyi görmeyen ben, artık onun yüzünden onu bile göremiyorum. Peki kim kurtaracak beni? Kim bitirecek bu işkenceyi Can? Uyan Can! Ne olursun uyan artık. Beceremiyorum, ne yapsam beceremiyorum bu hayatta var olmayı. Burası senin dünyan; burada zayıflara yer yok. Burası gücün dünyası. Burası güçlülerin güçsüzleri çatır çatır siktiği bir karnaval. Sikiyorlar Can, gözünün önünde dört bir yandan sikiyorlar hepimizi. Senin benden başka kimsen yok! Kontrolü al, kurtar beni ve hükmet dünyaya. Bir tek sevgiyi bana ver.

 

 


GÜN-2


Boşluk. İçindeki koca karanlıktan kurtulmak hem de sevişerek, koklayarak bir gece boyu en büyük kabusunu. Yıllarca zihninde yarattığın canavara dokununca dağılması; kararmış, solmuş, yapayalnız bir suçluluğun. İnsan hayret ediyor. İnsan, hayatın oynadığı komedyanın figüranı, insan hayatın oynadığı oyunun talihsiz bir dekoru... Samanlıkta iğne arar gibi ya da karanlıkta mum yakmaya çalışır gibi çaresiz ve ümitli. Ümit değil mi zaten ayakta tutan kırılmış kalpleri? Yalnızca doğan güneşi bekleyen, yeni günün sihrine inanan insanların çaresizliği. Umut yarısı açık bir pencere gibi. Biraz cereyan, biraz deniz esintisi... Erken boy göstermiş uykunun esareti önce gözleri, sonra ağzını kaplıyor insanın. Esnemek şimdi gurur verici bir eylem, geçen yorucu güne bakıp... Esnemek, mücadelenin, ayakta kalmanın nişanı ağzına takılmış. "Mutluluk paylaştıkça çoğalır." Esnemek de paylaştıkça çoğalır dostum. Bugünkü zafer çığlıklarımız sessiz ve bir o kadar dokunaklı. Bir ahtapotun kolları gibi tuttuğu yere sarılan ve yapışan esnemeler dağıtıyoruz etrafa. Bu gece, diğer gecelerde olduğu gibi sabaha özlem ve ümitle baktığın değil, geçen güne hasretle baktığın bir gece. Sokaktan son ses arabesk, odada elektronik savruluşlar. Ben böylesine çatışma görmedim. İçeride ılık bir gün doğumu, dışarıda şeytani bir karanlık. Tek bir rasta kurtarabilir mi bizi bu karanlıktan? Yoksa bütün kafamı kaplaması mı gerekiyor ruhumdaki karmaşanın? İçindeki kargaşayı çözmeden kafandaki kargaşayı aklından bile geçirme Can. İçimdeki karmaşa artık daha düzenli. Annemin odama girip dağınık bulduğu eşyaları katlaması gibi. Düzenli görünen ama aradığın hiçbir şeyi bulamadığın bir cehennem. Cehennem de oldukça düzenlidir muhtemelen. O kadar kazan, o kadar kazık, ateşler, zebaniler... Sen kazan, ben kepçe, karışmışız, kafamız kırılmış bir nebze. Bir nefes cigaranın koyu dumanı ya da bir line beyaz mutluluk değmeli arada. Çok değil, ayda bir olsa yeter. Ya da haftada bir. Bilemedin üç günde iki. Ya da günde dört. Çıkarmadan beş. Bir tane de havaya. Böyle giderse kafamız vurur karaya, bir daha da kimse çekemez denizin sonsuzluğuna. Durulmak gerek. Durulmak ve nefes almak. Arada bir spor yapmak. Dört tane barfiks. Kırık şınav. On beş mekik. Günde on üç kilometre yürüyüş. Su toplayan ayaklar. Nasır olan parmaklar. Sızlayan bacaklar. Et kesmiş her yerini. Önce beynini. Uzun süre düşünmedikten sonra insan, birden çok fazla düşününce et kesiyor beyni. Eh, beyinde bir kas sonuçta; beyaz diye dışlanan, yumuşak diye hor görülen. Durulmak gerek. Et kesmiş kaslarınıza mutlu sonla biten masajlar gerek. Vegan olmak, ben veganım diye dolanmak gerek. Gülmek gerek. Kahkaha atmak. Herkesin ortasında, kimse yokmuşçasına... Düzeni bozmak gerek sonra. Damada gelinlik, geline damatlık giydirmek. Küçük altını baldıza takmak. Limonataya ekstazi koymak. Düğün salonuna tabutla gelmek; her şeyin farkındaymışçasına. Bilemiyorum. Neden yoksunuz bu kadar? Neden en büyük lanetimizi çözdükten sonra bile yalnızız hala bu kadar? Neden herkes uzakta böylesine? Neden uzansan dokunamıyorsun kimseye? Bir deli vardı. Etrafındaki herkes onun deli olduğunun farkındaydı ve ona göre davranıyorlardı. Delinin ise hiçbir şeyden haberi yoktu. Kendi hayatını yaşıyor, diğer insanların ona davranışlarıyla bir gram olsun ilgilenmiyordu. Ama dışarıdan baktığınızda o insanların deliye davranışının diğer insanlara davranışlarından farkını çok net görebiliyordunuz. Etrafıma bakıyorum şimdi. Acaba ben her şeyin farkında olan bir deli miyim? Oyununuzu görebiliyorum insanlar. Eğer görülürseniz, oyun bozulur. Çünkü hayat kocaman bir saklambaçtır. Şimdi, şu an, tam olarak şu noktada hepinizi ebeliyorum. 

 


GÜN-3


Bugün enginar festivali vardı. Enginarlı dondurma? Enginarlı midye dolma? Yanına enginar turşusu suyu? Toprak festivali yaparsan, topraklı dondurma satılır. Toprak yedirirler insana. Festivaller böyledir işte. Neyin festivali yapılıyorsa bir güzel yedirirler adama. Önce insan. İnsan yedirirler. Binlerce insan. Bir şehrin insanı bilmem kaç metrekarede toplanmış ileri geri yürüyorlar. Dondurma yiyorlar. Bugün herkes dondurma yiyor. Ben de yedim. Tam üç tane dondurma yedim. Üçü de ambalajlı, kapitalizme hizmet eden askerlerdi. Bilerek yaptım. Festivali boykot olarak. Kapitalizmi boykot etmek için, kapitalizmi kullandığımız bir zamana sürüklemiş bizi yüce Osmanlı imparatorluğu. Evet, aynı ipek yolu gibiydi enginar festivali. Bir adamın koluna sığabilecek büyüklükte bir keçinin reklam yüzü olduğu bezelye tezgahı ne kadar para kazandırabilir? Reklam sektörü en iyi festivallerde gelişir. Bir gün içerisinde reklamlara ne kadar vakit ayırdığımızı bir düşünsem ya bir ara. Bir ara sigaranın zararlarını da düşünmeliyim. Kahve bağımlılığı ve uyuşturucu madde tüketimindeki çılgınlık sonucu vücutta oluşan ödemlerin ve yıpranmış kaz ayaklarımızdan süzülen birkaç damla yaşın hesabını yaparak başladığımız günlerden ne farkı var diğer günlerin? Bir sigara yak. Bir sigara daha... Bir sigaran var mı ağabey? Yanlış anlamayın dilenci değilim, varsa bir liranız benimle paylaşır mısınız? Benimle bir ömrü paylaşır mısınız serseri etekli kadın? Yeşildi mesela gözleri. Rastalarından biri benim rastam artık. En büyük kabusumun rastasını taşımak ne büyük onur değil mi bunca yıl sonra? Hiç tahmin eder miydin kabusunun içine girip telaşla gözlerine bakacağını? Hiç tahmin eder miydin en büyük günahının senin elini tutacağını; Kordon'da bir gece vakti. Esiyordu ama hiç soğuk değildi. Bir yıldız kaydı gök yüzünden, eteğini yaktı. Telaşla tuttu uçuşan pilelerini. Kuyruklu bir yıldızın cürmü ne kadar da genişmiş dedim kalbim hızla çarparken. Ateş çıktı kalbimden "bunları geç, o sabah yaptığın neydi?" dediğinde. Hayat kocaman bir oyun. Her geçen gün daha iyi kavradığım. Bir şeyler yapmak gerek. Bir iş kurmak mesela. Yarınları düşünmek. Çocuk yapacak bir kadın bulmak. Onları büyütmek. Karını aldatmak. Özür dilemek. Her şeyin güzel olacağına inanmak. Daha çok inanmak. Daha çok inanmak. Birlikte inanacağın birini bulmak. Bugün dolunay var. Bugün dolunaya hürmeten bir sigara fazla içmek var. Körfeze dizilmiş gemileri saymak var. Kaç tane eksildiyse o kadar daha ümit etmek var. Yeni doğan güneş var; birkaç saati kalmış. Ben yine biraz siliğim bunca şey arasından. Ben yine biraz kendime olan saygımı yitirmiş. Neresinden tutsam elimde kalmış. En büyük travmasını çözmüş, yine de bir bok değişmemiş. Bir mucize beklemiş, o mucize gelmemiş. Olsun, zamanı vardır. Mucizeler her zaman gelir. Er ya da geç. Genelde geç. Keşke ben de daha geç gelebilseydim. Bu zamanları sevmiyorum. Hayata erken geldiğini düşündüğün zamanlar oldukça yıkıcı olabiliyor diğer günleri yaşarken. Erken gelmek kadar can sıkıcı bir şey olamaz. Bir de ilaçların senden aldığı ereksiyon kadar. Kaldır başını ve yüksel! Hayat yükselmekten ibaret. Hayat, yükselirken başından geçenlerden, düşerken başına değenlerden ibaret. Hayat, isteyip de başaramadıklarından, yine de başaracağına olan inancından ibaret. Savaştan, kandan, yaralardan, ölümden ibaret. En sonunda ise zaferden. En çok da zaferden ibaret. Her şey kazanmak için. Önce kendini, sonra bir sonraki günü kazanmaktan. Gözlerimi kapatıyorum: İçim ürperiyor, ya evde yoksan. Bu bizim şarkımız. Önce günahımız vardı bizim. Yıllar süren. Şimdiyse şarkımız. Hayat çok garip. Ve ben çok şanslı bir piç kurusuyum. Sanırım en sonunda onu da fethedeceğim. Bu gece dolunay var. Bu gece kurt adam olma vakti. Bu gece tırnakların, kürkün ve dişlerin uzamalı. Bu gece kana susamalı insan. Bir sigara daha yakmalı dişini geçirdikten sonra masum bir insana. 

 


GÜN-4


Uzun süreli değişiklikler gerekiyor bazen yorgun zihinlere. Saçını kestir, saçını boyat, saçını rastala, sakalını kes, tırnağını kes, dövme yaptır, daha çok dövme yaptır, pişman ol, geri iste, zamanı geriye sarmak iste, öğren, zamanı geri alamayacağını öğren. Öğrenmek ne kadar da nankör bir eylem. Tekrar etmedikçe unutuyor hemen insan. Tecrübe hatırladıklarımız, geri istediklerimiz ise aptallıklar. Keşkeler dolanıyor zihnimizde. Oradan oraya çarpıyorlar. Nasır tutuyorlar. Nasır tutmak güçlenmektir. Her gün daha güçlü keşkelerle uyanıyoruz yeni sabaha. Keşke güneş doğmasa diyoruz, keşke hep dolunay olsa. Dolunay... Acaba sen de özlüyor musun beni, benim seni özlediğim kadar? Acaba sen de seviyor musun beni ey dolunay, benim seni sevdiğim kadar? Güneşten her nefret edişimde sen varsın zihnimde. Ne olur kurtar artık beni! Kurtarmak, kurtulmak... İnsan yay gibidir. Ne kadar zorlarsan, ne kadar geriye ittirirsen o kadar uzağa fırlar. Yeter ki sınıra dayansın, yeter ki daha fazla itilecek yeri kalmasın. Bekler. Bekler patlayacağı anı. Tanrı da bunu yapar insanlara. Önce üzerine basar. Basar, basar, basar, ezer iyice. Nefes alamayana dek, dümdüz olana dek tepinir üzerinde. Ne kadar gererse insanı geriye doğru, patlaması o kadar büyük olur insanın. Ne kadar büyük derdin içindeyse, çıktığında her şey o kadar güzel olur. En yüksektekiler en çok batmış olanlardır. Benim bir tek kafam kalmıştı balçığın üzerinde. İp attılar, dal uzattılar, kol verdiler, çıkaramadım balçıktan ellerimi. Nasıl oldu bilmiyorum, patladım ve yükseliyorum şimdi. Her düşüşün bir yükselişi olduğu gibi her yükselişin de bir düşüşü vardır. Ben... Ben çok yükselmek istemiyorum. Bu sefer değil. Bu sefer en tepeye çıktıktan sonra en dibe girmeyi kaldıramam. Bir avuç hap... Her sabah. Her gece. Uyanınca. Yatmadan önce. Eğer kriz geçirirsen şundan on damla. Eğer şikayetlerin devam ederse ilaçlar iki katına. Deli olmak matematik istiyor. Saatleri aklında tut. Kaç hap vardı, aklında tut. Günleri aklında tut. Ne zaman öleceksin, aklında tut. Aklım çok karışık. Kimseyi sevemiyorum. Korku ve endişeden başka hiçbir şey hissedemiyorum. Çok iyiyim. Evet! Ben çok iyiyim. İlaçlar çok iyi geldi. Artık çok iyiyim. Hiçbir sorunum kalmadı. Her şey harika gidiyor. Hayat önüme güzel şeyler çıkartıp duruyor. Peki ben niye yetinemiyorum? Damarlarımda akan nankörlük onun eseri biliyorum. Damarlarımda akan yalanlar onun eseri biliyorum. Kaçtığın canavara dönüştüğünü hatırlatan kasabalardan nefret ediyorum. Hırsızlık. Ne çok özlemişim marketleri talan etmeyi. Küçük oyunlarımı sergileyebildiğim sahnelerim. Bir keresinde neredeyse yakalanıyordum. Çok heyecanlıydı. Koşmaya başlamıştım. Kural bir. Hırsızlar koşmaz. Koşanı yakalarlar. Zeki olacaksın. Planını güzel yapacaksın. Yakalandığında sen onları yakalamış olacaksın. Hayat planlardan ibarettir. Hayat kocaman bir satranç tahtasıdır. Hayat, iki tane peltek konuşan bireyin evlenip bir iş kurmasıdır. İş yerinin iletişimsizlikten batmasıdır. Dilenirken karnım aç dediğinde kimsenin seni anlamamasıdır. Allah versindir. Allah uzun ömürler versindir. Dilene dilene kazanacağızdır.

 


GÜN-5

Biraz eksik, biraz fazla. Tutarsızlık ve süreksizliğe bulanmış haldeyim. İhtiyacım var. Daha iyi olabilmek için bunlara ihtiyacım var anlıyor musunuz? Daha iyi olmalıyım. Çok daha iyi olmalıyım. Cehennem içinde geçen üç yıldan sonra, dışarı çıkınca insan, yeni doğmuş bir bebek gibi oluyor. Her şeyi yeniden öğrenmesi gerekiyor. Tüm duyguları, hisleri, sokakları, insanları... Çok yavaş ilerliyor bu süreç. Psikotik ilaçlar altı aydan önce gerçek etkisini göstermiyor. Doktora iyiyim diyorum, görebiliyorum diyor. Ama birkaç problem var diyorum, dur önce iyi taraflara bakalım, özlemişim diyor. Melankolik mi olalım doktor hanım? İyiyiz işte, sen şu dalgayı çöz hele bir. Kalkmıyor. Kalkmayan dalgada sörf yapılmaz doktor. Ben ki bugüne dek nerelerde sörf yapmış insanım. İçim acıyor kendimi böyle gördükçe. İçim acıyor bir kadına sarılıp uyuyunca. İçimi acıtıyor, ya yarım kalır da her şey bok olursa korkusuyla elimi beline dolayıp boynunu koklamak. Ben bu hallere düşecek adam mıydım? Ben, bir kadına, ertesi sabah, niye sevişmedik, diye, sorduracak, adam mıydım? Kalkmıyor doktor. Bana viyagra deme, bana balık tutmayı öğret. Beyaz bir hap tutuşturuyorlar eline. İçiyorsun, cehennemden çıkartıyor seni. Hayat veriyor tekrar ruhuna. Ancak öyle bir bedeli var ki bunun... Yıllarca sapık gibi her kokunun peşine düşen, içini dökse de eğilmeyen, bükülmeyen, yılmayan, devrilmeyen, yumuşamayan, hep başı yukarda, hep dimdik kalan adamın her şeyini elinden alıyor. Yedi düvelde çılgınlığıyla tanınan; yer, zaman, kişi ayırt etmeksizin durmadan ateş açan adamın önüne set çekiyor. Sikeyim böyle ilacı... Sikeyim böyle kurtuluşu. Düşünüyorum sonra: Geçirdiğim dört sene geliyor aklıma. Ne bulsa içen, kafası bir saniye düşmeyen müptezelliğin verdiği heyecanların, maceraların, kahkahaların o zamanlar farkında olmadığım bir bedeli olacaktı elbet. Şimdi görüyorum. Hayat çok acımasız. En sevdiğin, en derinden bağlı olduğun şeyi alıyor senden. Müptezelliğin sonu delirmek, delirmekten kurtulmanın yolu ilaç, ilacın yan etkisi hadımlık. Uyuşturucu cinselliği böyle öldürüyormuş demek. Aklı sikişte olmayan adamın kadınlara bakışı bile değişiyor. Duyguları ölüyor. Unutuyor sevmeyi, değer vermeyi. Kıskanmayı, arzulamayı. Belki... Belki yavaşça hatırlanır her biri yeni doğan güneşlerle. Şu hale bak, güneşten medet umar olduk. Neredesin Dolunayım? En çok sana, bir tek sana inanıyorum bu hayatta. Yalnız sen terk etmiyorsun seni seveni. Sen, acıyla öğreten. Sen gerçeklerin sembolü. Dolunayda dökülür tüm yalanlar ortaya! Dolunay sevmez kancıkları. Dolunay sevmez kahpeleri. Kancıklığın beyazı pembesi olmaz kardeşim. Kancıklık, kancıklıktır. Bazıları savaşır kancıklıkla. Çeker bıçağı, iki tane baldıra. Çat çat. Çeker demir sopayı, kafasının ortasına. Otuz iki dikiş. Amcık gibi yarar dokunduğu yeri. Sokaklarda büyümüş roman çocukları yalnız doğar. Yalnız büyür. Yalnız ölürler. Önce kafalarını yapmayı öğrenirler. Sonrası savaş. Hiçbiriniz anlayamazsınız onları. Onların savaşında bir saniye hayatta kalamazsınız hiçbiriniz. Korkak kancıklar. Delikanlılığı, bir söz için cana kıymayı göze almayı, düğün parasını çıkarabilmek için cigara satmayı anlayamazsınız hiçbiriniz. Çünkü karnınız aç diye ekmek çalmak zorunda kalmadınız. Koca memeli analarınız tıktı ağzınıza nutellaları. Derdinizi sikeyim. Hanginiz bakıra çıkmak ne demek bilirsiniz? Bırakın bu işleri. Oturun bir gün izleyin roman dansının inceliklerini. Şarkı söylerim, dans yaparım, çalgı çalarım, tarlayla uğraşırım, tamircilik yaparım, liseyi açıktan bir bitireyim ehliyeti de alacağım, belki dolmuşa çıkarım, inşaattan da anlarım, hurdacılık, seyyar satıcılık da var, hırsızlık da yaparım, uyuşturucu da satarım her işi yaparım abi. Hem çöpleri karıştırırken çok güzel şeyler bulabiliyor insan.