GÜN-36

Ölü olarak geçirdiğim üç yıllık zaman süresince yavaşça kendimi hayattan arındırmış ve nur topu gibi bir hiç olarak dünyaya yeniden gelmiştim. Yirmili yaşlarımın başındaydı henüz bu yaşananlar. Yani insanların üniversite bitirdiği, iş bulup kalan hayatlarının gidişatını çizdikleri, bazılarının evlendiği, bazıların gezip öğrendiği, kısacası herkesin varoluşsal olarak temellerini attığı çağ. Bir de bana bakın: Bir odaya kapanmış, etrafında iletişim kurabildiği kimse olmayan, sadece birkaç saat uyku için ne bulsa içmiş, sıfır üretim, ne kendine ne dışarıya faydası olmayan bir hayat sürdüm. Ben hikayelere çok önem veririm. Karşımdaki insanın benimle paylaştığı, benim hayatıma çok uzak ve çekici gelen o sürükleyici maceralar o insana yapıştırır beni. Yapışırım ve tüm anıları bitene dek tüketirim onu. Şu an kurduğum her iletişimde üç sene eksik olarak var oluyorum. Yani üç koca senede yaşanabilecek yüzlerce anıdan, hikayeden, absürt olaydan mahrum bir şekilde... Bu bende üst seviye bir ezilmişlik duygusuna sebep oluyor. Onların harika maceralarını dinlerken susup imrenebiliyorum sadece. Ve her geçen saniyede biraz daha nefret ediyorum kendimden. Başaramadıklarımdan, cesaretsizliğimden, korkaklığımdan, beceriksizliğimden... Hayallerimi gerçekleştiren başka insanlar gördükçe deliye dönüyor zihnimin içi, bağırıyor avazı çıktığına "seni işe yaramaz geri zekalı" diye. Tükürükler saçıyor, haykırıyor, kahkahalar atıyor. Bense karşımdakine gülümseyip "hadi ya, oha çok iyiymiş abi, gerçek mi bu!"lar sıralıyorum. Çevremdeki insanlara bakıp kendimi yok etmeye çalışıyorum, çünkü harekete geçemiyorum. Bugün şunu fark ettim: Sorun olarak gördüğüm, zihnimi kendime hapishane edindiğim bu durumun başka bir açıklaması varmış. Etrafımdaki herkes yüklü hikayeleri olan, hayatla karşı karşıya kalıp uç kararlar vermiş, uç şeyler yaşamış insanlar. Ve her biri beni canı gibi seviyor. İşte benim de süper gücüm bu! O üç seneyi boşuna geçirmemişim! Evet Derman, kendinle baş başa kaldığın, kendini öğrenip tanıdığın bu süreç içerisinde hikayeler biriktiremedin ancak şunu öğrendin: hikayesi olan insanları nasıl hayatına alırsın ve onları hayatında nasıl tutarsın? İşte bu öğreti farkında olmadan, zaman içerisinde geliştirip oldukça uzmanlaştığım bir şey olmuş. Vakit geçtikçe olgunlaşıp onların maceralarına benzer şeyler yaşayacağım. Ve onlardan şöyle bir farkım olacak. Artık hem hikayesi olan hem de hikayesi olan insanlarla yaşayan bir adam olacağım. Her şey, yaşadığım her şey beni bu sayfalara itiyor. Hikayesi olan insanlar olmasa bir hikaye anlatıcısı olamam. Öğrendiğim, tecrübe ettiğim, acısını çektiğim her şey beni bu ana itmiş. Belki büyük bir serüvenin başlangıcı bu, belki uzunca bir intihar mektubu... Buna sizler karar verin, bana düşmez. Bana düşen, kendimi kontrolsüzce geliştirip, devasa bir ucubeye dönene kadar öğrenmektir. Karşılaştığım her insanı, her nesneyi, her canlıyı tüketene dek öğrenmek. Hiçbir zaman sağlıklı bir ilişkim olmayacak. Uzun süreli bir sevgilim, bir eşim, sağlıklı zihinlere sahip çocuklarım... Hiçbir işte başarılı olamayacağım. Hiçbir sanat dalında başarılı olamayacağım. Çünkü bana yeten kısmına kadar tüketip, kalanını, insafsızca sikilip yolun kenarına atılmış bir orospu gibi fırlatacağım. Arada bir ardıma bakıp, tutup kolundan yaralarını saracak, tekrar sikecek ve tekrar aynı yol kenarına atacağım. Çünkü ben evrenin yarattığı en büyük pasif agresif piç kurularından biriyim. Beni anlamanızı istemiyorum, beni bilmenizi istiyorum. Sizinle aynı coğrafyayı paylaşan, aynı dili konuşan, aynı yüzlere bakan, yolda yürürken yanından geçip gittiğiniz bir adamı bilin istiyorum. Bir insanı bilmek ne demek öğrenin istiyorum. Dışarıda yok saydığınız, kuyruğunu kıstırmış köpek gibi yüzlerine bakmaktan bile kaçındığınız insanların içinden neler çıkabilir fark edin istiyorum. Hepinizin zihninde yer etmek, sizi rahatsız etmek, utandırmak istiyorum. Bunların birçoğunu başarabilecek kapasitede değilim henüz. Ancak başladım. Bu sefer oturduğum yerden ahkam kesmeyi bırakıp başladım. Küçük bir marangoz çırağının ilk yonttuğu biçimsiz at figürü gibi yazdıklarım. Öğreneceğim. Zihnimdekileri aktarabilmeyi öğreneceğim. Burada değilse bir sonrakinde. Onda değilse bir diğerinde. Yılmadan, usanmadan zihinlerinize girmenin bir yolunu arayacağım. 

 


GÜN-37

Ben kimim? Sokaklarda nefes nefese yürüyüp merakla etrafı izleyen bir kaşif mi? Evin içerisinde hınzırlıklarıyla insanlara nefes aldırmayan küçük, şımarık bir çocuk mu? Ortada hiçbir şey yokken, her nefesinde biraz daha huzur bulabilen bir ümit yumağı mı? Etrafına neşe saçmaya çalışırken nefes almayı unutan o meşhur palyaço mu? Geceleri karanlıkta nefesi daralan bir korkak mı? Yalnız kaldığında nefesinin sesi zihninde yankılanan çaresiz mi? Paranoyalarının arasında nefesini tutan bir kaçak mı? Hiçbir karşılık görememesine rağmen insanların, hayallerin peşinde koşturan, emek vermekten nefesi tükenen bir aptal mı? Etrafındaki herkesin onu yok etmek için planlar kurduğunu düşünürken nefes almaya muhtaç kalmış bir fare mi? Kaos isteyen, intikam isteyen, öfkesinden başka hiçbir duygusu kalmayan, her nefesinde biraz daha intikamla dolan bir sosyopat mı? Kimim lan ben? Can mıyım? Derman mıyım? Başka biri miyim? Kaç kişiyim lan? Kaç kişiyim ben? Kaç kişi yönetmek zorundayım bir tek bedeni? Ne eksiğim var benim sizlerden? Ne eksiğim var da sizler gibi sefil ve basit bir hayat yaşayamıyorum? Nefes nefeseyim... Biraz olsun gücü kalmamış bir halde, son bir ümit arıyorum beni yaşama bağlayacak. Gözlerimi açamıyorum artık, yorgunum. Yerdeyim. Ellerim ve ayaklarım parçalanmış. Dizlerim ve dirseklerimde kemikler gözüküyor. Nefes alamıyorum. Gözlerim kısık, yerde sürüklenirken bir ışık görmeye çalışıyorum karşıdan gelen. Bir ışık yaratmaya çalışıyorum, eğer ayağa kalkabilirsem gidecek bir yer var diye düşünmek için. Artık hissetmek istiyorum. Öfke ve intikam dışında bir şeyler hissedebilmek istiyorum. Hissettiğim tek aşkın üzerinden beş yıl geçti. Beş yıl... Yirmi dört yaşındayım lan ben daha! İnsanlar benim yaşıma geldiklerinde kaç kez aşkı tecrübe etmiş oluyor? Hayatım boyunca bir insana saf bir sevgi besleyemedim. Benim canımı kim yaktıysa bugüne dek, ona karşı tarif edilemeyecek kadar büyük bir sevgi duyuyor olsam da canımın yandığı andan itibaren öfkeye dönüştü tüm hislerim. İntikamımı alana dek; günlerce, aylarca, ta ki o kişi bana hissettirdiği şeyin aynını ya da fazlasını hissedene kadar zihnim sadece o acıyı canlı tutuyor ve intikam planları yapıyor. Nefes alamıyorum. Saçlarımı yoluyorum. Çığlıklar atıyorum. Ellerimi duvarlara vuruyorum, kaynar suyun altına girip tenim su toplayana kadar duruyor, ardından soğuk suyu açıyorum. Koşuyorum. Dizlerim titreyene dek koşuyorum. Önce kendimden alıyorum intikamımı. Durmuyor! Ne yaparsam yapayım durmuyor zihnimdeki sesler; Can gelene dek. Dostlarım, ben ele geçiriliyorum. Karşımdakinin canını yaktığım anda, her şey bitiyor. Tekrar normale dönüyorum. Hisler düzeliyor, başka şeyler düşünebiliyorum, zekam geri geliyor, hayata dönüyorum. Dostlarım. Ben, ele, geçiriliyorum. Dalını kıranın, dalını kırarsın. Bu hakkındır. Ben ise dalımı kıranın toprağını zehirliyorum. Nefes nefeseyim. İnsanlar için, ümitli yarınlar için, hayatta kalmak için emek vermekten yoruldum. Bir kez olsun emeğimin karşılığını görememekten yıldım artık! Bir gecede altı kez titreyerek orgazm olan kadınların, aşık olmaktan korktuğu için ertesi gün benden kaçmalarından yoruldum. Bir insanı tanımak için zihnini öğrenmeye çalışmaktan, onlar yüzüme mal mal bakarken sorular sormaktan, merak etmekten, onlara değer vermekten yoruldum artık. Sevilmemekten yoruldum! Fark edilmemekten yoruldum! Sizlerin karşısına hayatınızı değiştiren güzel şanslar çıkıp dururken, hayatın beni evden çıkmamamı istetecek kadar yok saymasından yoruldum! Biri olmak için çabalamaktan yoruldum! Dünyayı değiştirmek için çabalamaktan yoruldum! Fark edilmek için etrafta salak salak koşmaktan yoruldum artık... Nefes nefeseyim. Bir adım daha atacak gücüm kalmadı. Bana, bir adım attıracak, küçük bir itici kuvvet olacak, yeniden hayata tutunmamı sağlayacak bir işaret gelmesini beklemekten yo-rul-dum. Ben kaç kişiyim? Ben kimim biliyor musunuz? Ben İNTİKAMIM! Üzerinize bir kabus gibi çökecek karanlığım!

 


GÜN-38

İyi olan tek şey martıların kahkahalarıydı. Bir de kuzine soba. O çocukluğumdu. Artık yok. Çocukluğum da artık yok. Üzerindeki mandalina kabukları, kestaneler... Ananemdi mesela soba. Gece yarılarına kadar çalışan annemdi. Kömürlüktü. Farelerdi, gizlice yavrulayan kediler. Mesela sobanın çaprazındaki yere tam oturmayan taştı, üzerine her basıldığında konuşan, salonu uyandıran. Uyuyamazdım hiç salonda, korkardım. Koltuklar köşede değildi çünkü. Yatağım köşede olmayınca korkardım ben. En az iki tarafım duvarlarla çevrili olmalı. En az iki tarafım güvende olmalı uyurken. Gece gözümü açtığımda sadece iki tarafı kollamalıyım. Kapıyı karşıdan görmeliyim bir de. Bir salonun dört kapısı mı olur? Bizimkinin vardı işte. Ben salonda uyuyamazdım. Korkardım var olmayan şeylerden. Lise dörde gidiyordum annemin yanında uyumayı bıraktığımda. Lise dörde gidiyordum kendime ait bir odam olduğunda. İnsan on sekiz yaşına kadar annesiyle beraber uyur mu dostlarım? Ben uyudum. Korkardım çünkü hep. Yalnız kalmaktan, yalnız uyumaktan... Annemin işten gelmesini beklerdim. İster istemez beklerdim, çünkü uyuyamazdım istesem de. Liseyi beş yılda bitirdim. Geri zekalı olduğum için değil, küçükken üç tane özel okulun sınavını birincilikle kazanmışım, göndermemiş babam. Şu an ne kadar farklı yerlerde olurdum oysa düzgün bir eğitim almış olsaydım. Bana ne olduysa annem ve babam tekrar barıştıktan sonra oldu. Dokuz yaşındaydım. Başka bir ilçeye; şehirden uzak, dağlarına arasında yapımı yeni tamamlanmış büyük bir siteye taşındık. O zamanlar elektriği bile yeni bağlanmış izbe, ücra bir yer. Annem de babamda çalışıyorlardı. Ben evde yalnız kalıyordum hep. O zaman başladı sesler. O zaman başladı başkalarının görmediklerini görebilmem. O zaman başladı yalnız uyuyamama durumum. Oturma odasında minderleri yere yatak yapıp uyurdum ben. Odam yoktu o zaman da. Her gece, istisnasız her gece dayanırdım yatak odasının kapısına. Kaç sevişme bölmüşümdür kim bilir... 'Uyuyamıyorum anne, korkuyorum, gel.' derdim. Gelirdi yanıma, babam küfür kıyamet fısıltılarla. Yatardı minderli yer yatağına. Okşardı başımı. 'Korkacak bir şey yok oğlum, bak ben yanındayım' derdi. Ben de her seferinde inanırdım. Benim bütün çocukluğum, bütün gençliğim insanlara inanmakla geçti dostlarım. Hayatım boyunca ihanete uğrayarak var oldum ben. Ben uyuduktan sonra kalkar giderdi yerine. Ben yine uyanır, yine dayanırdım kapılarına. Gece boyunca benimle uyurdu bu sefer. Defalarca yalvardım: Anne ben sesler duyuyorum. Anne ben bir şeyler görüyorum. Anne uyuyamıyorum. Anne ben uyuyamıyorum! Anne duy artık beni! Anne ne olursun yardım et bana! Anne senden başka kimsem yok! Anne! Anne ben daha on yaşındayım anne. On yaşındaki çocuk sesler duyar mı anne? Anne on yaşındaki çocuk aynada kız çocuğu görür mü? Anne duy beni! Ben daha çok küçüğüm. Anne... Özür dilerim. Kendimi kaptırdım biraz. Ağlayacak gibi oldum, belki düşündükçe, yazdıkça ağlayabilirim diye düşünüp devam ettirdim. Yine ağlayamadım. Yalvardım anneme, kurtar beni diye. Yok oğlum bir şey dedi bana her seferinde. Öyle şeyler yok. E tamam yok da ben duyuyorum amına koyayım! Mevzu tam olarak bu zaten. Karanlıkta kalamazdım mesela. Birkaç kez beni apartmanın merdivenlerinde bulmuş işten döndüğünde. Otomat sönünce çöküp kalmışım olduğum yere, ağlayarak. Bir keresinde yine böyle bir durumdayken kapıcı bulup evine almış beni. Annem eve çıkıp beni bulamayınca deliye dönmüş. Bağırış-çağırış derken kapıcı getirmiş beni. Annem anlattı bana bunları. Ben hiçbirini anımsamıyorum bile. Karanlık noktalar benim için. Hastalığımın ilk karanlık noktaları buralar. Oradan doğduğum eve geri taşınınca da bu şikayetler azalarak devam etti. Ancak sessiz, uslu, zeki, derslerinde başarılı Derman gitmiş, yerine oyun bağımlısı, dünya sikinde olmayan bir piç kurusu gelmişti. Hayatla baş edebilecek başka bir yol bulamamışım kendime, ben de her şeyden vazgeçmişim. Yok saymak mücadele biçimim, hayatta kalma yöntemim olmuş. Eğer o zamanlar annem duysaymış sesimi, bir doktora götürseymiş beni, şu an dünyanın bambaşka bir yerinde yaşıyor olurdum. Ve biliyor musunuz hala daha apartmanda basamakları çıkarken ışıklar sönerse donar kalırım olduğum yerde saniyede yüzlerce kez atan kalbim ve daralan nefesimle. Çocuklarınızı dinleyin. Onları iyi dinleyin dostlarım. Benim hayatım çocukluğumda karardı. Benim elimden her şeyimi aldılar. Hayatım boyunca yok saydılar beni. Ve bana bununla yaşamayı öğrenmek dışında bir çare, bir çözüm bırakmadılar. Ben kaybettim dostlarım. Daha çocukken elimdeki her şeyi kaybettim. O an birileri baksa gözüme, öldürün bu çocuğu, çöp bu derdi. Çöp olmuş bu. Yemişsiniz içindekini, bir tek eti, derisi kalmış. Öldürün bu çocuğu, daha en başında kaybetmiş tüm geleceğini. Öldürün. Bir atın bacağı kırıldığında nasıl sıkıyorsan kafasına, bu çocuğu da al sık öylece kafasına. Bari acı çekmesin. Onun bundan sonraki hayatı acı olacak. Siz ondan güzel olan tüm şeyleri almışsınız. Bir çocuk yok sayılır mı? Küçücük çocuk, o saflığı ve temizliğiyle, o kirlenmemişliğiyle nasıl görmezden gelinebilir? Beni nasıl ölüme terk edersiniz? Benden nasıl bu kadar kolay vazgeçersiniz? Öldürün beni. Henüz geç değilken öldürün...

 


GÜN-39

Yeni bir süper kahraman fikrim var. Sanırım şu ana kadar yaratılmış en güçlü kahraman olmaya aday bir süper güce sahip. ÖzürMen. Bu kahramanımızın süper gücü şu: ne yaparsa yapsın, özür dilediği anda affediliyor! Sanırım etrafımdaki tüm insanlar bu özel güce sahip olduklarını düşünüyorlar. Ne kadar güzel değil mi amına koyayım? ÖZÜR DİLERİM... Şey... Geçen gün yaptığım orospu çocukluğu için de özür dilerim. Ya şey vardı bir de seni aptal yerine koyup sürekli özür dileyip sürekli aynı şeyleri sürekli tekrarlayarak sürekli aptal yerine koyup sürekli özür dilediğim için de sürekli özür dilerim. Beni affedersin değil mi? Etmem mi maralım. Etmem mi güzel sözlüm. Etmem mi şirin gözlüm. Ederim tabii ki. İnanmam mı ben sana? Sen yine özürler dile, ben sana inanırım. Ne güzel değil mi ya? Özür dilerim... Puf! Her şey çözüldü. Hadi tekrar anamı sikene kadar yüzüme gül ve beni tekrar hiçe sayana kadar birkaç özür daha biriktir haznende. Sizin ceplerinizde özür bitmez, benim zihnimde ümit. Özür dilerim hepinizden. Her seferinde sizlere inanıp bir şans daha verdiğim için, emek vermekten hiç yılmadığım için, ümidimi hiç kaybetmediğim için, size olan inancım ne kadar sarsılsa da sizi yarı yolda bırakmadığım için... Hepinizden özür dilerim sizleri insan yerine koyduğum için. Hepinizin ağzını sikeyim. Her özrünüzde hak ettiğiniz aşağılanmayı sizlere bahşetmek isterim. Siz özür diledikçe, siz beni aptal yerine koydukça zihnimde açılan yaraların hesabını istiyorum. İntikam istiyorum. Bu yaşıma dek bir özür olsun görmedim, yerine getirilen. Özür dilerim demek; hatamın farkındayım, yaptığım hareketin yanlış olduğunu görebiliyorum, bundan pişmanım ve bir daha aynı hisleri sana yaşatmamaya ekstra özen göstereceğim demektir. Seni insan yerine koyuyorum, sana değer veriyorum ve seni kaybetmemek için, sana kötü hissettirmemek için senden af diliyorum demektir. Aynı hatayı tekrarlamayacağım demektir. Tabii teorik olarak... Yaşadığımız bu zaman aralığında ise özür, tekrar senin ağzına sıçana kadar, tekrar seni hiçe sayıp orospu çocuğu yerine koyana kadar, tekrar sana acı çektirene, tekrar yarrak gibi hissetmene sebep olana kadar, tekrar ne düşündüğünü ne hissettiğini önemsemeyeceğim vakit gelene kadar bu özürle idare et demektir. Özür, yaşadığımız devirde iki orospu çocukluğu arasındaki zaman aralığını temsil eder. Karşındakinin özrünü kabul ettiğin andan itibaren sana tekrar acı çektirmesini onaylamış olursun. O da, sen kafayı yiyip siktiri çekene dek devam eder bu sonsuz döngüye. Emek veriyorsun, çaba sarf ediyorsun, siklenmiyorsun ve karşılığında "özür dilerim". Biliyorum. Beni üzmek istememiştin. Bunu gerçekten biliyorum, sen söylemesen de biliyorum. Canımı yakan da bu zaten... Birini üzmek isteyebilmek için onu umursaman gerekir. Beni üzmek istemiyorsun çünkü sikinde değilim. Bıktım artık hepinizden! Hepinizden nefret ediyor, yine de sizden kopamıyorum. İntikam bir insan olarak, nefretten besleniyorum sanırım. Her geçen gün biraz daha bırakmak istiyorum kendimi, Can'ın kanlı kollarına. Bilincimi yitirmeden, tüm kontrolü ona bırakmak istiyorum. Yıllar boyunca her şeyi yok etsin, krallığını kursun ve ben uzaktan onu izledikten bir süre sonra uyanıp krallığımın keyfini süreyim istiyorum. Bunca çabama rağmen beni hiçe sayan bu insanlığın gözlerine bakıp, onlara çektirdiğim acıların gözlerinden damladığını görmek, "şş hepsi geçecek, her şey çok güzel olacak" diyerek o damlaları silmek, sonra sarılıp öpmek, sonra da aşağılayarak sikmek istiyorum. Ve işin en çirkin tarafı ne biliyor musunuz? Bunları daha önce yaptığım zamanları hatırlıyorum. Etrafım beni seven, benim için çaba sarf eden, beni dikkate alan insanlarla doluydu. Ben makul olmaya çalıştıkça, ben iyi bir insan olmaya çalıştıkça, ben sizleri insan yerine koyup değer verdikçe, hiç durmadan anamı sikiyorsunuz. Deveye diken, insana siken yaranırmış klişesini gerçeğe dönüştürecek kadar basit varlıklar olmanızdan nefret ediyorum. Dükkanı kapatıp cumaya gitmek istiyorum. Hayır... Ben sadece görünür olmak istiyorum...

 


GÜN-40

Ben lanetliyim dostlarım. Bazı dönemlerde, ortada hiçbir sebep yokken, bir anda etrafımdaki herkes, ama herkes kaçışmaya başlıyor, koşarak uzaklaşıyorlar benden. Bu karanlığımın en büyük parçası. Bununla birleşen can sıkıcı ve ümit kırıcı şeyler de yavaş yavaş yok ediyor insanı. Önce neşeni yitiriyorsun. Ardından ümidin tükenmeye başlıyor. Ne yaptım? Ben bu insanlara ne yaptım? Ne oluyor bana? Niye herkes kaçıyor benden? İnsanın kendini yemesi tam olarak budur işte. Etrafında başka bir sorun göremedikçe sorunu kendinde aramaya başlıyor, bulamıyor, bulamadıkça takıntılı bir define avcısı gibi daha derine iniyor, daha büyük tutkuyla ve başına gelecekleri düşünmeden saldırıyorsun. Sonunda kazdığın çukurda mahsur kalıyorsun. Kendini yemek, insanın benliğine yaptığı en büyük hakarettir. Ve bunun tek sebebi sizsiniz; emeğin değerini bilmeyen, karşındakinin çabası karşısında götünü dönüp osuran sefil yaratıklar. İnsanın kendini sorgulamasından bahsetmiyorum burada. Kendini sorgulamak en kutsal eylemlerden biridir. Ancak kendini yemek apayrı bir düzlem... Bu süreç içerisinde, hani bütün isyanın ve kederin ortasındayken, inancını kaybetmişken dostluğa, sevgiye ve geriye kalan ihtiyaç duyduğun her şeye, hayat tek bir güzel gün getiriyor önüne. Mesela sana yakın olan insanların sana geri dönmesi değil de ona ulaşmanın imkansız olduğu insanların sana göz kırpması gibi. Adım mesafesi ötendeki, yanında olmak ve yanında olması için emek verdiğin, her şey harika gidiyorken bir anda yok olan insan değil, kilometrelerce ötende, sana sevgi duyduğunu iddia edip seni kandıran, kendini kandıran, asla buluşamayacağın, asla gerçek bir iletişim kuramayacağın insan yakınlaşmaya başlıyor sana tekrar. Onca zaman sonra, hiçbir yere varmayacak şekilde. Bu bile ümit veriyor insana. Çünkü adım gibi biliyorum ki bu lanet, bu karanlık dönem geçici. En fazla bir hafta sonra yerini tekrar eski günlere bırakacak. Ve bu süreç içerisinde benim elimden gelen hiçbir şey yok amına koyayım! Yıllardır bunu yaşıyorum ve ne yaparsam yapayım bu dönemi yok etmenin, kısaltmanın bir yolunu bulabilmiş değilim. Elimden gelen öylece oturmak, neden diye düşünmek, öfkeden ve sinirden deliye dönerek bu dönemin geçeceği günü beklemek. O gün gelene dek yapayalnız, yetersiz, özgüvensiz, kendini suçlayan, hayata ve kendine karşı öfkeli, bok gibi bir adam olarak hayatıma devam etmek. Bu çok yorucu, tekrarlandıkça daha da yorucu hale gelen bir süreç. Bu, tekrarlanma ihtimalini bildiğin için seni yaşadığın her anda içten içe yok eden bir süreç. Etrafının sevdiğin insanlarla çevrili olduğu, kahkahaların ve mutluluğun buram buram koktuğu, tüm ilginin senin üzerinde toplanmış olduğu o anda etrafında sana gülen, senin yüzüne bakıp mutluluğundan zevk alan insanların gözlerine bakarak şunu geçiriyorsun aklından: "Ya şimdi başlarsa bu lanet? Ya bir anda giderse herkes?" Hepinizden ne kadar nefret etsem de size deliler gibi ihtiyacım var. Birilerinin beni dinlemesine, birilerinin beni anlamaya çalışmasına, birilerinin beni öğrenmeye çalışmasına, sevmesine, benim için emek sarf etmesine, deliliğime katlanmasına, değer vermesine, yanımda olmasına, ben ittirsem bile yanımda olmasına ihtiyacım var. Birilerinin yanında kendim olabilmeye ihtiyacım var. Maskelerimi çıkartıp bir kenara koymaya, otuz üç dişimle haykırarak gülmeye ihtiyacım var. Şımarmaya, çirkinleşmeye ve bunların meşru olmasına ihtiyacım var. Bu dönemler beni en çok öldüren zamanlar o yüzden. Elimden bayılana kadar içmek, zihnimi uyuşturmak, düşünmemeye çalışarak bu zamanın geçmesini beklemek dışında bir şey gelmiyor yıllardır. Kendimi uyutup günler sonra yeni bir güne uyanmaya çalışıyorum. Yıllar süren kendimi geliştirme ve daha iyi bir yaratık olma çabam içerisinde kendimi yetersiz hissettiğim, benimle ilgisi olmamasına rağmen deliler gibi sorgulayıp sonunda kendimi suçlu ilan ettiğim her an paramparça ediyor beni. Her geçen gün biraz daha geriye gidiyorum sanki. Hepinizden nefret ediyorum bana hissettirdikleriniz için. Ne olur beni terk etmeyin...