GÜN-6


Merhabalar. Ben Dermancan. Yirmi dört yaşındayım. Bir yanım sokaklarda, bir yanım dört duvar arasında büyüdü. Ben kendimi bildim bileli en az iki kişi yaşıyorum tek bedende. Bir ipte iki cambaz oynamazmış. Oynar. Oynar oynamasına da ipe deli derler. İlaçların peşinde bir macera. Merhaba ben Derman. Şu ilaçlar elinizde var mı acaba? Yok mu? Peki getirtebilir misiniz? Tam da sevdiğim tip namussuz. O ne güzel bir sestir öyle. Neyse ki benim gönlüme başka kuş yuva yaptı diye sevindiriyorum kendimi. Görseniz, gülersiniz halime. Ben zaten hep ustayımdır bal bulamadığım yerde sinek pisliği yemede. Yanlış anlaşılmasın. Tabi siz bunu benim kast ettiğim açıdan anlamayacaksınız. Neden insanlar her şeyin ilk anlamını düşünüyor? Daha derin anlamların da ilk anlam kadar hakkı yok mu tercih edilmeye? Ben, azınlığın yanındayım diye anlaşılmaz ilan ediliyorum sizlerin tarafından. Bir kişi de kalkıp demiyor, bu da azınlıktır, ardında durak. Hepinizden nefret ediyorum. Bacak bacak üstüne atıyorum, bacağım acıyor. Et ete değince insanın hep canı acıyor. İnsanlar beni anlamıyor. Her seferinde bundan yakınıyorum ancak bir türlü sonuca ulaşamıyorum. İçimden gelenleri yapan ben mi başarılı olur yoksa düşünerek hareket eden mi? Denemek mi, tecrübe mi seçilmesi gereken? Bu beni çok korkutuyor. Cesur olamıyorum. Denenmişe dönüyorum her seferinde yüzümü. Çok iyi sonuç aldığın bir şeyi zorla bırakman gerektiyse ona geri dönebilir misin? Yani döndüğünde her şey eskisi gibi olabilir mi? Peki ya yeninin heyecanı? Öğrenmenin, denemenin, yanılmanın, bilmenin... Çok çekici gelmiyor mu sizce de? Korkularımızdan nasıl kurtulabiliriz üzerine gitmek dışında? Nasıl yenebiliriz bu hayat kesen hisleri? Ben... Ben korkusuz bir adam olmak istiyorum. Ben her şeyi göze alıp, hiç düşünmeden yola çıkabilmek istiyorum. Ben hiç düşünmemek istiyorum. Ne olur bu zihni benden alın. İnsan bu kadar memnun olmadığı bir şeyi nasıl değiştiremez? İnsanların neden garantisi yok? Kendi yarattığımız varlıklara bile senelerce garanti veriyoruz. Biz, biz! Biz sefil insanlık düşünmüş bunu kullanıcı memnuniyeti ve doğası gereği. Ancak koca tanrının aklına bile gelmemiş bu kadar defolu yarattığı canlılara bir garanti koymak. Tüketici haklarının da götü yemiyor tabi uhrevi davalara bakmaya. Benzin beş lira olduysa bana ne? Benim arabam yok. Benzin içmeyi de bıraktım. Kolonyayı da bıraktım. Ben sek içerim bir de her şeyi. Bizde R yok. Su, delikanlıyı bozar. Ben de nasıl delikanlıyım siz daha bilmiyorsunuz! Bu alem az çekmedi sivri dilimden. Bir sigara molası. Hemen bir sigarayı yakıp, tüketip, söndürüp geri dönülmesi geliyor aklınıza. Ancak ben öyle demek istemedim. Benim için sigara molası, tütünü araba sarmak ve yakmaktır. Biraz düşünün. Evrendeki milyarlarca ihtimali düşünün. Küçücük bir olay üzerinde dolanan milyarlarca ihtimali. Gözleriniz size oyun oynuyor dostlarım. Aklınız size oyun oynuyor. Şimdiye dek kaydettiklerinin dışına çıkamayacağınızı söylüyor. Peki ya çıktığında? Evren sonsuz ihtimallere gebedir ve her an milyarlarca ihtimalden biri gerçek olabilir. Sadece ihtimalleri daha düşük olanlar ve ihtimalleri daha yüksek olanlar var. Ancak %99'luk bir ihtimal bile kesin değildir. %0.1'lik bir ihtimalin de gerçekleşme şansı vardır. Binde bir diyor. Peki bir sonraki denemenin gerçek olmayacağını nereden biliyorsun? O yüzden, o yüzden her an, her şey olabilir bu hayatta. En yüksek ihtimali kestirip gözünüze, ardından kapatmayın gözlerinizi. Ne olur, şüphe edin ve inanın. Güzel ihtimallerin bininci denemesi olabilir bu diye inanın.

 


GÜN-7

Sanılanın aksine hayvani güdüler taşımaz her daim insanı. Boşalırken goril gibi kükremeli. Sevişirken yılan gibi sokulmalı. En aciz, en yumuşak yanlara dokunulmalı. Bir adam 'cinsellik saklı yanlarımızın ortaya çıkmasıyla var olur' demişti. Günlük hayatta uzak kaldığımız, yasak olan hislere ne kadar yaklaşırsan tokmakçınla, o kadar daha zevkli olurmuş. Yıllar oldu. Nasıl bir his olduğunu hatırlamıyorum artık. Ben artık birçok hissin nasıl olduğunu hatırlamıyorum. Demans mı bu yoksa küçük bir temassızlık mı? Bu aralar güzel. Bu aralar kalbim çarpıyor. O da unutmuş haliyle, kaşı gözü patlatmış etrafa çarpa çarpa. Sanırsınız ardından kovalayan var. Bana bakmayın işte, abartıyorum. Elime ne geçse, sarıp sarmalayıp, ekleyip, çıkarıp, süsleyip satıyorum sizlere. Keşke elimden daha iyisi gelse de Yüzüklerin Efendisi yazsam. Ancak elde var birkaç şiir ve bu günlük. Doğduğu yeri inkar edemiyor insan. Bir de doyduğu yeri. Karnının değil, zihninin doyduğu yeri. Bu devirde zihin doyurmak öyle kolay değil ha. Bir fişek cigara kaç para sizin haberiniz var mı? Ya da beş tane bira? Birkaç yıl önce biriyle hararetli bir konuşma yaparken gitmiştim arkadaşımın yanına. Pardon ama acil bir durum var. Bu gece kağıt yapıştıralım mı? Bağlantı buldum dedim. Biz de ne zamandır kağıt hayali kuruyoruz iyi denk gelmiş hani. Muhabbeti kesip hemen bana döndü tabi. Elini cebine soktu. Al dedi bütün para bu. Ben adamla irtibat kurmaya çalışırken konuşmaları bitti ve yan yana geldik. Durum değerlendirmesi yaptık. O sırada versene telefonunu adamı arıyayım dedim. Al dedi. Al, bunu da al. Her şeyimi al da artık bana kafamı ver. Kafasını kaybetmiş insanlar arasında bir süre sonra siz de kafanızı kaybediyorsunuz. Ben yeni kafa yaptım kendime, yavaşça çalışıyor. Onlar hala kafalarının peşinde savrulsun dursunlar. Bu ikinci gece. İlkinden daha sıcak. İkincisine göre oldukça sıcak. Hisler falan var böyle, garip. Bir balkon var mesela, körfez ayaklarının altında. Demirlemiş, beklemeye mahkum gemiler sarı ışıklarını yakmış. Uçaklar desen alçak uçuş. Karşı kıyıların parıltısı gözlerine karışıyor. Gülüyoruz. Uzun zamandır yapmamışçasına. Yan binanın siyah duvarı yakışıyor. Boş bir bilinç daha iyi bilinçsizlikten. İçini doldurmalı her şeyin. İçini doldurmalı ve yükseltmeli. Zevk çubuğu taktıran bir dayı gibi ümitli hayata karşı. Omuzunda pompası, üfledikçe şişiyor adamlığı. Pardon hanımefendi. Müsaitseniz size aşık olacağım. Durun korkmayın öyle. Tabi sizde haklısınız, dün bir bugün iki. Ama zannettiğiniz gibi değil. Benim aşkım öyle toksik değil. Zararsızım ben. Kendime kadar seviyor, dünyaya bedel terk ediyorum. Sizlik bir durum yok, inanın. Ben kendi kendime sevecek ve yok olup gideceğim bir süre sonra. İnanın, ruhunuz bile duymayacak. Siz arada bir gülün bana, o yeter. Ama hangi bana? Kalk kahve yap. Kalk kedilere mama ver. Kalk su iç. Kalk biten su şişesini doldur. Kalk boşları mutfağa götür. Kalk sigara al. Kalk sigara sar. İç, iç, sigara iç, kahve iç. Biraz yalnızlıkla bilinç artar. Her şeyle yüzleş ve yüksel! Bir Çin atasözü. Korkuyu açınca böyle oluyor. Korkuyu açınca insan çok bocalıyor. Pandoranın kutusu gibi öylesine acıklı ruha değişi. Bitmiyor bu gece. Gittikçe güzelleşiyor. İnsanlar da gittikçe güzelleşiyorlar hiç fark ettiniz mi? Böyle gittikçe, uzaklaştıkça daha da güzel oluyorlar. Bazısıysa dudak mesafesinde buluyor en güzel halini. Onlardan gitmemek lazım mesela. Onların gitmesine izin vermemek lazım. Ben hayatım boyunca kimseye kal demedim. Ölüm gibi aşık olsam da demedim. Bilmek istiyorum artık. Hissetmek istiyorum birine her şeye rağmen kal diyebilmeyi. Yavaşça geri kazanırken, farkı kapatırken, başkasına dönüşmemek elde mi? Eski senin üzerine koyarak ilerlemek isterken ne kadar mümkün geçmişinde düştüğün tuzaklara tekrar düşmemek? İnsan hatıralarının her birini tecrübeye dönüştürebiliyor mu?

 


GÜN-8

Gün gelecek ve buralara tarih atmadım diye çok kızacağım kendime. Gün bir, gün iki... İyi de hangi gün be kardeşim? sanki her gün yazıyorsun. Zaten ben kendimi bildim bileli tarihlerle aram iyi olmamıştır. Birkaç gün öncesine de tarih atmadım diye çok kızacağım kendime. Kaç gündür yan yana uyuyoruz. Biraz daha böyle giderse onsuz nasıl uyunduğunu unutacağım. Unutmaktan muzdaribim doktor hanım. Muzdarip. Onunla geçirdiğim yılları bile unutturduysa bana bu zihin, geçmişi hatırlamaya çalışmak boşuna. Bugün size eğlence yok. Çünkü bugün günlerden psikoz. Psikoz en temel anlamıyla gereklikten kopmak anlamına geliyor. Olmayan sesler, görüntüler, kokular, durdurulamayan düşünceler, paranoyalar... Küçücük bir ilaç yıllarca hayatımı siken bu beladan kurtardı beni. Ama bunun bir bedeli vardı. Yıllar süren her bağımlılığın bir bedeli vardır. Biz insanlar, bedel ödemeyi sevmeyiz hiç. Hayat da zorla alır o bedelleri bizden. Zorla yakar canımızı. Oysa ki kabullensek bedelleri, önümüze çıkan şeyler o kadar da hasar vermeyecek artık bizlere. Psikoz diyorduk. Ben bu ilacı kafama göre bırakırsam şimdi, ne olur? Tımarhanelerden toplayamazsınız beni. Ben de göz yaşlarımla yazmaya çalışıyor olurum ota boka kalkan sikimle. Şimdi en azından o yok değil mi? İnsanın aklına cinsellik gelmeyince yazar oluyormuş. İnsan yazar olmaya kalkışınca da etrafındaki her şey malzemeye dönüşüyormuş. Benim ruhum sokaklar. Ne tam sokaklarda doğabildim ne oradan uzak kalabildim. Ne seri katil olabildim ne bilim adamı. Ancak hiç unutamadım sokakları, hiç kopamadım oradan. Nereye gidersem gideyim hep buldum sokak insanlarını. Yanıma çağırdım, ortama dahil ettim, farklı bir hayatın var olabileceğini, şu an sahip olunanın bir seçim olup olmadığını sorguladım. Onları anlamaya çalıştım. Onlardan biri olmaya çalıştım. Ancak ben de onlar gibi yargılandım en sonunda. Haksız değildi yakarışlar. Ama benim de beslenmem gerek. Beslenip öğrenmem gerek onlarla ilgili her şeyi. Onlardan biri olmam gerek ki onları anlatabileyim insanlara. Benim gözümden tanısınlar bir de onları. Neyse ki beraber uyuyunca her şey geçiyor. Olağanüstü memelere başını koyunca insan unutuyor her şeyi. Onu istiyorum. Bedeli ne olursa olsun istediğimi alırım her zaman. Tekrar delirmem gerekse bile kaybetmeyeceğim onu. Yıllar sonra ilk kez bir kadının yanından kaçma isteği duymadım. Yıllar sonra ilk kez bir kadınla vakit geçirmek hoşnut etti. Şimdi o kaçar diye ödüm kopuyor. Şimdi o kaçmasın diye, en azılı kabusumun içine balıklama dalmayı göze alıyorum. Gözlerinizin önünde delireceğim arkadaşlar. Yavaş yavaş parçalanmama şahit olacaksınız hepiniz. Fizikçilerin şahitliği kabul edilmiyor biliyor musunuz? Kefil de olamıyorlar. Dört senelik bir bölüm okuyup delirmek mümkün arkadaşlar, hem de yasal olarak. Ben dört senelik bir bölüme girip okuyormuş gibi yaptım, yine de delirdim. İlle de fizik okumanıza gerek yok, içinizde olsun yeter. İçimizdekileri öldürmesinler yeter. Gencecik insanlarız daha, insanın içi öldürülür mü be Can? Hoş geldin Can. Çok uzun zaman oldu. Şu an hala uyuyorsun, biliyorum. Ancak gidişat gösteriyor ki uyanacak ve kontrolü tekrar ele alacaksın. Ne yalan söyleyeyim seni çok özlüyorum. Bazen başıma açtığın dertleri bile özlüyorum. Çok zor. Seninle yaşamak gerçekten çok zor. Uyuyor olman bile çok zor. Bir gün uyanabilme ihtimalin bile normal bir insanı delirtebilecek kadar güçlü. Her seferinde sana inanıyorum. Babam gibisin, o yüzden Can'sın biliyorsun. Sen bana babamdan kalan tek mirassın. Sen benim çocuğuma bırakacağım tek mirassın. Benimle beraber fethedemeyeceksin dünyayı belki. Yetemeyeceğim senin yüceliğine. Ancak benim çocuğum... O son olacak. Onunla beraber yok edeceksiniz tüm tabuları, kalıplaşmış zihinleri. Böyle giderse sana muhtaç kalacağım. Yine beni kurtarman gerekecek. Yine bacakları yara içinde olan bu çocuğu ayağa kaldırman gerecek yıllarca yaptığın gibi. Sırtım sana dönük. İhanetim büyük. Bedelini en çok bana ödeteceksin, biliyorum. Aynada gözlerime baktığımda hala senin orada olduğunu görebiliyorum bazen. Bir sefer olsun bana güven olur mu? Rahat dur ve uyu olduğun yerde. Seni öyle bir güne uyandıracağım ki zamanı geldiğinde, sen bile şaşıracaksın etraftaki leşlere. Korkuyla seni bekliyorum...

 


GÜN-9

Zihin akışının debisine kapılıp gitmek yavaş yavaş. Düşünmeden bırakmak kendini. Önce içeri, sonra dışarı. İçeri, dışarı. Koşmak gerek aslında. Şimdilik uzun yürüyüşler kafi ancak hepsi koşmaya hazırlık. Dokuzuncu sınıfta öğrendiğin tüm temel matematiğin integrale hazırlık olması gibi. Kandırıyorlar bizi azizim. Önce bayram paralarıyla, sonra matematikle kandırıyorlar. Bugün hanemize güneş doğdu ey sefiller! Uyanın! Günlerdir beklenen ses geldi ve bam! İçinde açtım gözlerimi, gözlerine dokunup. Seninle yeni bir sabaha, gökyüzünde başladım. Konfetiler patlasın! Delirdiğim için değil, yükseldiğim için; içinde hassas bir kuyunun. Ben hiç bu kadar narin olmadım hayatımda. Yavaş. Daha yavaş. Yarım kalan bir serüven. Oldukça ağrılı. Hayatımda ilk kez ağrısını hissettim, yediğim tekmeler dışında. Sonrası büyülü bir geliş. Hala bacaklarım tutmuyor. Neyse ki şınav çektim. Her gece 40 şınav. Yatmadan önce. Sarkmış memelere kesin çözüm. Bir de sarkmamış olanları var tabi. Hani şu üzerine yatıp her şeyi unuttuklarından. G kuvvetinin hiç alındığı. Fizik kurallarına aykırı. Göreceliği delen geçen. Of! Ne saçmalıyorum ben? Yaşasın MDMA! Bir de kötü bir şey derler... İlaçların yapamadığını, deliliğime en az zevali vererek yaptı dinine yandığım. Eğlencesi de cabası. Ben nasıl sevmeyim senin kristal gözlerini? Nasıl koklamayım senin tanelerini? Araba sarar da korsun ya içine sonsuz bir serüveni... Siz ne anlarsınız amına kodumun delileri! Hepinizden nefret eden ben vardı ya, uyuyor şimdi. Hepinizi seviyorum şu an. Hepinizi seviyorum ulan! Ama şımarmayın hemen, diğer ben her an uyanabilir uykusundan. Tavşan uykusu onunki. Kapı gıcırtısına fırlar, gözleri tekerlek gibi açık. Ayık olun. Her an patlatabilirim en yakınınızdaki alışveriş merkezini. İnsanın kendini tutması ne kadar boktan bir şey değil mi? Karşında duran, her şeyden çok istediğin şeye dokunabilecekken eğer denersen bok olacağını düşündüğün için kendini tutmak. Mesela seri katil olamamak. Delirmiş gibi alışveriş yapan küçük fok balıklarını patlatamamak. İnsan tutmalı mı kendini gerçekten? Tutmalı değil mi? Güçsüzler hayatta kalsın diye tutmalı. İnsanlığın kurmuş olduğu sistem güçsüzleri hayatta tutmak üzerine kodumun dünyasında. Kahrolası doğal seçilim düşmanları. Bir seri katil mesela, hep kendinden güçsüzleri öldürür değil mi? Yakalanma ya da başarısız olma riskini göze alamaz çünkü. Hangimiz başarısız olma ya da yakalanma lüksünü kabullenebiliyoruz ki? Bir seri katili suçlamamalıyız. Bir insanı iç güdüleri yüzünden suçlamamalıyız. Çünkü bu, doğayı suçlamak demektir. Hadi doğayı da dogmatik yapalım ve hiç sorgulamayalım. Yeni dinimiz doğa olsun. Bize sunduğu her şeye şükredelim ve tapalım. Hayvanları örnek alıp doğanın kurallarına bulanalım. Götünüz yemiyor değil mi? Çünkü hepiniz güçsüzsünüz! Çünkü hepiniz bugünü geçirmekten başka bir şey düşünmüyorsunuz. Bir gün bir felaket olacak ve hepimiz doğanın şefkatli ellerine kalacağız. Çamurlu sulara kafanızı sokup, kana kana içeceğiniz günler geldiğinde görmek istiyorum akan rimellerinizi. Topuklularla örümcek avladığınız günlerde çıkaracak mısınız pırlantalarınızı? Korkaklar! Doğa bir tek korkaklardan alır intikamını. Bir tek korkakların karşısına çıkar en büyük belalar. Ne yapacağız peki? Nasıl hayatta kalacağız yarınki vardiyada? Nasıl doğuracağız bu sefil dünyaya yeni bebekler? Onları nasıl sokağa salacağız, bunca organ mafyasının arasına? Yemek masasında elinden telefonu bırakmıyor diye azar yiyen çocuğu sen hapsetmedin mi korkusundan organ mafyasının? Benim kuzenim harika Minecraft oynuyor. Hem de yedi yaşında. Çünkü meşe oynamayı bilmiyor. Çünkü tomurcuk toplamıyor. Çünkü bakır tel çalıp soymuyor. Onun elleri sopayı değil, bilgisayarı kavramaya evrilecek. Çünkü bizler, robota evriliyoruz.

 


GÜN-10

Çakır keyif. Sahilde iki bira. İnşaat makineleri arasına işerken tenhada, ne olurdu şurada bir public yapsak? Geçmişe serüvenleniyor insan böyle durumlarda. O olsaydı yapardı diyor, şu olsaydı böyle olurdu... Seni ileriye taşıyan, destekçi kadınların tadı damakta kalıyor her daim. Ben oyunlarda da hep destekçi birlikleri sevmişimdir. Oyun oynamıyorum ne zamandır. Farklı evrenlere geçme isteği duymuyorum. Yalan! Kocaman bir yalan. Bu dünya sıkıcı. Bu dünya yetersiz. İlacı azaltışımın bir kaçıncı günü. Yavaşça gerçeklikten kopmaya başladım. Olmayan sesler, görüntü değişimleri... Tütüncüdeki Mardin'li çocuğun şivesini taklit etmeye çalıştığım yolda karşıdan gelen motoru ve üzerindeki iki adamı görüp olduğum yere çakılıp kaldım. Neredeyim ben? Buraya nasıl geldim? Motorun sesi, mekaniği, üzerindeki adamların kas ve iskelet yapısı. Her şey parçalandı bir anda, sonra her şey birleşti yeniden. Başka bir gezegenden bir anda buraya fırlatılmışsın gibi. Geçmiş bilgiler yavaş yavaş zihnine tekrar doluyor gibi. Doldukça algılamaya başlıyor, çözümlüyor gibi. Mızıka istiyorum. Müzik dünyası kaldı bir parmak atmadığım, ona da bulaşmak istiyorum. Başlangıç için yüz elli liralık bir mızıka. Evde kendi başıma öğrenebilir miyim acaba? Bu riski almalıyım. Küçük inançlarım uğruna riskler almalıyım artık. Yeterince iyileştim. Dünyevi zevklere adım atabilecek kadar iyileştim. İyi olmak istemiyorum. Bu dünyanın gerçekliğine bu denli alışmak istemiyorum. Kendi gerçekliğimi özlüyorum. Farklı renkleri, olmayan sesleri, paranoyaları, bu dünyaya ait olmama hissini özlüyorum. Ben o haldeyken, yanımda olan, bana katlanan insanların vericiliğini özlüyorum. İnsanlara acı çektirmekten zevk alıyorum. Onlarla oynamaktan haz duyuyorum. Küçük kuklalarıma yaklaştırıyor beni delilik. Ne kadar delirirsem o kadar manipüle edebiliyorum kendini zeki zanneden ahmakları. En çok da kendini zeki zanneden ahmakları seviyorum. Kendileriyle taşak geçildiğini anlamayışları, gözlerini bürüyen egoları, senin üzerinde üstünlük kurduklarını zannedişleri ancak her birinin senin oyunun bir parçası olması... İnsanlar çok aptallar. İnsanlar aptal olduklarının farkında olmadıkları için çok aptallar. Bir arkadaşım vardı mesela. Kabul ediyordu aptal olduğunu, gocunmuyordu bundan. Yardım istiyordu bu sebepten. Destek bekliyordu yakınlarından. Ve herkes elinden geleni yapıyordu onun için. Çünkü yalancı değildi o. Çünkü neyse oydu. Kandırmıyordu kimseyi, kandırmıyordu kendini. En aptalından zekisine, tahammülü yoktur insanların kandırılmaya. "Beni kimse aptal yerine koyamaz" derdi babam. "Beni kimse keriz yerine koyamaz" derdi. En büyük zaafıydı bu. Onu aptal yerine koymaya çalışırsanız anlardı; her paranoyak anlar. Bana da bulaşmış bu. Asla affı olmayan şeylerden biri: aptal yerine konulmak. Beni aptal yerine koymayın. Yüzüme karşı küfürler savurun, ne kadar ahmak olduğumu söyleyin, karakterimi aşağılayın, haklıysanız gülümser ve eyvallah derim sadece. Ancak aptal yerine koyarsanız intikamımı alırım. İntikam konusunda çok iyiyimdir dostlarım. Çünkü Can var. Çocukluğumdan beri bana öğrettiği en büyük şeydir intikam. İntikamın ilk kuralı sabırdır. Belki seneler sürecek sabır. Ve intikam alacağın kişiye eskisinden daha yakın kalmak. Sen intikamını bitirdiğinde, yaşanan trajediden suçlu olmamak. Kurbanın gelip senden yardım dilenmesi. Onun yıkılmış halini omzuna dayamak, göz yaşlarını elinle silmek. "Üzülme kardeşim, her şey geçecek, her şey çok güzel olacak" demek; onun görmeyeceği bir şekilde gülümseyerek. Her zaman aldım intikamımı. Biri bile yerde kalmadı göz yaşlarımın. Çünkü hayat, insanları birbirinin kucağına düşüren bir pezevenktir. Nasıldı o söz? "Kazanmak yetmez, her şey bittiğinde yüzünde bir gülümseme olmalı." Hiçbir şeye odaklanamıyorum. Yüzlerce düşünce, aynı anda deşiyor zihnimi. Normal insanların zihni, katı bir maddenin molekülleri gibiyken benimki gaz halin molekülleri gibi oluyor. Dağınık, tutarsız ve başına buyruk. Can yakıyor etrafa çarptıkça.